"Din size anahtar teslimi gelişmişlik, mutluluk ya da sağlık vaat etmez. Din bize ışık tutar, bize rehberlik eder. İslam dünyası olarak insan hakları, kadın hakları ya da kişisel özgürlükler gibi kavramlarla barışmalı ve cinsiyet ayrımcılığını geride bırakmalıyız.”
(Ali Bardakoğlu, BURSİAD konuşmasından)
Tarih boyunca insanlar, kadınların hakları ve sosyal konumu üzerinden tartışma ve değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Kadın ve erkeğin konumu ile cinsiyetlerine yüklenen rollerin belirlemesinde inançlar ve gelenekler etkili olmuştur.
Doğuran kadın, emziren kadın, pişiren kadın, hasta bakan kadın, yaşlı bakan kadın; evde, bağda, tarlada çalışan kadın, fabrikada asgari ücrete mahkûm olan kadın… Şiddete maruz kalan, taciz edilen, tecavüze uğrayan, aile içi istismara maruz kalan, öldürülen kadın. Karar veren erkek; taciz eden, tecavüz eden, şiddet uygulayan ve öldüren de erkek.
Hem kadınları öldürmek hem de kadınlar gününü kutlamak ne yaman bir çelişkidir! Gazetelerin orta sayfalarında hemen her gün birkaç kadının cinayete kurban gittiğini okuyoruz. Kimisi töre adına, kıskançlık adına, imdat çığlıklarına ve onca şikayete rağmen sırtı sıvazlanıp salıverilen kocaları veya kendi akrabaları tarafından insanların gözü önünde katlediliyor.
Küçük kız çocuklarının tecavüze uğradıktan sonra gönüllü ilan edildiği ve tecavüzcüsüyle evlendirildiği bir toplumda kadınlar gününü kutluyoruz. Özellikle Güneydoğu’da askerler tarafından alıkonulup günlerce tecavüze maruz kalan, serbest bırakıldıktan sonra da intihara sürüklenen kadınların tecavüzcülerinin tutuksuz yargılandığı, hakimlerin kadın katillerine “iyi hal indirimi” uyguladığı bir ülkede kadınlar gününü kutluyoruz.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunun tahminine göre, dünyada her sene yaklaşık beş bin kadın veya genç kız, töre veya namus cinayetine kurban gitmektedir.
Tarihsel sürece bakıldığında, demokrasinin ilk ortaya çıktığı antik Yunan’da kadınlar vatandaş sayılmazdı. Kadının asli görevi erkek çocuk doğurmaktı. Platon “Bazı erkekler, dünyaya tekrar geldiklerinde, erkeğe yakışmaz veya ahlaka aykırı hayatlar yaşadılarsa, bir sonraki dünyaya gelişlerinde kadın olarak doğduklarını iddia etmek akla yatkındır.” der. (Platon, Timaeus Diyaloğu)
Eski Roma’da evlenen kadın erkek egemenliği altındadır. Kamusal alan kadına kapalıdır.
Eski Hindistan’da kocası ölen kadın da kocasının cesediyle birlikte yakılırdı. Bu uygulamaya Sati adı verilirdi. Sati’yi uygulayan kadınlar kutsal kabul edilir ve yüksek itibar sahibi olurdu. Bunu reddeden kadın da lanetlenmiş kabul edilirdi. Bu uygulama, kuzey Hindistan’ın Pajput ve Hint kast sistemindeki topluluklarda az da olsa hâlâ uygulanmaktadır.
Klasik Yahudi kültüründe kadına “güvenilmemesi ve sır verilmemesi “gerekirdi. Kadın; “Adem’i yalnız bırakmaması ve ona yardımcı olması” için yaratılmıştır. Kadın kocasının ayaklarını yıkamazsa sopayla cezalandırılırdı. Safarad Yahudileri her sabah “Şelo asar’i işa” (kadın olarak yaratılmadıkları için edilen şükür) duası yapmaktadırlar.
Hristiyanlık kültüründe de kadın erkek için yaratılmıştır. “Kadının başı erkek, erkeğin başı Mesih, Mesih’in başı da Tanrı’dır”. Bugünkü Hristiyanlığın en güçlü figürü olan Tarsuslu Aziz Pavlus’a göre “Erkek başını örtmez; o Tanrı’ya benziyor, başını kadın örtmelidir”. Aziz Augustine ise “Kadın, kadın olmaktan utanmalıdır” der.
Geleneksel Müslümanlık anlayışında da “Kadın erkeğe nispetle eksik yaratılmıştır ve ahlaki kavrayıştan yoksundur.” Birçok İslam aliminin eserlerinde “Şayet kadın olmasaydı erkek şüphesiz cennete gidecekti.”, “Kadına itaat etmek pişmanlıktır.”, “Kadınlara yazı yazmayı öğretmeyiniz.”, “Kadın için iki koruyucu vardır; kabir ve koca” gibi İslam’ın özüne aykırı düşüncelere rastlamak mümkündür. Günümüzde bazı tarikatların kız çocuklarının okumasına karşı çıkmasının referansı da bu tarz yayınlardır.
Bizdeki “Dayak cennetten çıkmadır” ile “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” deyimleri, söz konusu geleneksel anlayışla paralellik arz etmektedir.
“Kadının dini eksiktir”, “Cehennemi kadınlar dolduracaktır”, “Kadınlara muhalefet ediniz zira onlara karşı çıkmakta bereket vardır” şeklinde hadisler bile uydurulmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, Tevrat’ta anlatılan yasaklı meyveyi kocasına yedirmesiyle başlayan cennetten kovulma hikayesi, yani günahkâr Havva figürü tüm kültürleri beslemiştir.
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resul’üne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azizdir ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71) ayeti, İslam’ın kadınlar hakkındaki eşitlikçi görüşünü özetler niteliktedir. Gene Hz. Peygamber; “Kadınlar ile erkekler bir ağacın iki dalı gibidir.” der (Tirmizî). İslam’a göre herkes Allah’ın huzurunda eşittir.
İslam öncesi Cahiliye Arap toplumunda kadın sadece tüketen bir varlık olarak kabul görürdü. Kabile yasasında kadınlar yer almazdı. Savaşlarda esir düşüp “cariye” olarak satılma ihtimali hep dikkate alınırdı.
Arap toplumunda kız çocuklarını diri diri gömdükleri tarihi bir vaka. Cahiliye toplumunda görülen bu davranış biçimi Kur’an tarafından net bir şekilde yasaklanmıştır. “…Diri diri toprağa gömülen kıza hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda, defterler ortaya serildiğinde, gökyüzü sıyrılıp açıldığında, cehennem ateşi harlatıldığında, cennet yaklaştırıldığında, o gün her insan, kendisi için ne hazırlamış olduğunu görecektir.” (Tekvîr, 8 – 14).
Arabistan’da görülen kıtlık ve yokluk nedeniyle de kız çocukların öldürüldüğü rivayet edilir. Çölde yaşayan Araplar arasında yaygın bir davranış olması bu nedenledir. Kur’an-ı Kerim bu gerekçenin geçerli olamayacağını ve suç teşkil ettiğini belirtir: “Geçim endişesiyle çocuklarınızın canına kıymayın. Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur. (İsra, 31)
Tarihte savaş da üretim de kol gücüyle yapıldığı için erkek “cins-i latif” dedikleri kadına egemendi. Erkek gücüyle, kuvvet ve hakimiyeti temsil ettiği için ön plana çıkıyordu. Zamanla ‘kafa’nın yani bilginin öne geçmesiyle kadın da eşit olarak görülmeye başlandı.
Siyaset ve hukuk alanında önce özgürlük ve eşitlik düşüncesi, akabinde kadın hakları harekete geçti.
Anadolu’daki ilk kadın örgütü, Ahilik teşkilatının kadın kolu olan ‘Baciyan-ı Rum’dur, başkanı da Fatma bacıdır.
Osmanlı’da kadınların durumu nispeten daha iyiydi. Ticaret yapabiliyorlardı, vakıfların yüzde 36’sı kadınlar tarafından kurulmuştu. Evlilikte söz hakkı aileye aitti, boşanma erkeğin hakkıydı. Çok eşlilik, saray çevresi dışında pek kabul görmüyordu. Abdülhamit döneminde Mecelle’nin yazarı Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım, kadın hareketinin öncüsü olarak karşımıza çıkıyor.
Kadınların seçme ve seçilme hakkını programına alan ilk parti ise 12 Ağustos 1930’da Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Fırka’dır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı ise 1934’te yasalaştı. Ne var ki, üzerinden neredeyse 90 yıl geçmesine rağmen, siyasi temsil noktasında kadın erkek eşitliğinden hâlâ söz edilemez. TÜİK verilerine göre Meclis’e giren kadın milletvekili oranı 2007 yılında yüzde 9,1 iken, 2019 da yüzde 17,3’e yükseldi.