Öküzler ve erkekler tarım toplumunun ana aktörleri. Hatta sanayi devrimine kadar da öyledir. Önce öküzlerden başlayalım. Dünya öküzün boynuzları üzerindedir sözü. Çok büyük bir hakikate işaret eder. Bunu simgeleyen Hititler heykeli, Ankara´nın göbeğindedir.
Hitit güneşi denir. Ancak temelde öküzün iki boynuzu üzerindeki dünyayı simgeler. Dünya güneşle var olur tabii ki. Onu taşıyan da öküz. Neden? Çünkü tarımsal üretimin ana aktörü öküz. Sabanı taşıyan o. Toprak onun çektiği sabanla işlenir. Üretim onun öncülüğünde gerçekleşir. Artı ürün onunla meydana gelir. Marx´da bile bu anlamda artı ürünün doğuşuyla başlattığı efendilik ve kölelik ilişkisinin aktörü yine öküz. Elbette öküz sadece üretimin ana enerjik unsurunu temsil ediyor. Kas enerjisidir bu. Üretimin ana motoru kastır. Ancak öküz kalkıp artı ürünün asıl aktörlerinden biri benim ve büyük payı ben istiyorum diyemiyor. O sadece kas enerjisiyle katkı sağlıyor. Uygarlık bile buradan çıkar! Yerleşim tarımsal üretimle başladıysa buğday, bereket ve çoğalmanın, zenginleşmenin sembolü ve de gerçeği ise öküz burada baş aktör. O nedenle bu zenginlikle yapılan evler, mabetler, yollar, surlar, kanallar hep öküzün sırtından gelir. Yani kas enerjisi buna öncülük eder.
Öküz sadece topraktaki sabanı çekmekle de kalmaz. Aynı zamanda üretileni taşır da. Taşımacılığın da önemli bir unsuru. Kağnı arabaları uzun süre onun sırtındadır. Yaşamanın ritmi bile bu hızla eştir. Öküzün bu üretim, yerleşim, zenginlik ve uygarlık öncülüğü ?boğa kültürü?ne yol açar. Boğanın yaşam merkezinde yer aldığı dönemlerde boğa kutsanan bir varlığa bile döner.
Peki ya erkekler. Erkekler de aynı toplumsal dönemde kas enerjisinin en önemli ikinci unsuru. Bu kaslardan üretim yapılır. İkinci baş aktördür. Öküzle beraber en fazla zaman harcayandır. Sabanı tutandır. Toprağı yönetendir. Öküzün ürettiği artı ürüne de el koyan ve onu yönetendir. Bundan dolayı ilk efendidir! İlk lorddur, ilk ağadır, ilk muktedirdir. Köleliğin mucididir. Aristo´ya göre erkek sahip ve onun dışındakiler köledir. Hatta öküz bile köledir. Marx, erkeğin bu muktedirlik ve köleleştirme ameliyesini gizler. Acaba erkek olduğu için mi, yoksa erkek ve kadın ilişkilerinin ürettiği sınıf ideolojisini gölgelemesini istemediği için mi?
Öküzlerin ve erkeklerin uzun tarihsel beraberliğine dayanan ve kas enerjisinin üretimine dayalı tarım uygarlığında kadın güç ve zenginlik ilişkilerinde pasiftir. Bundan dolayı savaşçılar da ana üreticiler de erkekler. Ancak kadının üretimde payı yine de inkar edilemez. Kadın annedir, merhamet ve sevgidir, aşktır, güzelliktir. Üretim, kölelik ve savaşın ürettiği dehşeti ve acıyı gideren, çirkinlikleri unutturan estetiğin ruhudur kadın. Merhametiyle acıyı dindirir, anneliğiyle insan çoğaltır, aşk ve güzelliğiyle kabalaşan güç ve iktidarı insanileştirmeye çalışır. Bütün heykellerde, resimlerde, tasvirlerde ve anlatılarda kadın budur tarım toplumunda.
Buharlı makinanın keşfi ile kas enerjisi yenilgiye uğradı. Öküzler ve erkekler döneminin üretim ilişkilerindeki hakimiyeti son buldu. Enerji artık canlı bir varlıktan gelmiyor. Makina enerjisi başat. Öküz, tamamen bozguna uğradı. Artık en fazla birbirini öldürmeleri için düzenlenen boğa güreşlerinden onları hatırlıyoruz. Saban gitti, tarım bozuldu! Kadın şimdi erkekle yeni bir dünyada eşit olmak istiyor. Erkek hırçınlaşıyor. İktidar ve gücün tek efendisi olmak istiyor. Kadın bunu paylaşmak istiyor. İktidar için iki cinsiyet arasında yarış başlıyor. Kadının adı yok deniyor, dünya kadınları birleşin deniyor. Erkeğin tarih boyunca tekelinde tuttuğu iktidarın çekim gücü artık kadınları da kapsıyor. Aile içi kavga, şiddet ve öfke patlamaları başlıyor. Herkes efendiliğini ilan ediyor. Aile reisi artık erkek değil. Erkeğin tarihte içine düştüğü derin bir boşluk bu. Bunu aşmak için erkek evden kaçan ve eve dönmeyen varlığa döner. Yeni maceralar peşine düşer. Karşısında yenildiği kadını, yeni kadınlar bularak aşmak ister. Ama beyhude. Çünkü bu arayışın arzularla hakikate varması mümkün değil. Sükunete ve huzura da varamaz. Savaşları bozgunları çıkaran erkekler halen kendi gücünü ispat derdinde.
Bütün bunlar beşeri tecrübeden süzülüp gelen nispi hakikatler. Külli hakikatte ise kadın ve erkek aynı nefisten(doğadan) gelir. Birbirine rakip de değiller, karşıtta. Birbirini tamamlayan varlıklar. Kadın ve erkeğin tarihsel rolleri değişse de özlerinde birbirlerini tamamlayan varlıklar olması aynen devam eder. Rakip değil birbirlerine veli eş sevgili olduklarında güçlü olma arayışı biter belki?