Modernliğin ortaya çıkışıyla birlikte, varoluşsal bütünlükler ve hakikatler uzlaşmaz, uzlaştırılamaz karşıtlıklara bölünmüştü. Bu bölünme/ parçalanma, dünyevi varoluşu/ maddi varoluşu ve gerçekliği, hakatin bütünü olarak bütün toplumlara/ insanlığa dayatılırken, dini hakikatleri/ varoluşu/ gerçekliği değersizleştirdi, anlamsızlaştırmaya çalıştı. Hakikatin dünyevi- maddi boyutu, dini boyutu acımasızca/ barbarca sorgulanır ve itibarsızlaştırırken, seküler boyut mutlaklaştırılarak, dokunulmaz kılarak yeni bir ‘’din’i’’ dönüştürüldü. Varoluşun ve hakikatin, maddi- dünyevi gerçeklikten, dünya görüşünden ibaret sayılmasıyla birlikte, Müslümanların İslami dünya görüşünü ve hayat tarzını seçme özgürlükleri ellerinden alındı. İslami bütünlüğün, gerçekliğin, varoluşun, dünya görüşünün nasıl algılanması ve nasıl yaşanması gerektiği, hangi ölçüler ve sınırlar içerisinde somutlaştırılabileceği konusu seküler otoritenin iradesine- yorumuna/ insafına terkedildi.
Varoluşsal bütünlüğün/ hakikatin bozulması/ parçalanmasıyla birlikte, modern dünya düzeni, bu düzenin otorite ve meşruiyetini tahkim etmek üzere, bu düzenin çıkarları ve ideolojik değerleri adına, bütünüyle manipüle edilebilir bir tarih oluşturarak, modern olmayan alanları/ ilgileri/ halkları tarih dışı saydı. Bütünüyle manipüle edilebilir modern tarih ve dünya görüşü, varoluşu/ hayatı/ halkları niceliklere, sayılara, istatistiklere indirgeyerek, insanlığı niteliklere, bilgeliklere, merhamete yabancılaştırdı. Tekno ekonomik tarih, modern dünya düzeninin çıkarları için küresel bir tahakküm, yağma, yıkım, sömürge sistemi oluşturarak, varoluşun/ yeryüzünün/ hayatın/ tabiatın bütün imkanlarını zenginliklerini, renklerini soğuk aklın, teknik aklın hizmetine vererek insanlığın ve tabiatın bütün imkanlarını acımasızca tüketti yağmaladı. Soğuk akıl, teknik akıl, vicdan ve merhametten yoksun akıl, bütün insanlığı tehtit ederek, korkutarak baskı altına aldı. Teknik/ ekonomik akıl, ideolojik akıl, kalbin aklına yabancılaşınca, bütün toplumlar, siyasal düzenler, insani/ ahlaki meselelere bütünüyle yabancılaştılar. Tek boyutlu aklın, günlük spekülasyonlara dayalı tek boyutlu dili çıkar ve iktidar ihtiraslarından ibaret hayatlar, tercihler, tarzlar oluşturuldu, tarih ideolojik/ politik mülahazalar temelinde şekillendi. Emperyalizm ve sömürgecilik, soğuk aklın bütün aşırılıklarını ve ihtiraslarını, bütün toplumlara modern dünya görüşü ve hayat tarzı olarak şiddet yoluyla dayattı. Bu şiddet, kimi zaman kültürel/ entelektüel anlamda, kimi zaman ekonomik / politik anlamda, kimi zaman askeri anlamda somutlaştı. Bütün bu dayatmalar, bütün bu dünyayı narsist ihtirasların dünyası haline getirdi. Narsist ihtirasların kibirli/ küstah/otoriter dünyası, birbirine yabancılaşan iki gerçekliğin birbirleriyle barışmasını imkansız kıldı.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, bütün toplumlar zamanı durduran küresel bir sağlık krizi, korona virüs salgını ile yüzleşiyor. Korona emperyalizmi, gelmiş geçmiş bütün emperyalizmleri hiçe sayarak, bütün büyük emperyalizm merkezlerini de içerisine alacak şekilde ilerliyor. Tekno ekonomik- ideolojilk emperyalizmlerin aklı, narsist ihtirasların/ iktidarların/ egemenliklerin aklı, bu yeni emperyalizm karşısında büyük bir şaşkınlık ve acz içerisinde bulunuyor. Korona salgınını büyük güçlerin bütün ayrıcalıklarına da meydan okuyor, yeni bir zaman / gerçeklilik ufkunu açıyor, hepimizi bu yeni zamanın imkanları/ sorunları üzerinde düşünmeye davet ediyor. Buradan hareketle, bütün toplumların , bütün kültürlerin, kamusal düşünürlerin, evrensel zihinlerin, filozofların, bilgelerin, niceliksel maddi dünya ile niteliksel manevi/ ahlaki dünya arasındaki uçurumları ortadan kaldırarak, varoluşsal bütünlüğü yeniden gerçekleştirmek üzere çok yönlü sorumluluklar almaları gerekiyor. İnsanlığın dünyası ırkçı/ ideolojik aşırılıklara/ ayrımcılıklara daha fazla katlanamaz.
Bütün bir insanlığı, hepimizi aynı güneşin ısıttığını/ aydınlattığını hatırlamalıyız.
Bugünün dünyası, bir yanda modernliğin gadrine uğrayan felaketzedelere, bir diğer yanda da geleneğin gadrine uğrayan felaketzedelere ev sahipliği yapıyor. Modernliğin gadrine uğrayan halklar ruhsuzlaştırılarak, geleneğin gadrine uğrayan halklar akılsızlaştırılarak kontrol altına alındılar. Modern ya da geleneksel önyargılar ve karşıtlıklar, herkesi görebileceği şeyleri görebilme yeteneğinin kaybına neden oldu. Küresel korona emperyalizmi, bütün bir insanlık dünyası için yeni bir kırılma noktası olduğu için radikal, bir uyarı olma özelliği de taşıyor. Bütün bir insanlığın yeni bir ortak ahlaki/ vicdani hassasiyete ihtiyacı var.
İslam dünyası toplumları özellikle tarihin son yüz yılında emperyalizmin/ sömürgeciliğin aşağılayıcı / ötekileştirici bütün tezahürlerine maruz kaldıkları halde, bu tezahürlerle yüzleşmek, bu doğrultuda anlam/ bilgelik bilinç inşa etme sorumluluğu almak yerine, romantik/ ütopik kehanetler üretmeye/ yaymaya devam ediyor. Gerçekçi olmayıöğrenemeyen, gerçek olanla, olmayanı ayırtedemeyen toplumlarımız defalarca bu romantik/ ütopik kehanetlerin gerçekleşmediğini gördükleri halde, kendi varoluşlarının ve kaderlerinin sorumluluğunu üstlenebilecek toplumsal ve siyasal bir bilinç üretemiyor.
Toplumlarımızda, dini ya da politik popülizmin dili ve iktidarı, ancak , romantik- ütopik kehanetler yoluyla sürdürülebiliyor. Romantik- ütopik kehanetlere geleneğin otoritesi meşruiyet kazandırıyor. Dini ya da politik popülizmin kontrolü altında bulunan, romantik- ütopik kehanetlerin gerçekleşmesini bekleyen toplumlar/ halklar, hem zihinsel- düşünsel bir yozlaşma yaşıyor, hem de gerçek dünyadan, gerçek tarihten uzaklaşıyor. Yapısal geleneksel edilgenlik ve teslimiyetçiliklerden özgürleşemeyen toplumlar bu özgürlüğü gerçekleştirilinceye kadar büyük ufuklara sahip olamayacakları gibi, büyük sorunlarla da yüzleşemezler. Mevcut olanı kabullenen / içselleştiren toplum ve kültürler, mevcut olanın dışında olabilecekler hakkında düşünme ihtiyacı duymazlar. Bunun içindir ki, Batı dünyasında halklar toplumlar ideolojik ve ırkçı mutlakıyetçiliklerle, İslam toplumlarında da,halklar politik etnik mutlakiyetçiliklerle hesaplaşamıyor. Her iki örnekte de, halkların zihin dünyaları baskı altında tutulduğu için, halklar neyi nasıl algılayacakları, neyle/ ne kadar ilgilenecekleri konusunda kendileri karar veremiyor. Bu nedenledir ki, bugün küresel çağın en büyük sağlık krizi koronavirüsten ölenlerin sayısını her gün büyük bir merak, büyük bir korku ve büyük bir dikkatle takip ederken, emperyalizmlerin özellikle İslam dünyası toplumlarında neden oldukları kitlesel yoğunluktaki ölüm/ yıkım/ kıyım olaylarıyla ilgili olarak aynı merak ve aynı dikkati sarfetmiyoruz. Toplumları bir örnekleştiren politik ve etnik mutlakiyetçiler, halkların dikkatini/ bilincini/ hassasiyetlerini evrensel ufuklara kapatıyor. Bu tür toplumlarda bağımsız, eleştirel aydınlar/ düşünürler/ entelektüeller bir şekilde ötekileştiriliyor. Bağımsız eleştirel zihinleri ötekileştiren toplumlar, bu uygulamalar sebebiyle toplumların zihni sağlıklarını yitirmiş olabileceklerini düşünmüyor.
Emperyalizm ve sömürgecilik hayatın her alanına yönelik, siyasal/ kültürel/ entelektüel ekonomik bütün kazanımlarını ‘’uygarlık misyonu’’ dili- söylemi temelinde oluşturduğu, ideolojik- felsefi- entelektüel manipülasyonlar temelinde gerçekleştirildi. ‘’ Uygarlık misyonu ‘’ dili söylemi, barbarlığın modernlik ve uygarlık olarak anlaşılması gerektiğini, ideolojik propaganda yoluyla bütün toplumlara dayattı. Halen bütün dünyada devam etmekte olan uygarlaştırıcı kontrol- denetim tahakküm, Batılı referansları mutlaklaştıran barbarlık yoluyla sürdürülüyor. Her tür emperyalizm, kapitalist emperyalizm, komünist emperyalizm, insanlığa karşı meydan okuyan küstah ve kibirli bir sorumsuzluk, küstah ve kibirli bir kayıtsızlık biçiminde somutlaştı.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, bütün bir insanlığın gündeminde yalnızca koronavirüs emperyalizmi var.
Koronavirüs kendi yasalarını acımasızca dayatıyor.
Neoliberal dünya patolojik bireyciliği bütün toplumlara dayatırken, koronavirüs düzeni de bütün insanlara aşırı bireyciliği dayatıyor. Türkiyede yaşandığı üzere, koronavirüs düzeni yaşlıların özgürlük ve saygınlıklarını çok kaba ve çirkin bir şekilde yok sayarak, yaşlılara özgü özel bir ayrımcılık uyguluyor.
İnsani/ahlaki/vicdani dünyanın, bireylerin / halkların / toplumların / siyasal düzenlerin, herkesin herkese karşı sorumlu olduğu zamanlar için, hiç kimseyi ötekileştirmeyen bir zeminde çok yönlü çözümlemeler/ öneriler üzerinde çalışmaya başlaması gerekir.
Kendi tarzlarıyla/ bencillikleriyle/ gündem ve tercihleriyle büyülenen bireyler, toplumlar/ halklar/ siyasal liderler ve yönetimler, yeni ve farklı arayışlara, çözümlemelere yönelmeyi düşünemez, farklı olana kulak veremez, onların önerilerini merak etmezler.
HerTarafHaberSitesi