Katılırız veya katılmayız, doğru veya yanlış buluruz, ama her ülkenin iktidarıyla ve muhalefetiyle üzerinde mutabık kaldığı, daha doğrusu mutabık kalmaya mecbur olduğu meseleleri vardır. Yöneticiler bunu başarabildikleri ölçüde ülkelerine yararlı olabilirler.
Örneğin, toplumsal barış, güven ve refah… İktidar ile muhalefet bu konularda bir yandan kendince daha iyisi ve en iyisi için birbiriyle rekabet ederken, diğer yandan yine bu konularda yekvücut olmak zorundadır. Çünkü ideolojileri, dinleri ve politikaları birbirilerinden farklı olsa da ortak paydaları toplumsal barış, güven ve refahtır! Bu duruş, her iktidarın ve her muhalefetin meşru veya gayri meşru olarak görülmelerinin asgari şartlarındandır. Böylesi hayati konularda yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, meşruiyetlerini yitirdikleri gibi bir de topluma zarar vermeye başlarlar. Bazı ülkelerde devlet ile millet veya milletin bir kısmı arasında şiddete kadar varan sorunların olması ve politik, ideolojik, dini, mezhebi ve etnik aidiyetler üzerinden şiddete varan sorunların bulunması, iktidarıyla ve muhalefetiyle yöneticilerin yükümlülüklerini yerine getirmiyor olmalarındandır.
Türkiye de maalesef bu ülkelerden biridir. Rejim, özünde ırkçı özellikler ve icraatlar barındırıyor olmasına rağmen… Anayasa milletin iradesinin eseri olmamasına rağmen… Yine anayasa vatandaşları eşit görmüyor olmasına rağmen… Ve bazı temel hak ve özgürlüklerin ihlali bile meşruiyetini anayasadan alıyor olmasına rağmen… Eğer iktidar ve muhalefet bu olumsuzlukları ortak bir akılla bertaraf etmek yönünde iş birliği yapma erdemini yakalayamamış olmasının yanı sıra, iktidarın ve muhalefetin hedeflerinden birini oluşturmuyorsa, tek kelimeyle bir felakettir. İktidar ve muhalefet, ülkeye böyle bir felaketi yaşatıyor oldukları içindir ki, örneğin, bizim günümüz dünyasının en kanlı, en vahşi ve en fazla ülke işgal eden NATO’da ne işimiz var veya bu yapıdan nasıl kurtulabiliriz yahut bu yapının şerrini nasıl azaltabiliriz gibi düşüncelerden uzaktırlar.
Örneğin, NATO’nun baş katili olan ABD’nin Türkiye ile olan ilişkilerinde ittifakın ruhuna aykırı davrandığını; Türkiye’ye karşı şiddet ve terör eylemlerine girişen yapılara silah dâhil her türlü desteği verdiğini, Türkiye’nin içişlerine zaman zaman müdahale ettiğini ve en onur kırıcı olanı da Türkiye’deki darbelerin öncüsü ve destekçisi olduğunu iliklerine kadar yaşıyor olmalarına rağmen, bunları hakkıyla ve layıkıyla sorgulayan ne bir hükümetimiz ve ne de bir muhalefetimiz olmuştur. Son yıllardaki hükümetlerin rahatsızlıklarını biraz yüksek bir sesle dile getirmeleri de ABD’ye kar etmemekte ve Türkiye karşıtı politikalarından vaz geçmeye yetmemektedir. Muhalefetin düştüğü dereke ise, tarif edilemeyecek kadar kötüdür. Değil ABD’yi yukarıda değindiğimiz suçlarından dolayı eleştirmek, ABD bir darbeyi organize edecek olsa, gönüllü asker olmaya hazır partiler bile vardır.
Şimdilerde ABD dışındaki dünyayı olumsuz etkileyen ve daha nereye kadar gideceği bilinmeyen bir Rusya-Ukrayna savaşı vardır. Türkiye de olumsuz etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Üstüne üstlük ABD ve Batılı ülkeler Türkiye’yi de bu ateşin içine atmak çabası içerisindedirler. Bu halde bile iktidar ile muhalefeti Türkiye’nin insani çıkarları doğrultusunda çaba sarf ediyor olarak göremiyoruz. Aksine, hükümetin izlediği politikalarda başarısız olmasını candan isteyen bir muhalefet vardır.
Türkiye’nin tarafı olmadığı bu savaştan en az zararla kurtulması için eleştirileri ile birlikte hükümetle iş birliği içinde olmaları gerekirken, Başkan Erdoğan’ın yürüttüğü diplomasinin akamete uğramasından medet umacak kadar ilkesizdirler.
Aynı ilkesizlik medyaya da hâkimdir. NATO’nun vahşetlerini telin eden ve bizim bu yapının payandası olmaktan kurtulmamız gerektiğini düşünebilen bir kimse yok gibidir. Bu, bu yönde bir iradenin ve inancın olmayışından ve dahi kendi kimliğine olan güvensizliktendir.
NATO, bütün dünyanın da bildiği gibi, kurulduğundan beri fesat, fitne ve zulüm ile özdeş olan şer odaklarının en büyüğüdür. Ülkemizin yöneticileri ister o zamanki şartların bir dayatması sonucu veya ister teslimiyetçi duruşları sonucu olsun, Türkiye’yi de bu yapının içine sokmuşlardır. Fakat bizler insanı insanlığından çıkaran bu yapının bir parçası olmak zorunda olmadığımızı, bu yapının içinde olduğumuz sürece yapılagelen işgallerin ve zulümlerin suç ortağı olduğumuzu unutmamalı ve dolayısıyla bütün imkânlarımızı bu halden kurtulma yönünde seferber etmeliyiz. Müslümanlığımız da insanlığımız da bunu gerektiriyor.
Bu ruhu ve bu bilinci edineceğimiz yer ve dahi ilham kaynağımız, tabii ki, mezarlar ve bizi zulme boyun eğdiren düşünceler değildir!