AKP sözcüsü Mahir Ünal’ın, hiçbir meşru bir gerekçeye dayanma ihtiyacı hissetmeksizin, ülkenin içinden geçtiği bu zor günlerde muhalefetin yardım faaliyetlerini paralel devlet ifadesi üzerinden kriminalize ettiği açıklaması, bir söylem analizine tabi tutulduğunda kendini açığa vuran şeyin sadece keyfilik olmadığı görülecektir.
İktidar (power) kelimesinin etimolojik kökeni, Fransızcada “pouvoir” ve Latincede “potestas” sözcüğüne dayanıyormuş ve “yetenek” anlamına geliyormuş. Demek ki yönetme eyleminin kendisi aslında bir yetenek gerektiriyor. İktidarın bu anlamda “meşrulaştırılmış güç kullanma yeteneği” şeklindeki tanımlaması da boşuna değil. Siyasal iktidar, toplumsal rızaya dönüşmedikçe dolayımsız bir şiddete dönüşür ve tiranlığı temsil eder. Tarihte bütün iktidarlar otoriter olsun ya da olmasın, mutlaka bir meşruiyet, yani toplumsal rıza arayışındadır. Toplumsal rıza, o toplumda devlete atfedilen değer ne ise, iktidar dendiğinde akla ne geliyorsa ona uygun olarak kullanıldığında yerleşik ve sürdürülebilir hale gelir.
Türkiye’de ise mevcut siyasal yapıya hâkim tahayyülün, yıllar önce iktidar basamaklarını tırmanırken arkasına aldığı toplumsal rızayı ve yönetme yeteneğini koruduğu söylenebilir mi? Bunu anlayabilmek iktidarın meşruiyeti ve toplumsal rızayı elde etme konusunda izlediği yöntemi evrensel bir kıstas üzerinden incelemekle mümkün. Örneğin; Ergenekon süreçleriyle ordunun siyaset üzerindeki etkisi nötralize edilene kadar AKP, iktidarını sürdürebilmek için ordunun hassasiyetlerini nispeten gözetse de sırtını devlete değil sivil topluma, bürokrasiye değil halkın taleplerine dayamayı tercih ediyordu. Bunu mecbur kaldığı için mi yapıyordu yoksa gerçekten sivilleşme ve özgürlük arayışları mı onu bu noktaya getirmişti ayrı bir tartışma konusu ancak gelinen noktada halkın iktidardan beklentileriyle iktidarın halktan beklentileri arasındaki ilişkinin giderek bir çatışma ilişkisine doğru evrildiği gözlemleniyor. Bu nedenle iktidar ömrünü uzatmak amacıyla halktan değil devletten ve müesses nizamın aktörlerinden medet umdukça bu makasın daha da açılması kaçınılmaz görünüyor.
Bu çerçevede AKP sözcüsü Mahir Ünal’ın, hiçbir meşru bir gerekçeye dayanma ihtiyacı hissetmeksizin, ülkenin içinden geçtiği bu zor günlerde muhalefetin yardım faaliyetlerini paralel devlet ifadesi üzerinden kriminalize ettiği açıklaması, bir söylem analizine tabi tutulduğunda kendini açığa vuran şeyin sadece keyfilik olmadığı görülecektir. Bunun yanı sıra, aslında devleti yöneten aklın, yani AKP’nin, meşruiyetin kaynağını hukuk ya da milli iradede değil de başka yerlerde aradığını göstermesi bakımından da ibretamizdir ve bu yönüyle de bir dönüm noktası sayılmalıdır.
Öte yandan başta CHP olmak üzere muhalefetin giderek gündemi belirleyen, dolayısıyla da meşruiyetini konsolide eden taraf olduğunu görüyoruz. Muhalefetin bu yapıcı tavrına karşı iktidarın engelleyici tutumu, yıllardır söylene söylene dillere pelesenk olmuş sözlerin artık anlamsızlaştığını, rollerin değiştiğini bizlere gösteriyor. Artık CHP’nin sadece eleştiren, yıkıcı muhalefet yapan taraf olduğu söylemi mevcut gerçekliği yansıtmıyor. Muhalefet partilerinin kontrolü altındaki belediyeler, gerek korona virüsü sürecinde hangi önlemlerin alınması gerektiği gerekse halkın yoksul kesimlerinin yardımına koşma noktasında inisiyatifi ele geçirmiş görünüyor. İktidar ise muhalefetin belirlediği gündemin arkasından koşuyor, polis gücüyle bu yardımları bloke etmeye çalışarak muhalefetin yakaladığı ivmeyi kırma çabasına giriyor.
İktidar olmak, yönetim ve icraatının kamuoyunda kabullenmesini sağlamaksa, iktidar şunu bilmeli ki bu yaptıklarını halka kabul ettirmesi oldukça zor. Modern ulus devlette merkezi yönetimin atamayla illere tayin ettiği valilere ek olarak seçimle işbaşına gelen belediyelere atfedilen konum, merkezi yönetimin yükümünü hafifletmek, merkezde aşırı güç birikiminin meydana getirdiği sorunlara bir nebze olsun çözümünü sağlamaktır. İhtiyaç sahibine yardım edemeyecek, merkezi hükümetin eksik kaldığı noktaları tamamlayamayacaksa o zaman belediyelerin varlığının ne anlamı kalır?
İktidarın yaşadığı meşruiyet krizinin bir diğer göstergesi ise bu krizi başka alanlarda kapatma çabası olduğu görülüyor. Ülkede sağlık çalışanlarına bile yeterli korunma temin etmekte sıkıntı yaşayan iktidarın ABD ve Avrupa ülkelerine maske başta olmak üzere tıbbi ekipman göndermesi bunun en açık örneği. Dünyadaki birçok otoriter yönetim, sırf güçlü olduklarına ilişkin bir imaj vermek, ABD ve Avrupa gibi ekonomik olarak gelişmiş ülkelere yardım göndererek kendi konumlarını perçinlemek istiyor. Türkiye de İtalya ve İspanya’ya yardım göndererek benzeri bir tutum içerisinde. Gönderilen yardımlara Türkiye bayrağı değil, Cumhurbaşkanlığı forsu konulması da aslında iktidarın bir taraftan Türkiye’nin uluslararası alandaki imajını neyle ikame ettiğiyle ilgili sembolizmi yansıtırken bu telafi çabaları, yaşadığı meşruiyet krizinin ne kadar derin olduğunu da bizlere gösteriyor.
İslam Özkan kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.