Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Yeşiller ve Liberaller ile 2021’de kurduğu koalisyonun ismi “trafik ışıkları“ydı. Koalisyon, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle görülen ekonomik ve insani krizlerle çatırdamıştı. İktidarın savunma bütçesine ağırlık verip bu alanda yüksek harcamalara yönelmesi, ülkede enerji fiyatlarının artması ve Ukrayna’dan 1,5 milyonluk göçmene ev sahipliği yapılması, 2022’den beri ekonomik büyüme yaşayamayan ülkede büyük rahatsızlığa sebep olmuştu.
Scholz liderliğindeki koalisyon hükümetinin ekonomik ve bütçesel anlaşmazlıklar nedeniyle çökmesinin ardından Almanya 23 Şubat’ta erken seçime gitti. Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip ülkede yapılan seçimler, dikkat çekici ve üzerinde konuşulması gereken bir tabloyu ortaya çıkardı.
Seçimleri, Friedrich Merz liderliğindeki muhafazakâr Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) ve Bavyera eyaletinde teşkilatlanan Hristiyan Sosyal Birlik Partisinden (CSU) oluşan birliktelik kazandı. CDU/CSU, oyların yüzde 28,6'sını alarak seçimi önde tamamladı.
Seçimin asıl dikkat çeken ve düşünülmesi gereken tarafı, ırkçı ve yabancı karşıtlığı söylemleri üzerinden prim yapan Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) oylarını 2 kat arttırarak Almanya’nın en büyük ikinci partisi haline gelmesiydi. Bir önceki seçimlere göre oy oranını 10,4 puan artırarak yüzde 20,8 ile ikinci sırada yer alan AfD, böylece kuruluşundan bu yana hiç görülmemiş bir seviyeye ulaşmış oldu. 2013 yılında kurulan, özellikle 2015'ten sonra ayrımcılık ve karşıtlık üzerine politika sürdüren bir bakışın kontrolüne geçen parti, artık ülkede her 5 seçmenden birinin oyunu almış olmanın gücünü taşıyor.
Bu yükselişin ardında, hem ekonomik hem siyasi hem de toplumsal dinamikler belirleyici oldu. Göç politikaları, ekonomik kriz ve Ukrayna savaşı gibi konuları seçim kampanyasının merkezine alan AfD, hem geleneksel sağ seçmenden hem de ekonomik olarak kendisini güvencesiz hisseden kesimlerden destek almayı başardı.
AfD’nin yükselişindeki en büyük etkenlerden biri, Almanya’nın son yıllarda izlediği göç politikalarına karşı duyulan tepkiydi. AfD bu süreçte göçmen karşıtı söylemlerini artırarak, “Almanya Almanlarındır” gibi milliyetçi sloganlarla kendisine seçmen buldu. Almanya’da yaşanan ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon ve enerji krizleri de AfD’ye olan ilgiyi artırdı.
Orta sınıfın ekonomik kaygıları, AfD’nin “halkın sesi” olarak kendini konumlandırmasını sağladı. Irkçılık ve popülizmle harmanlanmış parti söylemleri, ekonomik endişeler taşıyan orta sınıfın istismar edilmesinde ciddi etken oldu. Paniğe kapılmış ve korkularla hareket eden insanların her türlü kolaycı çözümü makul sayabileceği maalesef sosyolojik bir gerçek…
Afd özellikle İslam karşıtı söylemlerle prim yapıp oylarını çoğaltmış bir parti. Zaten bunu da hiçbir zaman saklamıyorlar. Partinin Avrupa’dan gelen diğer göçmenler diye adlandırabileceğimiz İtalyanlar, İspanyollar, Fransızlar, Belçikalılara karşı bir itirazı yok. AfD'nin veya ırkçıların söylemlerinin daha çok doğudan gelen göçmenleri, Müslüman kesimi, ciddi bir nüfusu olan Türkleri hedef aldığı görülüyor.
Sapkın bir yaşam tarzıyla ön plana çıkan AfD lideri Alice Weidel’in bu yönünden rahatsızlık duymayan partinin, “geleneksel Alman ailesi” modelini savunma iddiaları da aslında çöpe atılmış oluyor. Irkçılık ve göçmen karşıtlığı gibi “daha kutsal ve önemli” bir payda da buluşuyor olmak, onlar için diğer farklılıkları detay haline getiriyor.
Seçimleri kazanan muhafazakâr Hristiyan Demokrat Birlik Partisinin, AfD’nin ırkçı politikalardan ciddi seçmen kazandığını görüp göçmen karşıtı propaganda yapmak zorunda kalması da aslında bize tanıdık geliyor. Faşistlerin, bir insanlık ayıbı olan göçmen düşmanlığı söylemlerinin prim yapması üzerine, birkaç oy kazanabilmek için insani bakıştan vazgeçip sert adımlar atma vaatlerine sığınmak, diğerinden daha fazla çirkinleşmektir aslında…
Bazı Avrupa ülkelerinde görülen ırkçılık, kiralık ev bulmanıza, okulda göçmen bir aileden geldiğiniz için notunuzun kırılmasına, dezavantajlı bir başlangıç ile işe başlamanıza sebep oluyor. Almanya'nın özellikle doğusunda başörtülü Müslüman hanımlara karşı İslam karşıtı tepkiler görülüyor. Yapılan şikâyetlerin üstünün örtüldüğü ve sistematik bir şekilde bu kişilerin korunduğu hissediliyor. Bundan cesaret alanlar da ırkçılık söylemlerini artık gizlice değil açıkça dile getirmeye başlayabiliyor…
Aslında sadece Almanya içinde değil, Avrupa’nın genelinde de ırkçılığın, İslamofobinin ve yabancı karşıtlığının yükselişi devam ediyor. Almanya'daki sayı halen İtalya veya Fransa'yla kıyasladığımızda yüksek olmasa da gelecek adına endişe verici…
Kaynak: Milat Gazetesi