Emniyet Teşkilatında kendisini AKP’nin bir görevlisi, neferi gibi gören kaç polis müdürü ve memuru var acaba?
Yirmi küsur yıllık AKP iktidarı boyunca en çok duyduğumuz palavra sanırım “sivilleşme” oldu.
Partinin yöneticilerine ve sözcülerine bakarsanız bu konuda mangalda kül kalmamış bulunuyor.
Bu konu her açıldığında hep aynı şeyi yazdım: Sivilleşmek, sadece askeri vesayeti doğuran nedenlerin ortaya kaldırılmasıyla gerçekleşecek bir şey değildir.
Nitekim, rejim üzerindeki asker gölgesi kalktı ama Türkiye hâlâ üniformalı ve silahlı bir gücün ağır vesayeti ve baskısı altında.
Vatandaşların temel hakları keyfi uygulamalarla sınırlandırılıyor, ortadan kaldırılabiliyor.
Polisimizin başı daha önce de hukuk ile, Anayasal hak ve özgürlüklerle hoş değildi ama AKP polisi, bir tek parti devletinin polisi gibi keyfi uygulamalar yapıyor, bunu yaptığı için de sırtı sıvazlanıyor.
Her vatandaşa eşit mesafede olması gerekirken AKP’nin paramiliter gücü gibi davranmakta tereddüt etmiyor.
Ve iktidarın, demokratik eleştiriden hoşlanmayan tavrıyla, İçişleri Bakanı’nın “hukuk arkadan gelsin” tavrı bir araya gelince, rejim bir polis devleti görüntüsü veriyor.
Her geçen gün daha da artan bir şekilde!
Rejimin polis devleti karakterini bir kez daha somut olarak ortaya koyan son olay, Somali kökenli bir TC vatandaşının lokantasının tabelasının beyaza boyanmasıyla başladı.
Polis tabelanın kaldırılmasını istedi, kaldırılmayınca da gidip beyaza boyadı.
Polisin bu isteğinin nedeni Afrika renklerinin, Kürtlerin ulusal renkleri olarak kabul ettikleri renklerle aynı olması: Sarı, kırmızı, yeşil!
Nedenini bilmiyorum, Afrika kıtasında bu üç rengin bir anlamı olmalı ki birçok ülkenin bayrağı bu renkleri taşıyor. Bayrakları bu renklerde olan 14 Afrika ülkesi saydım. Atladıklarım varsa daha fazla olmalı, daha az değil.
Polis, tabelanın kaldırılmasını istiyor, çünkü renkleri beğenmiyor.
Polisin böyle bir yetkisi var mı? Yok!
Uydurma bir “tabela yönetmeliğine uymuyor” gerekçesiyle bir vatandaşın Anayasal hakları yok sayılıyor.
Polis müdürü bir karar veriyor ve uygulamak için zor kullanıyor.
Hukukun değil keyfiliğin hâkim olduğu bir yönetim biçimi.
Polis devletini de böyle tarif ediyoruz zaten.
Bununla da kalmıyor, Kızılay’da “zenci” görmek istemediğini de söylüyor.
Ve Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, bu durumda vatandaşa yardım etmek isterken polisin hakaretine maruz kalıyor: “Ahlaksız, lan sus, senin gibi tiplere ne olacağı belli!”
Ve ülkenin Emniyet Müdürlüğü, bir milletvekiline bu sözleri söyleyebilen memurunu kulağından tuttuğu gibi kapının önüne koymak yerine sahip çıkıyor.
Milletvekilinin “Emniyet teşkilatına düşman” olduğunu söylüyor.
Eli silahlı memurlar, halkı temsil etmek üzere seçilmiş milletvekilini hem aşağılıyor, hakaret ediyor hem de üste çıkmaya çalışıyor, “düşman” ilan ediyor.
Çünkü Emniyet Müdürü denilen şahıs da vatandaşlara eşit mesafede durma derdinde değil. Partili bir memur gibi davranıyor, siyasete doğrudan müdahale ediyor.
Emniyet Teşkilatında kendisini AKP’nin bir görevlisi, neferi gibi gören kaç polis müdürü ve memuru var acaba?
AKP’nin önce tahrip edilmesine yardım ve yataklık ettiği sonra da bizzat tahrip ettiği bir kuruma dönüştü bu kurum.
Bir ülke için en önemli kurumlardan biri sayılması gereken polis teşkilatının böylesine tahrip edilmesine karşı muhalefetin şimdiden bir plan geliştirmesi gerekiyor.
Muhalefet bilmeli ki seçimi kazansa bile bu tür kurumlardaki tahribatı hızlı bir icraatla gidermediği sürece Başkan olabilir, TBMM çoğunluğuna sahip olabilir ama iktidar olamaz!
Kaynak: Farklı Bakış