3 Kasım Ak Parti’nin iktidara geldiği tarihin 17’inci yıldönümü. “Genel başkan” sıfatıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil, Ak Partililer “2023-2053-2071 ufukları”nı zikrederek yıldönümünü kutluyorlar.
Aynı gün Ankara’da Saadet Partisi 7. Olağan Büyük kongresini yapıyor. Saadet’in kongre için 3 Kasım’ı tercih etmesi bir tesadüf olabilir mi? Sanmıyorum.
Ak Parti, Refah-Fazilet-Saadet çizgisinden ayrılanların kurduğu bir parti. Bu ayrılış tabii ki o çizgiyi zayıflattı. Hele Ak Parti’nin kuruluşundan hemen sonra iktidara gelmesi, bu yeni hareketi bir çekim merkezi haline getirdi.
17 yıl sonra bugüne gelirsek…
Bir süredir Ak Parti kendi içinde sıkıntılı. İçinden çıkardığı başbakanını, genel başkanını yedi. Bu, Ak Parti bünyesi için gerçekten dramatik bir gelişmeydi. Parti “Tayyip Erdoğan sonrası”nı tanzim edememenin sancısı içine girdi. Bu yüzden tüm sistem değiştirildi, Tayyip Erdoğan’ı hem Cumhurbaşkanı hem Parti Başkanı yaparak düze çıkmak hedeflendi. Ancak böyle yapıldığında da işin düze çıkmadığı görüldü. Bizzat Erdoğan “Partide metal yorgunluğu” olduğu tespitini yaptı. Halen “Metal yorgunluğu nasıl aşılır?” gündemi devam ediyor. Erdoğan’ın diliyle “Ömerler arayışı”na “Hatice’ler, Mus’ab’lar” da eklendi. Ancak bu “Sahabe damarı”nın partide karşılığının kalıp kalmadığı sorusu her yerde tartışılıyor.
Ak Parti’deki sancı denildiğinde ayrılışlara da işaret etmek lazım. Bir “Ayrılanlar kümesi” oluştu. Ve bu küme, deyim yerindeyse Tayyip Erdoğan ile birlikte “partinin omurga”sı denecek kişilerden oluşuyor. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan… Ve birlikte hareket eden pek çok başka isim.
Mustafa Yeneroğlu… Kendi partisinin iktidarına karşı hukuk sorgulaması yaparak, farklı bir parti aidiyeti örneği ortaya koymaya çalışırken “istifa”sı istenen yeni nesil “muhafazakar politikacı” örneği. “Evet, parti disiplini ama…” diyerek, insan hakları söz konusu olduğunda bir insanlık hamlesi yapılması gerektiğini gözlerin içine sokan…
İşin Ak Parti cephesi böyle. Tayyip Erdoğan, Ak Parti’yi yeniden Ak Parti yapmak gibi bir çabanın içinde. Aslında hala gündemde “Tayyip Erdoğan sonrası Ak Parti ne olacak?” gibi bir sorunun cevap arayışı var. “Muhafazakâr camia” Ak Parti tecrübesindeki artıların eksilerin muhasebesini yapmalı. Çünkü iş, sadece Ak Parti yönetim kadrolarının işi değil.
Ak Parti aslında kendine bakarken, paralel alandaki hareketlenmeyi de değerlendirmeli.
Saadet’in 3 Kasım’a denk getirilen Büyük Kongresinde Temel Karamollaoğlu’nun konuşmasına bakıldığında, bunun bir tür manifesto olduğunu görmemek mümkün değil. Davutoğlu’nun “içerde iken” açıkladığı manifesto gibi. Sanırsınız ki, Ak Parti’nin çıkış yıllarından bir mesaj getiriyor günümüze. “Yeni bir toplumsal sözleşme” diyor, “Çağrımız dindara sosyal demokrata” diyor, “Rövanş cumhuriyeti olmayacağız” diyor, “Kürt meselesi hak ve adaletle çözülür, çözümü sadece güvenlik eksenli politikalarda aramak meseleyi anlamamaktır” diyor, “Bu dava bu sevda, bu vatan bizimdir…Semah bizim, halay bizim, horon bizimdir. Munzur bizim, Fırat bizim, Kazdağları bizimdir.. Madımak bizim, Roboski, Başbağlar bizimdir. Yasin Börü, Eren Bülbül, Berkin Elvan bizimdir…” Bunlar, marjinal bir siyasi hareketin söylemleri değil, Türkiye’nin tüm sancılarını gören, ona bir bakış getiren hamle söz konusu.
Ne var? Heyecan var hiç kuşkusuz. İddia var. Niye var? “Ak Parti bitkindir, Türkiye’yi de bitirmektedir” kanaatine kuvvetle inanıldığı için var.
“Ak Parti’ye paralel alanda” dedim, iki siyasi oluşum daha var üstelik. Davutoğlu’nun hareketi, Babacan’ın hareketi.
Aslında her üç hareket, bir bakıma “Restorasyon” iddiası ile meydana çıkıyorlar. Zihni süreç şöyle: Ak Parti muhafazakâr birikimin siyasi iddiası idi. İyi hizmetler verdi ancak bir kırılma dönemi yaşadı ve içinden doğduğu birikime bagaj üretmeye başladı. Kendini yenilemeli.
Benim her üç harekette okuduğum zihni süreç böyle. Gördüğüm kadarıyla her üç hareket de hem fikri planda hem kadrolaşma planında hazırlık yapıyor. Herkesin zihninde “Böyle ayrı ayrı üç hareketin kıymet-i harbiyesi ne olur ki?” sorusunun olduğunu biliyorum. Bu sorunun üç hareketin merkezlerinde de sorulduğunu biliyorum. Halkın zihninde ise “Bölünmüşlüğün tüm zemine faturası olmaz mı?” sorusunun olduğunu da biliyorum.
Ak parti kendisini yenileyebilecek mi?
Üç hareket dağınıklığı giderebilecek mi?
Yoksa onların içinden birisi sürükleyici mi olacak?
Önümüzdeki zamanların siyasi gelişmelerinde bu soruların cevaplarını bulacağız.