ABD’nin son Şam Büyükelçisi Robert Ford geçenlerde “Anadolu Ajansı”na yaptığı açıklamalarda, “Bence Washington’ın geneli ve Washington’daki pek çok analist, Amerika’nın YPG ile ilişkisinin Türkiye’yi ne kadar kızdırdığını anlamıyor” demiş. Büyükelçi Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik endişelerini Washington’ın ciddiye almadığını kaydediyordu.
“NATO”da sözde müttefik olduğumuz ABD’nin Suriye’deki davranışlarından öğreneceğimiz pek çok şey var tabii. Dünyanın öbür ucundaki ABD’nin Suriye’de yapmaya çalıştığı şeyin Amerikan halkının çıkarlarıyla ilgisi yok. Buna karşın sınırlarındaki gelişmeler Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla çok yakından ilgili. İsrail’e odaklı ABD’nin aldırış etmediği gerçeklik, bu.
Dünyanın birçok ülkesindeki kamuoyu araştırmaları ABD’nin müttefiklik ilişkisinin “güven verici” bulunmadığına dair sonuçlar veriyor. ABD’nin bu sonuçları değiştirmek gibi bir gayreti de görülmüyor. Kendini Dünyanın tek hegemonu olarak gören ABD, müttefiklik halkasında yer alan her ülkeyi “uydu ülke” gibi görüyor. Suud-i Arabistan’ın Çin ile kurduğu yeni ilişki biçimi bile ABD’yi ayıltmıyor. Satır aralarından anlaşıldığı gibi Suudiler, Çin ile müttefiklik ilişkisine girmiyorlar tabii ama Washington’a ABD dışında seçenekleri olduğunu söylüyorlar. ABD’nin kibirli, üstenci bakış açılarından rahatsız olan her ülke için de geçerli bu yaklaşım.
Sadece Körfez’dekiler değil Avrupalı müttefikleri de ABD’nin her şeye kendi dar merceğinden bakmasından rahatsızlar. ABD’nin Çin’e karşı “küresel cephe” açma girişimleri Avrupalıları tedirgin ediyor. ABD’nin “Yeni Soğuk Savaş” olarak nitelenen, Çin ile teknolojik, ekonomik, siyasi ve diplomatik ayrıştırma çabaları Avrupa’da aynı ölçüde makes bulmuyor. Avrupa ve Çin ekonomilerinin iç içe geçmiş olması ABD’nin zorlayıcı ayrıştırma politikasını kısıtlıyor.
Latin Amerika’da Çin etkisini sınırlama girişimleri yolunda gitmiyor. Asya-Pasifik’te durum pek farklı değil. Hindistan’da, Pakistan’da ABD’nin “güvenilir dost” olmadığına dair algılar hayli yüksek. Yeni Delhi merkezli “The Daily Guardian” gazetesinden Joyeeta Basu 30 Mart tarihli yazısında Hintlilerin ABD eski Dış İşleri Bakanlarından Henry Kissinger’a atfedilen “ABD’nin düşmanı olmak tehlikelidir, ama Amerika’nın dostu olmak ölümcüldür” sözüne inandıklarını belirtiyordu. Basu Amerikan medyasındaki düşmanca söylemlerin Hint halkını ABD’ye yabancılaştıracağı, gelişmekte olan Hindistan-ABD ortaklığının ciddi darbe alacağı uyarısında bulunuyordu. Yapılan anketlerde Hintlilerin Rusya’yı ABD’den daha güvenilir ortak olarak görmelerini şaşırtıcı bulmadığını söyleyen Basu’ya göre bu yüzyılın en önemli ortaklıklarından biri tehlikedeydi. Pakistan’da da Kisssinger’e atıf yapılarak, “Şüphesiz Pakistan onun sözünün gerçek bir örneğidir; Pakistan ABD dostluğunun gerçek kurbanı oldu” diyenlerin sayısı fazla.
Öteden beri İngiltere ve ABD’nin nüfuzu altındaki Avustralya’da bile “Çin politikası”na angaje olmanın ülke için hayırlı sonuçlar getirmeyebileceğine dair ciddi tartışmalar yaşanıyor. “RMİT Üniversitesi Sosyal ve Küresel Çalışmalar Merkezi” öğretim görevlisi Dr. Emma Shortis 2021’de “İstisnai dostumuz: Avustralya›nın ABD ile Ölümcül İttifakı” başlıklı bir kitap yayınladı. Avustralya, İngiltere ve ABD arasında “AUKUS Paktı”nın imzalanmasının hemen öncesinde yayınlandığı için kitaptaki görüşler çok tartışıldı. Shortis’e göre Avustralya ve ABD arasındaki “özel ilişki”ye yeni, cesur bir bakış atmanın, bu ittifakın gerçekte kimin çıkarlarına hizmet ettiğini sorgulamanın vakti gelmişti. Amerikan maceracılığını destekleme hevesini eleştiren Shortis Avustralya’nın ABD ve Çin arasında bir seçeneğe sıkıştırılmasını sorguluyor.
Güney Vietnam’ın eski lideri Nguyen Van Thieu “ABD’nin düşmanı olmak çok kolay, ama dostu olmak çok zor” demişti. ABD, müttefiki Güney Vietnam’dan ayrı olarak Kuzey Vietnam güçleriyle gizlide bir barış anlaşması yapmıştı. Ülkesinin sözde kurtuluşu için ABD’ye bel bağlamak gibi bir suç işleyen Thieu arkadan bıçaklanmış olmayı içine sindirememişti.
Küresel sistem çözülerek belirsizliğe sürüklenirken, ABD tarafından tehlikeli bir cepheleşme çağrıları yapılırken, Dünyanın her tarafında akıllara “Dost kim?, “Düşman kim?, “Biz Kimiz? soruları takılıyor. Yaşadığımız sürecin en önemli soruları bunlardır. Tarihe bakacak insanlar, yaşadıklarına bakacaklar. Sorulara verilen yanıtlar küresel düzenin kaderini tayin edecektir.