Sait Alioğlu değerlendirdi;
Başlıkta adı geçen eser Mısırlı akademisyen Dr. Muna Ebu’l-Fadl’a ait olup, onun, İslam ümmetini, “ümmetler içerisinde” tevhide dayalı bir denge usulüne sahip olan bir noktaya irca ederek, onu birçok saikten dolayı “kutup ümmet” babında değerlendirmektedir.
Tanıtım ve değerlendirme sadedinde ele aldığımız esere konu ve başlık olan kutup olgusu, hem salt maddi, hem de inanç bağlamında maddiyatla iç içe geçmiş bulunan manevi bir yöne işaret eder.
Burada manevi durumdan kasıt, Müslüman ümmetin, hiçbir çıkar niyeti gözetmeden, hep birlikte, var olan farklıkları da içerecek oranda, kendi kendilerini yönetmesi durumu söz konusu olduğu için, ona sadece bir pencereden bakılamazdı. Bundan dolayı, kutup olgusu eserde, yukarıda, az da olsa çerçevesini çizmeye çalıştığımız şekilde ele alındığında anlamlı olacaktır. Teknik açıdan düşünüldüğünde; kutup kelimesi, sözlükte maddi ve “tasavvuf saikiyle” manevi anlamlarda kendine yer bulmaktadır.
Dr. Muna, eserin önsözünde, ümmet, yani İslam ümmeti ile ilgili olarak yapılan çalışmalara değinirken, ümmetin varlığından ziyade, onun yokluğuna istinaden, bir kaybediliş sürecinde; neyin kaybolduğunu ve buna bağlı olarak kimin, kimsenin kaybettiğini içeren bir eserin ismini zikrediyor.
Bu eser, Ebu’l Haan En Nedvi’in “Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler kaybetti?” eserinden başkası değil…
“Nedvi’nin kitabı, Müslümanların gerilemesinin ve çözülüşünün insanlık için büyük bir kayıp olduğunu ve zararın sadece İslam ümmetiyle sınırlı kalmayarak tün dünyayı saran bir felakete dönüştüğünü dile getiriyor.” İfadelerine yer verdikten sonra; “Elinizdeki kitap ise ümmet konusunu bilimsel ve sağlıklı bir analiz yöntemiyle ele alındığını..” belirtiyor. (Taha Cabir Alvani’nin, Önsözünden, (S. 8)
Dr. Muna, eserinde konuyu bilimsel olarak ele aldığını belirtmişti.Ondan dolayı, o,“Emanet, istihlâl, medeniyet tanıklığı, iyilik, dengelilik, imtihan, ümran, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, her şeyin başı ve sonu olan Allah’a iman gibi derin İslami boyutu olan diğer kavram gruplarını bu ağ içerisinde ele almış…” oluyor. (8)
Dr. Muna, eserini bilimsel olarak ele alma konusunda, geçmişte ümmet kavramı ile ilgili olarak birçok yanlış okumanın söz konusu olduğunu belirtme sadedinde; “Ne yazık ki İslam düşünce yönteminin kimi evlerinin hatalı anlaşılması nedeniyle, geçmiş dönemlerde “ümmet” kavramının objektif bir şekilde algılanmasını zayıflatan pek çok unsur olmuştur.” (9) tespitinde bulunuyor.
Adı geçen eser bir önsöz(Taha Cabir Alvani), “Giriş ve metodoloji” ana başlıklı ana bölümlerden oluşmakta ve her bölüm birkaç başlık altında ara bölümlere ayrılmış bulunmaktadır.
Dr. Muna, eser adına “içindekiler” babında; inanç davasını araştırma gerekçeleri’ni, İslam’da ümmet konusu’nu, kutuplayıcı diyalektiği, İslam’da toplumsal i nşa dinamizmi’ni, kutup ümmet-vasat ümmet olgularını ve en nihayetinde konuyu, sonuç ve değerlendirme ile tamamlamış oluyor.
Dr. Muna Ebu’l-Fadl,’ı anlatımından; uzun asırlar boyu yetim kalmış olmasına rağmen, doğal olarak tevhid ilkesine ve kendi bütünlüğü çerçevesinde belli bir denge unsuruna sahip olup, o sahibiyet içre kendi idare edebilecek, çekip çevirebilecek yetiye ve donanıma haiz bulunan; bireyden topluma, normalde belli devlet yönetimine ve dolayısıyla iktidar erkine ihtiyaç hissettirmeden kendi yapısını devam ettiren ümmetin, ümmetler içerisinde belirgin bir yeri olduğunu ve bu özelliğinden dolayı da biricik olmaya hak ettiğini anlıyoruz.
Dr. Muna, konunu biyografisi sadedinde, şu ifadelere yer veriyor; “Rasyonel bir tanımlamaya girişmeden önce, fikrin sahibi ile fikrin aynileştiği, fikirle duygunun harmanlanarak pratik yaşama manevi bir form olarak katıldığı bir ön aşamadan bahsetmek gerekiyor.” (11)
O, bu aşama konusundan şunları ifade ediyor: “Genel anlamda Arap dünyasında eğitimin ana karakteristiği olan geviş getirme ve istifleme noktasından alıp entelektüel ve bilimsel alanlarda yapısalcılığı, üretim ve yeniden yapılanmayı devreye sokan bir dinamoya dönüştürmüştü.” (12)
Dr. Muna, yolun başına dair ilk elden şunu belirtiyor: “İslam medeniyetine ve pratikte en özgün hâliyle ona dokunabilmenin özlemini duyduğum İslami varoluşa dair bir inanç ve büyük bir sevgi besliyordum.” (15)
O, İslam’a uygun gördüğü “kutup ümmet” olgusu üzerinden hareketle hiçbir ümmetin bir nevi zamansız olmadığını belirtiyor; “Tarihen sabittir, hiçbir ümmet sonsuzluğa doğmamıştır. Ümmetler sabitlenmiş sonlarına bu belirlenmişlik içerisindeki periyotları adım adım takip ederek varırlar.” (21)
Periyotların adım adım takip edilmeleri aynı zamanda, alternatif referans çerçevelerini de izlemek ve gözlemlemek, olanları sorgulamak ve var olan bakış açılarlını da değiştirmek anlamına gelir; “İktidar, egemenlik, devlet, anayasa, partileşme, kanun yapma ve benzeri konulardaki çalışmalardan tutun yapısal, işlevsel, sınıfsal veya gelişimci yaklaşımlardan yola çıkarak bir araştırmacının “kutup ümmet” kavramı da dahil olmak üzere, kendi içinde alternatif referans çerçevelerinin oluşturulması için günümüzde bilinenleri sorgulaması ve bakış açısını değiştirmesi gerektiği sonucuna ulaşmak bir sır değil.” (36)
Metodolojiye dair…
“Ümmet meselesi her Müslümanın ruhunun derinliklerinde özel yeri olan, hiçbir olay ve realitenin kendisini bu derece heyecanlandırmadığını görebileceğimiz, canlılığını ve tazeliğini her daim koruyan bir konudur.” … “Ümmet dediğimiz kolektif gerçekliği kendi yaşamlarında ancak kişisel deneyimler yoluyla algılamalarını zorunlu kılan doğrudan nedenler arasından bir olmuştur.” (39)
Dr. Muna, konun metodoloji babında, geçmişin doğru olup kayda geçen taraflarının da dikkate alınma şartıyla; “…ümmet meselesini duygusal tepkilerin cenderesinden kurtarıp bilinçli algılar alanına taşımak zorundayız. Dolaysıyla nesnel olguların kökenlerine inme gibi bir yükümlülüğümüz var.” … “Ümmet bulunduğumuz medeniyet havzasının tanıdığı kolektif yapıların kalbidir. Bu yüzden araştırılması ve değerlendirilmesi gereken sosyopolitik fenomenlerin başında gelir.” (40)
Dr. Muna, metodoloji konusunda, çarpısı ve bir o kadar da önemli ve aşina olduğumuz bir yöntemden bahsetmektedir ki, maksadı ıskalamadan, geçmiş ve günümüz şartlarında bir hayli önem kazanmış bulunan ilmi/bilimsel disiplini de içeriyor olan “bilmiyor iseniz, zikir ehline sorun” ilkesinden hareketle yeni bir şeyden bahsetmektedir; “… ancak bildiğini hayata geçirmek ve kaynaklarına yönelerek alanını zenginleştirmek…”
Dr. Muna, kutup ümmet kavramının doğuş hikâyesi babında özetle şunlara temas etmekte; “… bizim ümmetin bir parçası olduğumuz, kesin ve kararlı bir duruş sergilememiz, ilklerini iyice düşünmemiz, gerçek yüzünü ortaya koymamız ve doğru soruları sorup ondan faydalanmamız gerektiğini gördük.” … “Ümmet ilkelerine daha fazla nüfuz edilebilir, daha fazla belirginleştirilebilir bir kavram olarak karşımızda samimi, kolektif ve paylaşılabilen bir ıstırabın kıvrımlarında canlı ve hararetli bir keşfe, revizyona müzakere ve etkileşime kapı aralamaya davet ediyor.” (49)
De. Muna İslam’la ilgili “inanç davası”nı araştırma gerekçeleri babında şu ifadelere yer veriyor; “İslam bir inanç, bir çağrı, bir sistem ve bir yöntem olarak gelmiştir. Tevhid, hayatın çeşitli boyutlarını bütünleşik bir perspektifle entegre eden, orijinal içeriğini asla yitirmeyen, nesiller boyunca kesintisiz şekilde motivasyon gücünü kaybetmeyen diri bir inanç olmaya ve evrensel ölçekte çağrısını sürdürmeye devam ediyor.” … “Araştırmamıza konu olan ikinci gerçek ise, inanç davasının bağrında yetiştirdiği ve İslam dünyasının belkemiği olan bir topluluğun öznel, nesnel, manevi ve maddi boyutlara uzanan ve derin kökleri bulunan unsurlarını ortak özellikler etrafında buluşturduğu seçkin kolektif yapıyla ilgilidir.” (51) ifadelerine yer veriyor.
Dr. Muna, İslam ümmetinin doğal şekilde oluşumuna dair; Tarihsel olarak İslam ümmetini oluşturan bir topluluk içinde erimiş farklı kökenlerden halkların ve kabilelerin yaşadığı “Dâru’l-İslam” olarak tanımlanan, geniş bir coğrafi alan üzerinde uygulanan, -semavi şeraiti temsilen- tekâmül etmiş bir İslami sosyal sistemin var olduğunu biliyoruz.” (52) derken, onun, ümmete neden “kutup ümmet” kavramını uygun gördüğünü de bu sayede anlamış oluyoruz, Farklı kavimlerin belli bir inanç ve ona uygun tevhidi bir çizgide, aynı kaderi paylaşan, aynı kederi ve kıvancı paylaşan ve tarihte kendine özgü ve özgün bir yeri merkez alan örnek bir ümmet…
Dr. Muna, bu babda, ”son olarak…” ; … şunu belirtmek isterim; kutup ümmetin bazı yapısal özellik ve ayırıcı niteliklerini çıkarsamak ve netleştirmek için Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen toparlayıcı merkezi bir sıfata yani vasat ümmet’e atıf yaparak olmazsa olmaz bazı bileşenlerini bir araya getirmeye…” (66) çalıştığını belirtiyor.
Gelelim “İslam’da ümmet Konusu”na…
Bundan önce Dr. Muna, kavramın biyografisine temas buyurmuş, ona uygun bir metodolojiden bahis açmış ve “inanç davasının araştırma gerekçelerine yer vermişti.
Şimdi ise, ümmet konusunu ele alınışına dair ifadelere yer vermeye çalışacağız…
Kur’an’ı mehaz aldığımızda, orada belirlenmiş konular dışında, dışta kalan, ama iç ile bağlantılı olduğu ayan, beyan ortada olan konularda, insanın, o da belirlenmiş ilkelere ve “aklın yolu birdir” düsturu çerçevesinden hareketle insan/Müslüman fıkhederek, kendine uygun yol yöntem bulur ve yapıların oluşumunu sağlar.
Bu ilkesellikle hareket edildiğinde, Dr. Muna’nn da belirttiği üzere; “İslam hiçbir ümmete bilinen bir örgütlenme modeli dayatmamıştır. Ümmetin sabiteleri “yüce değer”lerden oluştuğundan hiçbir kalıba sığmaz; aksine güncel verilerle uyumlu sistematik şekil ve formüleri üretmeye her zaman güç yetirir.” (68)
“Ümmetin kendine özgü oluşumunu, özellikle de “risalet” ile etkileşimi açısından değerlendirmek gerekir. Zira Resul’ün nübüvvet çağı kapatıp beşeriyet çağını Kur’an metodolojisi ile başlatan kişi olması takdir edilegelmiştir.”(71) “ümmet, tarihsel akış içinde meydana gelen olaylarla daha etkileşime girmeden hatta onlardan etkilenmeden önce onları şekillendirmek ve olayların gidişatına damgasını vurmak için gelen
O hâlde, ümmet; “güç ve otoritesini Kitap’tan almış, hükümlerini ölçü edinmiştir. “denilebilir.
İşin diyalektiği…
Diyalektik, sözlüklerde "dış dünyada ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarını inceleyen bilimi" şeklinde tanımlanır.
Dr. Muna, bu konuda; “Diyalektik derken, burada hem Müslüman bireyin yaratılıştan gelen doğal yapısın aşarak birey-ümmet” olan hem de bireyi de kuşatan sosyal “ben”in maddi doğasını aşarak “kolektif-ümmet” olan yapıya geçiş sürecinin doğasını kastediyoruz.. Yaratılıştan gelen doğal tipoloji ve çekişen özne farklılıklarını kaybettirmeden, bireysel benlik ile kolektif benliği rafine edip ümmet kimliğinin tüm boyutlarını kazandırtacak bu aşama süreci tamamlanır. (78) ifadeleri ile diyalektik tanımına uygun bir bakış açısı ortaya koymuş olur.
Dr. Muna, “kutuplayıcı eksenler” babında, “evrim, adaptasyon ve esneklik kavramlarını öngören kriterler üzerinden ele alırken; “Kutuplayıcı eksenler olarak temerküz noktaları ile tetikleyicileri yeniden gözden geçirip bunarın inançla ilgili olanların maneviyat eksenli ve somut yaşam deneyimine dayalı olanları da maddiyat eksenli olarak iki gruba bölünebileceği..”ni vurguluyor. Dr. Muna ancak bu alandaki düalist sınıflandırmanın İslami mantığın birlik ve bütünlüğünü zedeleyeceği derecede bir çelişkiye düşülmesini önleme adına; “…topluluğun dikey ve yatay eksenli bir ayırıma tabi tutulmasını tercih etmek daha doğru gözüküyor.” İfadelerine yer veriyor.” (81)
Dr. Muna, kutuplanma salınımında sembollere atıf yapıp onların yerini işaret ediyor.
Bu konuda, o, İslam davetçilerinden birinin ifadesine başvurarak sembollerin devasa bir yapının temel kirişleri olduğunu işaret ederek “Nasıl kirişler binayı bir arada tutma işlevli görüyorsa, sembollerde dini akışta benzer bağlantı işlevi görürler. Sembollerin ortadan kaldırılarak görünür olmaktan çıkarılması tevhidi verimsiz kılar.” (88) ifadeleriyle konuyu vuzuha kavuşturuyor.
Dr. Muna, burada, tevhidim verimsiz kılınmaması için şu ifadeler ile konuyu bir kez daha açıklığa kavuşturuyor; “Namazda kıbleye yönelmenin anlamı, içerik ile biçim arasında en ideal uyum sağlanıncaya dek cemaat hâlinde yüzlerini Kâbe’ye döndürerek bir rutin içinde sistematik ve sürekliliğe kavuşturulmasıdır. (tevhid edilmesidir.) Böylece Hakk bütünleştirme (tevhid) sürecinde mümin kalbin kutuplanma odağı hâline gelir.” (89)
Dr. Muna, konu bağlamında, İslam’da toplumsal inşa dinamizmine dair ifadelere de yer vermekte olup bunlara dair birçok şeyi dile getirdikten sonra, hadisenin anlaşılması adına; “İslam ümmetinin derin organik bağlarının tezahürlerini hemen yanı başımızda gösterebiliyoruz. Bunlar bir yana, bu konudaki hadis-i şerifler âdeta gözlerimizin önündeki bu olguyu doğruluyor, tercüme ediyor, aydınlatıyor, canlı bir şekilde müşahhaslaştırıyor.” (101) tespitinde bulunuyor.
Kutup Ümmet-Vasat Ümmet mevzuuna gelince, Dr. Muna kutup ümmet ile vasat ümmetin aynı olduğunu belirtiyor. O, “Kutup ümmetin kendine özgü üstün nitelikleri, apaçık bir görevi ve belirli bir yöntemi vardır. O, Hakk’a ve adalete (Allah-şeriat) çağıran vasat ümmettir. O risalet sahibi, yolu cihad, zemini dünya olan, birbirine kenetlenmiş bir ümmettir. Rotası çizilmiş, hedefi belli, yönü nettir.” (103)
Dr. Muna, “sonuç ve değerlendirme” babında; kutup ümmetin, “Yaradan’ı birleyen ve yaratılanları eşit gören evrensel değere sarılarak, uygarlık misyonunun ve beşeri yapının bir düzen içinde sürdürebilmesi için adaletin en yüce yasal değer olarak kutsanmasını gerektirecek şekilde, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamakla görevlendirilmiş…” (109) olduğu belirterek, Ai İmran Suresi 110: âyet’te geçen “Ey mü'minler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da zâten Allah'a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız.” beyânı da, “kutup ümmet” olgusu otomatik olarak “hayırlı ümmet” bağlamında kendi yerini bulmuş oluyor.
Nebi ve resuller hariç, kendini bir büyük anlatının düşüneni, ortaya koyanı, takipçisi, uygulayıcısı ve aynı zamanda o işin tanımlayıcısı vb. konumunda gören filozofların, düşünce, ilim/bilim insanlarının, ortaya koymaya çalıştığı “bunca” çabanın sahibi olarak görmesi sonucunda, onlar, onun âlamet-i farikası (farklı oluşu) olarak düşünülür.
Bu meyanda, her dünya görüşü ve ideolojik katmanda, ortaya konan çabaların birer sahibi (isim sahibi) bulunur.
Örneğin; “şiddetsiz direniş” derken, Mahatma Ghandi, Abdülgaffar Han, “Kur’an Nesli” dendiğinde merhum Seyyid Kutub, Velâyet-i Fakih kurumu dendiğinde nasıl ki merhum İmam Humeyni, ya da yine şehid Raci El-Faruki’nin “Bilginin İslamileştirilmesi” kavramı geliyorsa, “Kutup ümmet” dendiğinde de akla Dr. Muna hanım gelecektir.
Bu da onun âlamet-i farikası olarak, ümmet düşüncesi, Müslüman zihinlerde yaşadığı/yaşatıldığı sürece yaşamaya devam edecektir.
Dr. Muna El-Fadl, Kutup ümmet/İslam’da Ümmet Kavramının Metodolojik Kökenleri, 1. Baskı Şubat 2022 (Çev. İslam Özkan) Mahya Yayıncılık İstanbul