“Süreç” var ya, Bahçeli ile Öcalan’ın en çok sahiplendiği, DEM’in de Öcalan cihetinden heyecan duyduğu süreç… En nihayet, İmralı Heyeti’nden iki ismin Cumhurbaşkanı ile de görüşebilmesiyle bir kademe yükseldi, denebilir.
“Barış” ve “silahların susması” en çok tedavülde bulunan üç kelime… Ancak gene de “Kürt sorunu” denen alanda ne olacak pek bilen yok. Yoksa hakikaten yok muydu “Kürt sorunu” denen bir şey?
Benim gözlemim, DEM cenahı, “Hele bir Öcalan’ın şartları düzelsin” beklentisini heyecan kaynağı olarak değerlendiriyor.
Acaba DEM’de “Kandil’in askeri vesayetine karşı Öcalan seddi oluşturmak” gibi bir heyecan da var mı, sanki…
İmralı Heyeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü, ne kattı bu görüşme sürece diye bakıldığında, Heyet’te yer alan Pervin Buldan’ın, taaa İtalya’da yaptığı açıklamaya göre bir kere “Cumhurbaşkanı’nın sürece mesafeli durduğu” izlenimi ortadan kaldırıldı. İkincisi de yine Buldan’ın ifadeleriyle “Elimizde net bir şey yok” dese de, “Öcalan’ın fiziki özgürlüğü”nün de altını çizen şöyle bir perspektif çıktı geleceğe dair:
“Çıkarılacak olan yasal hazırlıklar, yasalar, atılacak olan adımlar, olması gerekenler, beklentiler; bütün bunları sayın Cumhurbaşkanı ile de görüştük. Çünkü sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğüne kavuşabilmesi için özgür çalışma koşullarının oluşması başta olmak üzere yasal hazırlıkların hızla hayata geçirilmesi gerekiyor. Sayın Öcalan‘ın bu süreci ilerletebilmesi için uygun koşullar değil. Sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları değişmediği sürece sayın Öcalan’ın başarılı bir şekilde ya da verimli bir şekilde bir çalışma yürütmeyeceğini hepimiz biliyoruz. O yüzden diyoruz ki, hızlıca adımlar atılsın. Sayın Öcalan’ın koşulları değişsin, yasalar çıkarılsın ve bununla birlikte aslında barışa giden yol örülsün.”
Şu ifadeler de Buldan’a ait:
“Adalet Bakanı ile bir görüşmemiz olacak. Sonra ardından muhtemelen İmralı adasında sayın Öcalan’la bir görüşme daha yapacağız. Bu sürecin birkaç ay içerisinde tamamlanması öngörülüyor. Haziran sonuna kadar sürecin tamamıyla başarıya ulaşması bekleniyor. Bu sayın Öcalan açısından da böyle, devlet yetkilileri açısından da böyle. Hepimiz umutluyuz, hepimiz barışa daha yakınız. Çünkü Sayın Öcalan, ‘Ben bu konuda, barış konusunda barışı geliştirecek bir kudrete bir iradeye sahibim’ diyor. Dolayısıyla biz de sayın Öcalan’ın arkasındayız. Ya barış ya barış diyoruz.”
Demek ki “Haziran sonu” gibi bir takvim var “hem Devlet, hem Öcalan, hem de DEM tarafından” üzerinde çalışılan…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bilgisi içinde…
Nedir orada olacak olan?
Meselâ “Öcalan’ın fiziki özgürlüğü” denen şey nedir?
Öcalan’ın “barışı geliştirecek irade ve kudreti” nasıl bir siyasi role dönüşecektir?
Kandil’in ve uzantılarının kontrol ettiği silâhlı yapının tasfiyesi elbet siyasi – hukuki – belki diplomatik bir düzenlemeyi gerektiriyor. O nasıl olacak, onu göreceğiz.
Abdülkadir Selvi, İmralı Heyetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesini değerlendirdiği yazısının sonunda şöyle ilginç bir not düştü:
“PKK silâh bırakıp, kendini feshettikten sonra Irak’ta ve Türkiye’de silâh bırakacaklara ilişkin mekanizmalar devreye girecek. “Demokratik dönüşüm” süreci başlayacak.
“Bu sürecin başarıyla sonuçlanmasının sadece terörle mücadeleye etkisi olmayacak. Önemli siyasi sonuçları olacak. Üzerindeki Kandil baskısı kalkmış olan DEM Parti daha bağımsız karar alabilecek. DEM Parti, Öcalan partisi olacak.” (Hürriyet, Selvi, 11 Nisan 2025)
“Kandil baskısı kalkacak, DEM Parti Öcalan’ın partisi olacak.”
Ben de yazının başlığında “Öcalan DEM’e kayyım atanır mı?” diye sordum ya, ne ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Keşke, diyorum, Öcalan yakalandığında “Devlete her türlü hizmete hazırım” dediğinde, Bahçeli gibi bir “siyasi akıl” “Bu adamı değerlendirelim” deseydi… 25 yıl heba edilmiş olmaz, bunca kan akmazdı değil mi?
Cleudia Roth var hani, Türkiye – AB ilişkilerinde aykırı duruşları bilinen kritik bir isim, Kürt sorununda da duyarlıdır. Şimdilerde Alman Kültür Bakanı. Cansu Çamlıbel’e mülakat vermiş, t24’te… DEM’li siyasetçiler nasıl okur bilmem ama, onun “Süreç”e bakışı, demokrasi ve barış beklentisi ile ilgili kuşkuları var, şöyle:
“Bunun gerçekten bir barış süreci olduğundan emin değilim, Erdoğan’ın muhalefeti bölme oyunu olarak görüyorum.”
“Bugün gerçekten bir barış süreci olsaydı ne kadar da iyi olurdu. Ama barış dediğiniz şey her şeyden önce demokrasiye dayanır. Barış demokrasi olmadan olmaz. Ve bugün Türkiye’de öğrencilere, gazetecilere, üniversitelere ve Ekrem İmamoğlu'na yapılan şey demokrasiyle izah edilemez.”
İlginç zamanlarda yaşıyoruz, evet. Bahçeli başlattı, Öcalan ve DEM sahiplendi, Erdoğan kademeli olarak devreye girdi, barış – demokrasi sözcükleri tüketildi ve Silivri ülkenin sembol demokrasi – hukuk standardının dibe vuruşunu sembolize eder hale geldi. Meydanlar “cunta” ithamları ile çalkalanıyor. Ve tüm bu demokrasi – hukuk açığını ülkeyi yönetenler cayır cayır dolar yakarak kapatmaya çalışıyor.
Ve 28 Şubat günlerinin cesur yüreği Nuray Mert “Korkuyorum” diyerek siyasi yazı yazmaya son veriyor. Yaşadığımız günlere kapak olsun diyedir…