Kurban Hac’la iç içedir. Onun için kurban iklimine giren Müslümanların yüreklerinin bir parçası da Hac’dadır.
Her Müslümanın içinde bir “Hacca gitme” tutkusu vardır. Hac yapmak önemli mali imkan gerektiriyor olsa bile, insanlarımız bir şekilde o imkanı temin ederek o mukaddes beldelere gidebilmeyi tahayyül ederler.
Hac İslam’ın 5 şartından biridir. Namaz, oruç, zekat gibi bir ibadettir. “İbadet” yani kişinin Yaratan’la ilişkisinin göstergesidir.
İslam, tüm ibadetlerde, “kelime-i tevhid” bilincini geliştirmek ister. Kelime-i tevhid, yani “Lâ ilâhe illallah – Allah’tan başka tanrı yoktur” kişiyi Allah’tan başkasına kulluk etmekten sakındıran bir kalbi disiplindir.
Namazda günde beş defa Allah’ın huzuruna varılır, abdest alarak, yani temiz ellerle varılır. “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz” denir, denir, denir, ta ki bu bir bilinç dokusu gelsin.
Bey - paşa, genç - yaşlı, zengin - fakir, kadın - erkek herkes böyle yapar. Böylece namaz kılanlardan farklı bir toplum oluşur. O toplumun özelliği, “Allah’ın huzurunda yaşıyor olma hassasiyeti kuşanmış olmak”tır. Namaz niyetten secdeye doğru akar. Secdeye varır bütün statüler ve nihai planda bütün varlığının Yaratan’ın kudret elinde olduğu idrakine yönelir.
Namazdan Hacca geçelim.
“Hac Arafattır” buyurmuş Allah’ın Rasulü (s.a.)
Başka rükünleri de vardır kuşkusuz Hac’cın. Ama Hac, Arafat’la taçlanır. Arafat’a akıştır Hac. Çünkü orada kuşanılan bilinçle dönecektir evine – yurduna – yuvasına Müslüman.
Arafat nedir?
Arafat, ihram ile, yani iki parça havludan ibaret dünyalık ile, yalın ayak, baş açık divana durmaktır.
Yüreğinden koparcasına “Huzuruna geldim ya Rabbi, emrine amadeyim ya Rabbi, Senin eşin ve ortağın yok ya Rabbi” diye seslenmektir. Belki feryat etmektir. Belki tekmil vermektir. Belki kulluk ahdini ilan etmektir.
Statüler geride kalmıştır. Mal – mülk, evladü ıyal geride kalmıştır.
Orada amir – memur yoktur. Çünkü bütün amirler, nefes alıp verişlerine hükmeden bir Kudret karşısında “Buyur ya Rabbi” deme durumundadır.
Orası mahşer ortamının dünyada gerçekleşen temsilidir. İslâm namazla da Hac ile de rütbesiz – statüsüz “Rabbin huzurunda bulunuş hali”ni idrak etmeye yöneltir Müslümanı.
Mesele, oralarda kuşanılan bilincin, idrakin, hayat akışına gelindiğinde ne olduğuyla ilgilidir.
Yani mahşeri Arafat’ta bırakıyorsak, ya da “İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn” dedikten, ya da Secde’den kalktıktan sonra başka kulluklar ediniyorsak, Şeytan aklımızı alıp götürüyorsa, mal – mülk ve statüler, ya da Kur’an’ın ifadesiyle “Hevâlarımız, tutkularımız, hesaplarımız tanrılarımız haline geliyorsa” orada İslam’ın disiplinleri ile hayatımız arasında akış gerçekleşmiyor demektir.
Bir yerlerde tıkanma var demektir.
Acaba nerededir o tıkanma?
Yoksa İslam bizi Arafat’tan mahşere götüremiyor mu?
Yoksa İslam bizi, Secde’den Allah’a kulluğa götürmekte başarılı olamıyor mu?
Yoksa bizlerde İslam’ın hayatımıza gerçek manada akışını önleyen düğümler mi oluşmuş durumda?
Camilerde vaizler “kurbanlıktan bahsederken ‘benim boğam şu kadar kilo’ gibi sözlerle böbürlenmeyin, uyarısında bulundular, hayvanlara eziyet etmeyin” dediler.
Belki hacdan dönenlere de “Arafat’ı - Mahşeri unutmayın” diyerek uyarıda bulunacaklardır.
Emin olun, aslında Allah’ın huzurunda hepimiz yalın ayak, baş açık, iki parça havlu ile örtünmüş gibiyiz. Namazda okuduklarımızı unutmazsak, secde duyarlılığını hayat boyunca taşırsak, Mahşer yolculuğumuz daha neşeli olur, demek geliyor içimden.
Siz ne dersiniz?
Bayramınız mübarek olsun.