Antakya eşrafından Bereketzade Cemil Ağa, Akifi Hilvan inzivasında tanımış ve candan sohbetine doyamamıştı.
Cemil Bereket:
--“Türkiye Cumhuriyetinin Milli marşını yazan büyük şairimizi aramızda görmek bizim için paha biçilmez bir şereftir !” diyordu.
Antakya ileri gelenleri arasında müşavere edildi ve görev taksimi yapılarak karara varıldı.. Davet sahibi Cemil Ağa, davet elçisi de Akifle yıllar önce İstanbuldan yakın tanışıklığı olan, Yüzelliliklerden, Antakya lisesi edebiyat öğretmeni Kozanlı Ali İlmi Fani olacaktı.
Hiç vakit kaybetmeden yola çıkıldı. Ali İlmi bey Beyruta geldi ve Suk-ül Garp yaylasına tırmanıp, Akifi hem dinlendiği, hem de tedavi olduğu otel odasında buldu. Karşılıklı gönül alıcı sözlerden sonra Ali İlmi bey: kendisinin Lübnan toprağına geliş sebebini ve teklifini lisanı münasiple ifadeye çalıştı.
-“…Efendim sevenleriniz İskenderun Livasında sizin yolunuzu hasretle gözlüyorlar. Burada yalnız başınıza kalmanın da bir manası yok. Bol oksijenli havası ve meşhur Zugaybe suyuyla Antakyanın iklimi Beyruttan daha sağlıklı. Tabiblerimizin kontrolünde aşılarınız da yapılır…”
Böyle zor zamanda aranmak, hasta halinde Şairi çok duygulandırmış ve mutlu etmişti. Cemil Ağanın ve İskenderun Sancağındaki aydınların selamlarını ilettikten sonra, Onu yine lisanı münasiple Antakyaya davet etti. Akif bu nazik daveti bitkin ve yorgun olduğu halde, memnuniyetle kabul etti.
Halep üzerinden ve 9 ağustos 1935 günü Antakyaya ulaştılar. Yol yorgunu olan Şair, bir gün dinlendikten sonra Antakyalı sevenleriyle tanışmaya başladı. Cemil Bereket, bugün Hatay Vilayet binasının karşısındaki görkemli konağını ona tahsis etti.
Antakyada yayınlanan, Ankara yanlısı ve işgale direnen Altınözü, Vahdet, Doğruyol ve Yıldız gazetelerinde tarihi ziyarete yer verildi. Yenigün Gazetesinin 11 Ağustos 1935 tarihli nüshasında Akifle ilgili haber manşetten geçiyordu.
MEHMET AKİF ŞEHRİMİZDE
On yıldan beri Türkiye dışında ve en çok Mısırda oturmakta olan “Safahat” müellifi Mehmet Akif, iki gün evvel Halepten şehrimize gelmiştir…”
Akif zamanın büyük bir bölümünü Bereketzade Cemil Ağanın konağında halkla sohbet ederek değerlendiriyordu. Her gün Asi nehri kıyısında düzenli olarak yürüyüş yapıyor ve sonra da dinlenmeye çekiliyordu. Şair, yıllardır yaşadığı Mısır gurbeti ve çöl sıcaklarından,iklimi,coğrafyası ve sosyo-kültürel yapısıyla Anadolunun doğal uzantısı olan Antakyada gönüldaşlarıyla kucaklaşıp,hasret giderdi. Halkın işgal acısını ve Anavatana hasretini birlikte yaşadı. Kötü günlerin ömrü kısa olacaktı. Onlara umut ve moral verdi, sıkıntılarını sohbetlerle paylaştı.
Ali İlmi Fani, Filozof Rıza Tevfik’e yazdığı 14 ağustos 1935 tarihli mektubunda konuya şöyle değiniyordu:
-- “Perşembe akşamı Akif Beyefendiyle beraber Halep’e yetiştik. Geceyi Refik Halid beyin yanında geçirdik. Ferdası sabahı Antakyaya geldik. Kendisini Bereketzade Cemil Beyin konağına misafir eyledim. Cemil Beyle Hilvanda tanışmışlardı. Hakkında pek ziyade hürmet göstermekte ve bu suretle istirahatını temine çalışmaktadır. Akif Bey vaziyetten pek memnundur, ancak kendisinden bir saat ayrılmak dahi kabil olmadığından benim hürriyetim elimden gitmiştir. Hatta şu kısacık mektubu bile size beş gün sonra yazmaya vakit bulabildim… “
Sağlığı dolayısıyla, Akife :fazla yormadan günübirlik kısa turlar düzenleyerek ve çift kadananın çektiği payton-hantürlerle yakın çevredeki mesire yerleri gezdirildi. Asırlık çınar gölgeleriyle Narlıca yolu üzerindeki Maşuklu, suları ve şelaleleriyle ünlü Harbiye ve Tosunpınarda leziz memleket yemekleri ikram edildi. Akifin bir aylık Antakya ziyaretinin üç günü hariç hepsi de şehir merkezindeki Cemil Ağanın konağında geçti. Sadece üç gün de Tosunpınardaki Halefzade Mesrur Ağanın çiftlik konağında geceledi.
Akifin 1935 yılınsa misafir edildiği Konak şimdi Tosunpınar Ortaokulu olarak değerlendiriliyor.
Şair : Antakyadan, İstanbulda bulunan prenses Emine Abbas Halime yazdığı mektupta bu şehri ve halkını övmekten bitiremiyor.
“…Antakya şehri sırtını Habibi Neccar dağına vermiş, ayaklarını Asi nehrine uzatmış, gözlerini de karşıki Toros cibaline dikmiş, ağaçlık, bahçelik, zeytinlik, bağlık, sulak, yemyeşil bir Türk yurdu…
Değersiz eserleri dolayısıyla fakire gıyaben aşina çıkan ahali, fevc fevc ziyaretime geldiler. Davet davet alıp dağlara, bahçelere, bağlara götürdüler. Hele konağına indiğim Cemil Bey, ev sahipliğini bendenize devrederek, mahcup bir misafir gibi kendisi bir köşeye büzüldü. Ahçılar, hizmetçiler bütün emirleri bendenizden telakki eder oldular. Asıl beylerine hiçbir şey sormaz oldular.! Asalet mutlaka kendini gösteriyor. Asil adam ne kadar düşse, gene sağlam bir tarafı kalıyor…”
Gördüğü samimi ilgi ve misafirperverlik onu çok mutlu etmişti. Tabiplerin tavsiye ettikleri gibi beslenme disiplinine riayet ettiğinden çok rahatlamıştı. Üşüyüp-titreme ve arkasından yüksek ateşle seyreden bir nöbet geçirince 22 Ağustos 1935 günü Akife tekrar sıtma aşısı yapıldı.
Bereketzade Cemil Ağanın konağında bazı gece sohbetler, künefe-kerebiç ve taş kadayıf ikramlarıyla sabah ezanına kadar sürerdi.
Fransızlara karşı direnen Osmanlı torunu, bağımsızlık yanlısı çeteler, Ubeydiye üzerinden gelip ansızın Cisir Hadid karakolunu çapraz ateşe alarak sekiz askeri öldürdüler. İşbirlikçi milislerin kılavuzluğunda ve cebri gece yürüyüşüyle üstün silahlarla donanmış bir Fransız ordusu iz sürerek Aşağı Kuseyr yaylasına indi. Fransız birliklrine karşı çarpışan Çetelere devamlı yardımlarıyla destek veren Beberte köyü baskınında dört şehit verdik. Harmanlar yakıldı, döven ve cercerlere koşulu büyükbaş hayvanlar kurşunlandı. Hele çete İzzettin Konuralpe yataklık eden Büyükburç köyü Amık yolu ve Yanıkali üzerinden cebel toplarıyla bombardıman edildi.
Fransız lejyonerlerine karşı dişediş-gözegöz çarpışan çetelerimiz Fransız ve paralı askerler-lejyonerlere karşı tam bir taciz sebebiydi. İşgalden sonra ilk dört yıl çete savaşlarıyla İşgalci düşmanların sesi-soluğu kesilmişti. Silahlı mücadelede kesin sınırlarla dost belli, düşman belliydi. Ama on beş yıllık belirsizliği ancak Ankaranın müdahalesi çözebilecekti. Ali İlmi Fani, Ankaradan gelen Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan Yayladağlı şair Ahmet Türkmen (Teymur)”un “Firakından ey Antakya kara bahtım sana ağlar” diye başlayan şiiri Akifin huzurunda okudu:
Hilal gitmiş, salip gelmiş ne matem tutmuş afakın,
Bahar ağlar, harif ağlar, sana Seyf-ü şita ağlar
Ezan mahkum, Salip hakim aman ya Rab nedir hikmet?
Buna elbet diyar ağlar, melek ağlar, sema ağlar.
Garip bir hükm ile Misak-ı Milli nakzedilmiştir.
Bu davada değil millet, desatiri kaza ağlar.
Yetim kalmış bu yerlerde hezeran Türkün evladı.
Eder feryad mezalimden, felekde ses-seda ağlar.
Belayı dehrile bağrım nasıl yanmış ki ey Teymur!
Hayat benden kaçar, eninimden cefa ağlar…
Safahatın duyarlı şairi bu mısraları yüreği kabarak ve duygulanarak dinledi, gözleri doldu.
Akif Antakya halkının Fransız işgalinden duyduğu ezikliği ve Anavatan hasretiyle hürriyete olan zaptedilmez arzusuna yakından şahit oldu. Minarelerde okunan ezanla, çevresinden kulağına ulaşan, Türkçenin Arapçayla zenginleşen şeker gibi Antakya şivesi, Ona Fatihte geçen gençlik yıllarını hatırlatıyordu. Üsküdarı, Beylerbeyini, Çamlıcayı hatırlatıyordu…
Camlı kahvenin gramofonlarından son melodiler etrafa yayılıyor. “Bağdatın hamamları-Yanıyor külhanları…” arkasından, ”Şu karşıki dağda kar var duman yok” Akif bu türküleri zevkle dinliyordu.
Asi nehri doluluğunca ve üzerinde sürükleyip götürdüğü kütüklerle birlikte, Süveydiyeye doğru akıp gidiyor. Müziğe karşı büyük ilgisi ve sempatisi olan Akifin, Antakya türküleriyle kulakları yıkanıyordu. Yenikapı ve Sultanahmetteki gelenekler Antakyada aynen yaşanıyordu. Bu ne büyük mutluluktu.
Kaynak: hertaraf.com