Türkiye'de son 25 yılda aileye dair çok sayıda yasal düzenleme yapıldı, projeler hayata geçirildi ve aile kavramının korunması siyasal söylemlerde merkezi bir yer tuttu.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın uyguladığı Aile Eğitim Programı (AEP), Evlilik Öncesi Eğitim Programı, ASDEP, Koruyucu Aile Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi ve Aile Yılı kapsamındaki çeşitli bilimsel etkinlik ve atölye çalışmaları gibi girişimler, devletin aile kurumunu koruma niyetini açıkça ortaya koyuyor.
Ancak bu çabanın tüm yoğunluğuna rağmen, dijitalleşmenin, kentleşmenin ve bireyselleşmenin getirdiği krizleri çözmede ve durdurmada kalıcı etkisini gözlemleyemiyoruz.
Bunun temel nedenlerinden biri, yürütülen politikaların ve projelerin tanımlanmış ortak bir istikametinin olmaması ve felsefi bir çerçeveyle temellendirilmemesi, yani bir "felsefesizlik" sorunudur.
Aile politikalarında niyet iyi ama istikamet yok
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmalarında sıkça vurguladığı gibi, "aile toplumun çelik çekirdeği"dir; "aile yapımızı tahkim etmek hepimizin görevidir."
Bu söylem, güçlü bir niyeti ve değer savunusunu yansıtmaktadır.
Ancak istikameti ve ruhu olan politikalar, sadece iyi niyetle değil, doğru yönlendirmeyle işler.
Bugün devletin fonladığı projelerin büyük çoğunluğu ya istatistiksel veri toplamaya, ya psikolojik destek modellerine ya da sosyal yardım sistemlerine yaslanıyor.
Aileyi yalnızca bir "risk altındaki birim" olarak tanımlayarak yapılan bu tür çalışmalar, onun ahlaki, dini, felsefi ve kültürel boyutlarını bu alana ait derin sorunları gölgede bırakıyor.
Gençlerde özgüven inşasına felsefi müdahale
Başka bir deyişle bu tür politika ve yatırımlarla evrensel ve ulusal aile krizinde asıl sorunluların konuşulmasını biraz daha ertelemiş oluyoruz.
Aileyi yalnızca korunması gereken bir yapı olarak değil, insanın varoluşunu şekillendiren bir ilişkisel alan olarak kavramak gerekir.
Bunun için de alana dair bir teori ve felsefeye sahip olmak gerekir.
Çünkü felsefe, aileyi yalnızca demografik bir yapı değil, değerler, anlamlar ve sorumluluklar ağı olarak tanımlar.
Oysa Türkiye'nin aile politikalarında bu yön ya eksiktir ya da neredeyse hiç yoktur.
Dijitalleşme ve modern hayatın yarattığı kriz
Modern yaşam, aile ilişkilerini görünmez biçimde dönüştürüyor.
Dijitalleşmeyle birlikte bireyler arasındaki fiziksel temas azalıyor, iletişim biçimleri yüzeysel hale geliyor ve hız kültürü, aile içi sabrı ve dayanışmayı tehdit ediyor.
Bu kriz, yalnızca teknolojik değildir; anlam ve bağlılık krizidir.
Aile içi ilişkilerdeki çözülmenin, boşanmaların artmasının ve gençlerin evliliğe uzak durmasının nedeni yalnızca maddi şartlar ya da yeterli rehberlik hizmetlerinin olmayışı değil, aileye dair ortak zihinsel ve ahlaki bir tasarım içeren zihniyet ve felsefe eksikliğidir.
Bugün yürürlükte olan aile politikaları, büyük ölçüde dışsal çözüm önerilerine dayanıyor: Eğitim ver, rehberlik sağla, ekonomik destek sun.
Ancak bu yaklaşım, kişilerin aileye dair içsel motivasyonlarını, değer algılarını, sorumluluk duygularını dönüştüremiyor.
İşte bu yüzden felsefi bir çerçeveye ihtiyaç var.
Çünkü felsefe, neyin değerli, neyin önemsiz, neyin uğruna çaba gösterilmeye değer olduğunu tartışır.
Oysa bu tartışma, politika belgelerinde, projelerde ve yasal düzenlemelerde yer bulamıyor.
Yönetişimde tutarlılık ve felsefi bütünlük
Bugün Türkiye'de aile politikaları çok sayıda bakanlık, yerel yönetim, STK ve akademik kurum tarafından uygulanıyor.
Ancak bu uygulamaların ortak bir felsefi zemin ve anlayış üzerinde yükselmediği bir anlayış birliği içermediği açık.
Her biri kendi amacına hizmet ederken, büyük resim gözden kaçıyor.
Bu da politika-yasa-proje üçgeninde bir dağınıklık yaratıyor.
Örneğin, evlilik öncesi eğitimler katılımcıların değer yargılarını ve ilişki anlayışlarını dönüştürecek felsefi bir derinlikten yoksun; daha çok davranışsal önerilerle sınırlı.
Bu noktada politika yapıcılar için 3 temel öneri sunmak gerekir:
- Aile politikaları bir etik-felsefi ilkeye bağlanmalı. Örneğin, "dayanışma", "karşılıklı sorumluluk", "özgürlük içinde bağlılık" gibi kavramlar yasal düzenlemelerin ve projelerin ortak dili haline gelmeli.
- Yasa koyucular, sadece risk temelli değil, değer temelli politika çerçeveleri geliştirmeli. Aile, yalnızca korunması gereken bir alan değil; insanın etik gelişiminin mekânı olarak görülmeli.
- Uygulanan projeler, yüzeysel çözümlerden ziyade anlam odaklı olmalı. Gençlere aile kurmanın anlamı üzerine felsefi atölyeler, okul müfredatına "ilişki etiği" dersleri, ebeveynlikte düşünsel sorumluluk eğitimi gibi yenilikçi içerikler tasarlanmalı.
Son olarak şunu söylemekte yarar buluyorum:
Felsefesiz bir aile politikası, niyeti olan ama yönü, ruhu ve istikameti olmayan bir gemi gibidir.
Rüzgârla ilerlese bile nereye vardığını bilmez.
Türkiye'de aile kurumunun yaşadığı dönüşümler, salt projelerle değil, bu projelerin dayandığı düşünsel temel ile yönlendirilebilir.
Politika, yasa ve uygulamanın ortak bir felsefi bakış açısıyla örtüşmesi; aile kurumunu geleceğe taşımanın ve onu sadece korumakla kalmayıp, dönüştürmenin de anahtarı olacaktır.
Çünkü aile, yalnızca korunması gereken bir yapı değil, yeniden düşünülmesi gereken bir anlam alanıdır.
Kaynak: Independent Türkçe