Ne İlhan Kesici, ne Mehmet Bekaroğlu, ne de müftü İhsan Özkes, İmamoğlu kadar CHP içinde “İslam” kimliği ile yüzleşmeyi sağlayamamıştı. Lütfü Doğan, CHP’nin boynunda nazarlık muskası gibi duruyordu.. Yaşar Nuri, muhafazakâr kesimden muhafazakârlara karşı kullanılmak üzere bir devşirme gibi, “Dinde Reform” programının ılımlı bir misyoneri gibi duruyordu. Bu katılımlar; CHP içinde “sağ”, “muhafazakar” bir katkı, katılım, rasyonel, pragmatik, “kazan-kazan” bir iş birliği olarak değerlendirildi.
CHP, içinde hep bir “ilahiyatçı” bulundurdu. İnönü zamanında da bu böyleydi. Börekçisi vardı onların. Müslümanları kontrol altında tutmak için madem siyaset vardı, TSE damgalı Tevhidi Tedrisat çatısı altında İlahiyat, İmam-Hatip, Kur’an Kursu vardı, bu da olmalıydı.
Bu konuda Demirel daha “cömert” davranıyordu. Yanında birkaç müftü, milliyetçi muhafazakâr isimler haricinde cemaat bağlantılı isimlere de kadrosunda yer veriyordu. Dahası CHP’liler gibi bu isimleri perde gerisinde tutmak yerine yanında, halkın önüne çıkartıyordu. Demirel, Adnan Oktar gibi inşallah, maşallahı dilinden düşürmezken İnönü tam bir “Kemalist muhafazakâr”dı ve “Allah” bile dememeye özen gösteriyordu. “Hiç Allah demiyorsunuz” diyen bir gazeteciye İnönü “Allahaısmarladık” demiş, ardından da “duydun ‘Allah’ dedim” demişti. Demirel bu anlamda tam bir oportünistti. İcabında, yerine ve adamına göre, solcular ona “Morrison Süleyman” derken o “Çoban Sülü”, yanında “İslamköylü Süleyman” adını da kullanıyordu. İnönü, dine ve dindarlarla arasına hep mesafe koydu.
Aslında CHP-MSP koalisyonu, yine pragmatik olarak özellikle CHP için, yukarıdan yapılan telkinler sonucu “zorunlu” bir iş birliği idi. Ama deklare edilmese, dışa vurulmasa da aslında Ecevit’le dindarlar arasında sadece siyasi değil, entelektüel bir yakınlaşma da oldu.
Aslında sosyalistlerin dinle ilgisi ekim devriminden sonra Bakü konferansı ile başladı ama devam etmedi. Türkiye’de sosyalistlerle ilk yakınlaşma “Mihri Belli” vesilesi ile oldu. Yine devam etmedi. Alevilerle temas; cemevleri üzerinden yapılan din, mezhep, tarikat, mabed, mabud, ibadet, abd ve Hz. Ali üzerinden yapılan tartışmalar, beraberinde Allah, kitap, ahiret, melek, cin, şeytan tartışmasını beraberinde getirdi.
Bir dönem, M. Ali Aybar, Uğur Mumcu, Seyfettin Gürsel, Toktamış Ateş, Şanar Yurdatapan, İdris Küçükömer, Asaf Savaş Akat, Zekeriya………. Ve benzeri kişilerle diyaloğumuz toplumun bu kesiminde farklı tartışmaları da beraberinde getirdi.
Başörtüsü direnişinin ardından o el ele insan zinciri aslında bir kırılma noktası oldu.
80 sonrası mazlumiyet ve demokrasi, liberalleşme insan hakları tartışmalarında inanç özgürlüğü en temel konu başlıklarından biri idi.
Sonuçta solda dine olan ilgi giderek arttı. Dindarlar bir yandan sağcılıktan vazgeçerek, muhafazakâr söylemi terk ederken, sol ve Kemalistler giderek muhafazakârlaştılar ve içe kapandılar. Söyleyecekleri yeni bir şey yoktu. Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorlar ve geçmişte yaptıklarını başa kakıyorlar, toplumun adeta kendilerine mecbur olduğunu, ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler onaylanmayı ve alkışlanmayı bekliyorlardı. Kıyafet, deri tartışmaları, andımız, dinleştirilen resmi ideoloji, ezberletilen resmi tarih, bireysel planda camilere, toplumsal planda mabetlere hapsedilmeye çalışılan bir din. Din=irtica, dindar=mürteci! “Türk âleminin en büyük düşmanı irticadır, her görüldüğü yerde başı ezilmelidir” anlayışına döndü iş.
Bugün, CHP’nin ağırlıkta olduğu bölgelerde cami cemaatinde göreceli bir artış var. Hem yaşlı hem genç, hem kadın hem erkek, hem zengin hem yoksul, hem okumuş hem okumamış, her kesimde bir dine yöneliş var. Partilerini değiştirmeseler de bugün CHP tabanı düne göre daha dindar. Bu din; Kur’an, siret ve sünnetle birebir örtüşmese de böyle. Biraz dindarlar da sekülerleşti. Bu Müslümanlık onlara zor gelmiyor, bir kısmı da dinle giderek daha fazla yüzleşiyor ve internet medyasındaki tartışmalardan elde ettiği bilgilerle kendine bir yol çizmeye çalışıyor. Çünkü bizdeki mevcut ne olduğu belli olmayan cemaat yapısı, mezhep tartışmaları sebebi ile insanlar neye, kime inanacağından çok emin değiller.
Şunu söyleyeyim, sağcı, milliyetçi, muhafazakâr kesimdeki matematik çözülme kadar CHP tabanından matematik olarak dine yöneliş var. Bu oransal olarak, CHP tabanından dine yönelişin daha yüksek olması sonucunu doğuruyor.. CHP tabanında laikçi fanatiklerin sayısında göreceli bir azalma var. Kemalizm de artık giderek daha yaşlı ve fanatik kesim için bir anlam ifade ediyor.
Temelde, ciddi anlamda sekülerleşme, deizm ve agnostizm söz konusu. CHP, toplumu yeteri kadar laikleştiremedi ama AK Parti döneminde toplum büyük ölçüde sekülerleşti. Dini sembollerin görünürlüğü daha fazla, folklorik ve geleneksel olarak dindarlık yüzeysel olarak daha genişlese de, derinliğini büyük ölçüde kaybetti.
Kuşkusuz bundan F. Gülen hareketi ve o paraleldeki dini cemaat yapılarının ve cemaat-siyaset ilişkisinin büyük payı var.
Servet ve iktidar Müslümanları bozdu. Müslümanım diyenlerin serveti ve gücü, aklının ve imanının önüne geçince çok büyük bir savrulma yaşandı ve inandıkları gibi yaşamayı bırakıp, yaşadıkları gibi inanmaya, iktidar ve servete ulaşmak için birbirleri ile yıkıcı bir rekabete giriştiler.
Birçok Müslüman görünümlü kişi, aslında bugün Müslümanların yüzkarası ve insanlar onlara bakıp Müslümanlıktan soğuyorlar.
Müslüman görünümlü bu fasıklar topluluğu, tövbe etmek, günahlarından sıyrılmak yerine, karşısındakilerin geçmişteki yanlışlarını, düşmanlıklarını hatırlatarak, insanlara ölümü gösterip onları hastalığa razı etmeye, onların kendilerinden çok daha kötü oldukları için kendilerinden razı olunması gerektiğini iknaya çalışıyorlar. Oysa fırsat buldukları ölçüde bu insanlar her gün biraz daha fazla onlara benziyorlar ve çıkarlarını tehlikede gördüklerinde onlar gibi tepki veriyorlar.
İşin ilginç yanı, dün laikçi dayatmaya karşı direniş başörtülü kadın üzerinden veriliyordu, bugün de sekülerleşme mücadelesi İstanbul Sözleşmesi ve cinsiyet tartışması üzerinden başörtülü kadın tarafından veriliyor. Cumartesi Anneleri, çocukları dağa kaçırılan çocukların anneleri, kadın sağda da solda da giderek daha fazla siyasi bir nesneye dönüşüyor.
Ve bu süreçte her şey nesneleşmesi yanında meta’ya dönüştürülüyor, polemik konusu yapılıyor. Din, siyaset, tarih, sağlık her şey magazinleştiriliyor.
Halimiz bu. Şenocak, kadın bedenini cinsel meta olarak kullanan medyadan söz ediyordu geçen gün. Sahi onlar kim. Kim kimlere benzemeye başladı. Neyse durum ortada. Ben birçok medya organı arasındaki farkı farkedemiyorum adeta bu konu ile ilgili olarak. Selam ve dua ile.