PAZAR günü yapılacak seçimlerin Türkiye´nin siyasi ve iktisadi geleceği açısından büyük önem taşıdığı hakkında bir anlaşmazlık yok. Ülke, geçen haftaya kadarki kamuoyu yoklamalarına göre bundan sonrasıyla ilgili ikiye bölünmüş durumda. Gene de kimse kesin olarak seçmenin ne yapacağını söyleyemiyor. Ola ki seçmenin hatırı sayılır bir kesimi de pazar günü ne yapacağı konusunda nihai kararını vermiş değil.
Bu seçimlerden ne sonuç çıkarsa çıksın, yeni bir sistem için gerekli mutabakat sağlanamadığından dolayı pek çok konuda adım atılabilmesi güçleşecek, hatta imkânsızlaşacak. Yeni sistemin nasıl işleyeceğinin hâlâ bilinmemesi de yönetim konusunda hayli sorunlu bir dönemin yaşanabileceğine işaret ediyor.
Trump´ın Batı ittifakını darmadağın eden tavrı ve dünyayı bir ticaret savaşı eşiğine getiren tercihleri Türkiye konumundaki ülkelerin ekonomilerini de hayli olumsuz etkileyecek. Türkiye yalnızca dünyadaki ekonomik konjonktürden olumsuz şekilde etkilenmekle kalmayacak, bulunduğu ittifakın bildiğimiz haliyle yürümeyeceğine dair emareler sıklaştıkça dış politikasında da birtakım yeniden değerlendirmelere gitmek zorunda kalacak. Dış politika konusunda yapılacak tercihler slogan düzeyinde halledilebilecek türden değil.
Bir yandan Ortadoğu´ya balıklama dalmış olmanın ülkeye yüklediği maliyetin hesabını doğru yaparak yeni bir çizgiye geçmek gerekecek. Diğer yandan Batı ittifakının iki bileşkeni arasındaki sorunlar derinleşiyor; ABD Başkanı´nın Avrupa´ya ve özellikle Almanya´ya saldırıları yerleşik ilişkilerin bilinen çerçevede sürdürülebilmesini imkânsız kılıyor. Avrupa ile ABD ayrışırken Trump´ın hoyratlığı karşısında Avrupalı liderler birer pısırıklık abidesi halinde çaresiz kalıyorlar.
AB projesi kendi içinde çatlıyor. Almanya´daki siyasi kriz zaten kendisinden beklenen stratejik liderliği yapmaktan kaçan bu ülkenin, özellikle de hemen tüm önemli kararları zamana yaya yaya hiçbir karar almayan/aldırmayan Şansölye Merkel´in konumunu sarsıyor. Böyle bir ortamda her şeye rağmen Türkiye ekonomisinin bütünleştiği ve güvenlik açısından birlikte hareket etmekte çıkarı bulunan ülkelerle yeni bir iletişim zemininin nasıl kurulacağını düşünmeye başlamak gerekiyor. Özellikle göçmenler nedeniyle hem ABD´de hem de Avrupa ülkelerinin bir bölümünde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık patlama yapmışken.
Batı ittifakının sarsılması ve Avrupa´nın zayıflaması ?Batı çöktü? anlamına gelmiyor. Sadece Batı kalıp değiştiriyor anlamına geliyor. Hele hele Rusya ya da İslam dünyası yükseliyor hayallerini besleyecek herhangi bir veri sunmuyor. Yükseldiği gözle görülen Asya´da dahi dünya sisteminin, bizzat kurucusu tarafından böylesine düşüncesizce tahrip edilmesi sıkıntı yaratıyor. Zira ekonomik gücü tartışılmayacak bir Çin dahi dünya sisteminin liderliğini alabilecek kapasiteye sahip değil. Kore krizi beklenmedik şekilde bugüne dek zoraki müttefik konumundaki Güney Kore ile Japonya´yı bile birbirine düşürmüşe benziyor.
Bu konular günün acil konuları sayılmayabilir ve değiller. Ancak bunlar üzerinde düşünmek ve hazırlık yapmaya başlamak gerekecek. Türkiye her şeye rağmen coğrafi konumu ve yerleşik kurumsal ilişkileriyle yeni yapılanmalarda rol alabilecek kapasiteye sahip.
O bakımdan da seçimler, sonuçları ne olursa olsun, ülkedeki siyasi alanı genişlettikleri için çok yapıcı bir işlevi yerine getirdiler. HDP´nin Meclis´e girmesiyle muhalefet blokunun kampanya sırasında kullandığı dil ve Kürt meselesinde aldığı tavır, özellikle Ortadoğu politikasının bazı prangalarından kurtulmaya imkân tanıyabilir.
Bunun ötesinde, Türkiye eğer büyük hevese sahip olduğu dış politikada özerklik konusunda mevzi kazanabilmek istiyorsa hızla gerçekçi analizlere, diplomatik soğukkanlılığa ve ideolojiye ya da kaprislere teslim olmamış bir stratejik anlayışa dönmek zorundadır.