Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

ÜMİT KIVANÇ; Hitler Üzerine Notlar - 3 / Taktik gaddarlık

Haffner, Hitler’in intiharındaki kolaylığa işaret ederken, “kişisel hayatı”nın “felaket anında korumaya değmeyecek kadar boş” oluşunu öne sürer

ÜMİT KIVANÇ; Hitler Üzerine Notlar - 3 / Taktik gaddarlık

Haffner, Hitler’in intiharındaki kolaylığa işaret ederken, “kişisel hayatı”nın “felaket anında korumaya değmeyecek kadar boş” oluşunu öne sürer
Führer’in “mutlak surette sorumluluktan âzâde” oluşundan “ikâme edilemezliği”ne doğru “kaydedilmesi gereken mesafe”nin “büyük bir adım” olmadığını söylüyor yazarımız Sebastian Haffner. Bu doğal. Çünkü hiçbir kararı ve tutumundan “mutlak surette” sorumlulu tutulamayışının herkesçe mümkün olan en uzun süre -Führer’in ömrü- boyunca sorgulanmaksızın kabul edilmesini meşru kılacak bir sebep lazım. İster devletler, ister toplumlar, ister savaşlar, ister olağan devlet idaresi sözkonusu olsun, insanların yapıp ettiklerinden meydana çıkan işlerde ve ilişkilerde böylesine erimez, sarsılmaz, gücünden kaybetmez sebepler bulmak ve bunları kuşaklar boyu kabul ettirmek zordur. Hele tek-adam rejimi demokratik temsil ve kuvvetler ayrılığı mekanizmalarını yok etmeden önce aşağıdakilerin yönetim katlarını etkileyecek ölçüde inisiyatif gösterebildiği, siyasî çeşitliliğin ve belirli kurallar çerçevesinde rekabet ve mücadelenin yaşandığı, bilindiği toplumlarda kâdiri mutlak tek bireyin iradesini herkesinkinin üzerine koymak, karşı konmaz kılmak, mutlak itaat düzenine geçmek hiç kolay değil. Belirli nesnel koşullar tek-adama dizginsiz kudret bahşedebilir, ancak bu, nasıl alındıysa öyle kaybedilebilecek bir iktidar gücüdür. Ve tek-adam, kendine hayranlıkla ne kadar büyülenmiş, mutlak iktidarı yayıldıkça ne kadar kendinden geçmiş olursa olsun, bu ihtimali aklından hiç çıkarmayacağı açık. Dolayısıyla, bu tek-adamlık makamına sıradan fâninin erişemeyeceği, değiştiremeyeceği misyonlar yüklemek “akla uygun” çözüm. Akıl-dışını akla uygun kılmak için, liderin yerine başkasının geçirilemeyeceğine inanmak, inandırmak en doğrusu. Führer orada kalmalı ve her sözü dinlenmelidir, çünkü onun yerini alabilecek başka, birey şöyle dursun, organizma yoktur.

Kendi biricikliğine inanma sürecinde liderin akla uygun bir çizgide seyredemeyeceğini baştan teslim etmeliyiz. “Hitler’in kendine güvenini bir batıl inanç seviyesine, bir tür çok özel seçilmişlik hissine yükseltmek için,” diye anlatıyor Haffner, “muhtemelen ilk iktidar yıllarındaki, kendisinin de beklemediği büyük başarılar gerekiyordu.” Acaba ardarda gelen bu “beklenmedik başarılar”ı olağanüstü özelliklerle yüklü bir tek-adamlık misyonunun mütemmim cüzü sayabilir miyiz? Olmazsa olmazı? Peygamberlerin mucize gösterişi gibi bir âdetâ zorunlu işlem?

Cevap vermek kolay değil. Ancak benzer hayatî ayrıntılara sözettiğimiz türden yükseliş ve kutsal halelerle bezeniş süreçlerinde hep rastladığımız ortada. “Başarı”yı hangi oranda kendi hanesine yazdırabileceğiyse, artık liderin hünerine kalmış. Tek-adam, başarının “ekip işi” olduğunu söylerken bile, neyin ekip işi olduğunu tayin etme kudretinin kendisinde olduğunu kabul ettirebilendir. Bu yüzden, tek-adam iktidarlarının kısa sürede, büründükleri türlü kılıkları bir kenara atarak kendilerinin bekâsını tek hedef edinmeleri kaçınılmazdır.

Yerine başkası konamaz liderin kaderiyle hükmettiği insanların kaderini özdeşleştirmek bu aşamadan sonra artık pek zor değildir.
 
İntihar, boşluk, dünya malı…
 
Yeri doldurulamaz biricik Führer’in sayesinde iktidar konumları ya da maddî çıkar elde edenler çemberinin -zaman zaman lideri kızdıranların harcanmasıyla vereceği fireler hariç tutularak-, liderle birlikte kendini de yeri doldurulamaz ve ebedî kılmak için onunla özdeşleşmeye zaten muhtaç oluşunu, uzun uzun konu etmeden kısaca hatırlamamız yeter, sanıyorum. Haffner, Hitler’in intihar etmesindeki beklenmedik kolaylığa işaret ederken, onun “kişisel hayatı”nın “felaket anında korumaya değer bulamayacağı kadar boş” oluşunu ortaya sürer. Etrafındakiler için hayat elbette böylesine “boş” değildir; Führer’in dizginsiz-sorumsuz iktidarı, kimsenin kaderini umursamayışı, gaddarlığı sayesinde edinilmiş pek çok eşya, para ve ayrıcalıklarla doludur; bunlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktarılacaktır.

Hitler’in intiharı beklenmedik ölçüde kolaydı. Bu yargıdan iki soru çıkaralım: “niye kolaydı” ve “niye beklenmedik ölçüde”?

Führer gibi kudret sahiplerinin, yolaçtıkları felaketler -meselâ kaybedilmiş savaş- üzerine intihar ettikleri öyle sık görülen şey değil. Tek savaş falan da değil, onyıllara yayılmış korkunç diktatörlük pratiklerinden sonra koltuğu yitiren zalimler de kolay kolay kendilerini öldürmüyor. Kaddafi su borularının içinde, Saddam Hüseyin derme çatma yeraltı sığınağında, sefil halde ele geçirildiler. Dövüşerek ölemeye yetecek kadar haysiyetleri kalmamıştı, iktidarları devrildiğinde. Oysa Hitler gözünü kırpmadan kendini vurmuştu. Haffner bunu, istenirse cesaret ve kahramanlık dozu da katılabilecek gözüpeklikten çok, daha önce birçok defa intiharın sözünü etmiş olmasına, fikri kendisi için normalleştirmiş oluşuna bağlıyor. Bunlardan da önce gelen, şüphesiz, hayattan mâlûm hedefleri dışında beklentisinin olmayışı ve bunlara ulaşamayacağının inkâr edilemez kesinlikte ortaya çıkışı. “Kişisel hayat”ının “boşluğu” yani. Hayatın sona erişinde bir nevi kurtuluş gördüğünü çeşitli vesilelerle tekrarlamış olan Hitler intihar ettiğinde, diye anlatıyor Haffner, bu “pek bir şaşkınlığa yolaçmadı”.

Günümüzün tek-adamlarının intihara ilişkin yaklaşımını bilmemiz pek mümkün değil. Ama hiçbirinde, kana ve çamura batarak edindikleri dünya malını terk edip gidecek göz olmadığını tahmin edebiliriz.

Tek-adam rejimlerine üslûp olarak şirretliğin, araç olarak bastırma-sindirmenin eşlik edişi yapısal özelliktir.
 
Yıldırma politikası
 
“…Hitler’in iktidarı ele geçirme sürecine eşlik eden terör ve hukuksuzluklara karşı bu kadar az hiddet ve direnme iradesi gösterilmesinin nedeni,” Haffner’e göre, “Hitler tarafından bilinçli olarak körüklenen bir korku”ydu. Korku ve yıldırma etkenlerinin bütün tek-adam iktidarlarının kuruluş süreçlerine eşlik ettiği, yolu açtığı, rakipleri, düşmanları kovalamaya, mevzi kazanmaya, kazanılan mevzileri tahkim etmeye yaradığı bilinir. Hem korku salma taktikleri hem genel yıldırma stratejisi hem de bu işin yöntem ve araçları bakımından tek-adamların yükseliş ve iktidar süreçleri ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Sokağa salınmış faşist güruhların gelişigüzel saldırıları hepsinde görülüyor, ama hem belirleyici olan bunlar değil hem de sindirme politikası bunlardan çok, zamanlaması ve dozu ayarlanmış taktik gaddarlıkla sürdürülüyor. Tek-adamların dizginsiz hükmü altına giren toplumlar, hesaplanmış gaddarlığın her türlüsüne mâruz kalıyor.  Haffner’in tarifiyle “münferit, gizli ve kısa süre sonra tekrar dizginlenen ve fakat hiçbir zaman pişmanlık gösterilmeyen cinayetler”, taktik gaddarlığın gözde araçlarından. Zaman zaman “özellikle nefret edilen birkaç düşman”ın öldürülmesi, bu kapsamda kullanılan özel araçlardan. İşkence ve devlet terörü alanında suç işleyen resmî görevlilere uygulanan istikrarlı cezasızlık da, hesaplı kitaplı gaddarlıkla sindirme politikaları için bir nevi zemin işlevi görür.

Taktik gaddarlığa dayalı sindirme operasyonlarının usûlüne dair Haffner’in anlattıklarını, bu defa uzunca bir-iki alıntıyla, aktaracağım: “Hitler bizzat ve âdetâ törenle (yemin altında yüksek mahkemede tanık olarak dinlenirken) iktidara geldikten sonra birtakım kafaların (…) uçacağını tebliğ etmişti zaten. Bu deklarasyondan sonra 1918 Devrimi’nin gazilerinin ve Weimar Cumhuriyeti’nin öndegelen isimlerinin 1933 ilkbahar ve yazında ‘sadece’ toplama kamplarına kapatılması neredeyse rahatlatmıştı insanları. Gerçi bu toplama kamplarında da acımasızca kötü muameleye mâruz kaldılar ve her an öldürülecekleri korkusuyla yaşadılar ama er ya da geç çıkabildi çoğu. Birkaçına ise hiç dokunulmadı.” Haffner, kamuoyu pogromlar beklerken “Yahudilere ait işyerlerinin sadece bir günlük, daha ziyade sembolik karakterde boykot [edilmesi]yle doğan havayı şöyle anlatıyor: “Kısaca toparlamak gerekirse, gidişat kötüydü ama korkulduğundan biraz daha az kötüydü.” Elbette burada işe yarayan bir taktik güdülüyordu: “Terör, 1933-34 yıllarında yavaş yavaş yatışıp 1935-37 arasında, yani Nazilerin ‘iyi’ yıllarında, yerini sadece sakinlerinin sayısı giderek azalsa da mevcudiyetleri devam eden toplama kamplarının usulca rahatsız ettiği, belirli bir normaliteye bıraktı.” Normalite şöyle: “…önce çok sert tehditlerle korku ortamı yaratma, sonra acımasız ama tehditlerle karşılaştırıldığında nisbeten hafif terör operasyonları, daha sonra tedricen neredeyse normal şartlara geçiş, ama bütün bunlar olurken hiçbir zaman geri planda biraz terörden de vazgeçmemek…” Yasasız, anayasasız tek-adam rejimlerinin kurulduğu ve aşama kaydettiği ülkelerin insanları bu ifadedeki çeşitli kelimelerin yerlerini değiştirerek, söylenenlerin ağırlıklarıyla oynayarak, aşağı yukarı aynı tarifleri yapabilirler. (Geri plandaki “biraz terör” için yukarıdaki paragrafa tekrar başvurabilirsiniz.)

P24 Blog



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER