Mehmet A. KANCI(*)
26 Aralık 1991´de Sovyetler Birliği´nin lağvedilmesiyle, nükleer savaş tehdidinin son bulduğu yanılgısıyla Batı dünyasının yaşadığı bayram havası 1 Şubat 2019 tarihi itibarıyla resmi olarak son buldu. Sovyetlerin çöküşüyle iki kutuplu dünyanın sona ereceğine, tüm dünyanın küresel bir köye dönüşeceğine dair hayallerin birer birer kırılışının işaretlerine son iki yılda yenileri eklendi. ABD başkanı bizzat Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünden küreselleşmenin son bulduğunu ilan etti. Fakat bu gerçekle yüzleşmek istemeyenler, Trump´ın başkanlık koltuğundan azledileceği ve küresel dengelerin Soğuk Savaş sonrasında yeniden tesis edildiği günlerin süreceği hayaliyle umutlarını yaşatmaya devam ediyordu. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo´nun, ülkesinin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler anlaşmasını (INF) askıya aldığını duyurmasıyla, 1989´da Berlin Duvarı´nın yıkılışı ve 1991´de SSCB´nin dağılmasıyla başlayan dönem de kapanmış oldu.
Dünya bugün yeniden bir nükleer çatışmanın gölgesinde, nükleer silahlara sahip güçlerin caydırıcılık oyununun satranç tahtasına dönüşmüş durumda. ABD Başkanı Reagan ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Gorbaçov´un 8 Aralık 1987´de Washington´da INF anlaşmasına imza atmaları Soğuk Savaş´ın bitişine dair en somut adımdı. Bu anlaşmayla, menzili 500 ila 5 bin 500 kilometre arasında değişen, nükleer başlık kapasitesine sahip füzelerin ve bunların fırlatılacağı sistemlerin üretimleri son bulacak, mevcut füzeler de imha edilecekti. Bu karar, iki süper güç arasında rehine konumundaki tüm Avrupa topraklarının rahat bir nefes alması demekti. Fakat Avrupa halkları için bu süreç 30 yıldan biraz uzun sürdü. Nükleer caydırıcılık mücadelesi, ABD ve Rusya´nın yeni nesil nükleer silahlarıyla yola çıkmış geliyor; üstelik bu yeni nükleer terör döneminde korkuyu yaşayacak olanlar yalnızca Avrupa, ABD ve Rusya topraklarında yaşayanlar olmayacak. Ortadoğu, Güneydoğu Asya ve Güney Asya da bu karmaşık oyuna dahil olmak mecburiyetinde.
ABD Rusya´yı itham ediyordu
Meselenin teknik kısımlarına girip detaylarda boğulmadan süreci özetleyecek olursak, hem Washington hem de Moskova bir süredir birbirlerini anlaşmayı ihlal etmekle itham ediyordu. ABD´ye göre Rusya, ülkenin batısındaki Kapustin Yar füze tesislerinde SSC-8 ya da diğer adıyla 9M729 tipi kısa ve orta menzilli, nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip füzeleri bir süredir denemekteydi. Hatta denemeleri tamamlanan bu füzeler, yine Rusya´nın batısındaki iki askeri birliğe teslim edilmiş ve Avrupa başkentlerini tehdit edecek şekilde konumlandırılmıştı. ABD istihbarat kaynaklarına göre, 2012 yılından bu yana süren Rus ihlalleriyle ilgili en az 30 görüşme yapılmış, fakat bir sonuca ulaşılamamıştı. Rusya´nın giderek artan INF anlaşması ihlalleri karşısında, ABD yönetimi, Trump´ın başkanlık görevine gelmesiyle beraber harekete geçti. Dönemin ABD Savunma Bakanı James Mattis 8 Kasım 2017´de NATO müttefiklerini, elde ettikleri istihbarat verileri ışığında bilgilendirdi. Bunu 2018 yılının ilk haftalarında, Trump´ın ABD´nin nükleer silah kapasitesini modernize etmek için 1 trilyon 200 milyar dolarlık bir bütçeyi onaylaması takip etti. Bu bütçe, 1992 yılından bu yana nükleer silah denemesi yapılmayan Nevada çölündeki tesislerin modernize edilmesini de kapsıyor. Trump´ın bir başka önemli kararı ise bir ABD başkanının 34 yıl sonra ilk kez yeni nesil teknolojiyle bir nükleer başlık üretilmesi konusunda verdiği emir oldu. Nitekim ABD, INF anlaşmasını askıya aldığını ilan etmesine paralel olarak, Texas Panhandle´daki Pantex fabrikasında taktik nükleer silah boyutunda, denizaltılardan fırlatılmak için tasarlanmış W76-2 nükleer başlığının üretiminin başladığını duyurdu.
Testlerini yapmak ve Avrupa´ya yönelik olarak konuşlandırmakla itham edildiği füzelerle ilgili doyurucu bir açıklama yapmayan Rusya, INF anlaşmasından çekilme kararının ABD tarafından uzun süredir hazırlanan bir bahane olduğunu ileri sürüyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov´a göre ABD, füze rampası bulunan 56 denizaltısından 41´ini nükleer füze fırlatmaya uygun hale getirerek zaten bu anlaşmayı çiğnemekteydi. Rusya Devlet Başkanı Putin ise INF anlaşmasının askıya alınması kararına, orta menzilli nükleer füze imal edeceklerini açıklayarak yanıt verdi.
Yeni nükleer dönem
Peki, INF´nin askıya alınmasıyla başlaması mutlak görünen yeni nükleer silahlanma çağında bizleri neler bekliyor? Bu soruyu cevaplamak için, önce ABD´nin üretmeye başladığı ve 2019 yılının Ekim ayında donanmaya teslim edilmesi planlanan W76-2 nükleer başlığının özelliklerine bakmalıyız. Elde edilen bilgiler, W76-2 nükleer başlığının, halen NATO denizaltılarında bulunan Trident füzelerinin taşıdığı W76-1 nükleer başlığının küçültülmüş bir versiyonu olduğuna işaret ediyor. W76-1 100 kiloton gücünde, başka bir deyişle 100 bin ton TNT tipi patlayıcının oluşturacağı etkiye eşit şekilde yıkım meydana getirebilecek kapasitede. Yaklaşık olarak, İkinci Dünya Savaşı´nda Japonya´nın Nagazaki kentini yerle bir eden bombanın iki katı bir güce sahip. Yani patlama noktasının etrafında, 3 kilometre çapındaki alanda hiç bir canlı bırakmayan ve ölümcül etkisi 80 kilometre çapındaki alana yayılan bir silah. Oysa küçültülmüş yeni nesil W76-2 nükleer başlığının 5 ila 7 kiloton gücünde olacağı tahmin ediliyor. Yani W76-1 ile kıyaslandığında, ölümcül etkisi ve doğuracağı yıkım böyle bir silah için oldukça düşük. Peki, yeni nesil bir nükleer silah üretirken, daha büyük ve daha güçlüsü yerine, daha sınırlı bir kapasiteye sahip olanını tercih etme fikrinin altında ne yatıyor? ABD Hiroşima´da kullandığının yaklaşık üçte bir gücünde taktik nükleer silah üreterek ve bunu yalnızca denizaltılara yerleştirerek, hatta bu uğurda Soğuk Savaş´ın bitmesinde önemli rol oynayan INF anlaşmasını feda ederek nereye varmayı amaçlıyor?
Bu soruların cevaplarına kafa yorduğumuzda, 2020 yılı itibarıyla gerek küresel anlamda gerek Türkiye´nin bulunduğu bölgede, yepyeni bir caydırıcılık ve nükleer çatışma tehdidinin gündeme geleceği gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
ABD ve Rusya´nın, kentleri yerle bir edecek ve milyonlarca sivilin ölümüne yol açacak devasa nükleer silahlar yerine taktik nükleer silahlara yönelme süreçleri, 2014 yılında belirgin bir hale geldi. Kırım´ı ilhak sürecinde Rusya´nın, NATO´nun bölgeye olası bir müdahale ihtimaline karşı, Kırım´a taktik nükleer silah getirdiği yönündeki istihbarat bilgileri ABD ve müttefikleri için caydırıcı oldu. ABD´nin ise 2015 yılından itibaren, Kuzey Kore´nin Güney Kore´ye olası bir saldırısında kuzeyin komuta kontrol merkezlerini yok edecek çapta taktik nükleer silahlara başvurma seçeneklerini değerlendirmeye aldığı biliniyor.
Kırım ve Kuzey Kore örnekleri, iki süper gücün yönetiminde bulunan bazı odakların, sınırlı etkisi olacak nükleer silah kullanımından yana senaryolar peşinde olduklarına işaret ediyor. ABD´nin Reagan döneminden kalma isimlerle yeniden şekillendirdiği Beyaz Saray ulusal güvenlik ekibindeki isimlerin eğilimlerini değerlendirdiğimizde, W76-2 türü bir nükleer başlığın, yalnızca düşmandan gelen bir nükleer silah tehdidine karşı koymak için sahaya sürülmeyeceği gerçeği, bu konunun en can alıcı noktasını teşkil ediyor. ABD´nin üretimine başladığı yeni nükleer başlık, nükleer caydırıcılığın ötesinde görevler yüklenmeye hazırlanıyor. ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Daniel R. Coats´ın imzasıyla yayımlanan 29 Ocak 2019 tarihli ?ABD İstihbarat Topluluğunun Küresel Çaptaki Tehdit Değerlendirmesi Raporu?nu incelediğimizde ve Amerikan Bilim İnsanları Federasyonu´ndan Hans Kritensen´in açıklamalarına kulak verdiğimizde, nükleer caydırıcılığın yeni dönemde daha geniş bir alanda kullanılacağı anlaşılıyor. Eldeki veriler, ABD´nin (Rusya´nın Gürcistan´ı işgali ya da Kırım´ı ilhakı gibi) ?nükleer olmayan stratejik saldırılara? ya da ABD´nin sağlık, ulaşım, enerji altyapısını hedef alacak siber saldırılara, W76-2 tipi taktik nükleer silahla karşılık vermeye hazırlandığını ortaya koyuyor.
Yeni bir doktrin
Henüz uluslararası toplum önünde resmi açıklaması yapılmayan bu doktrin, nükleer caydırıcılık ve silahlanma alanındaki tüm kuralları ve dengeleri temellerinden değiştirecek nitelikte olacak. Siber saldırı tehditlerinin ve ?nükleer olmayan stratejik saldırıların? nükleer caydırıcılık gerektiren eylemler listesine alınmasıyla, nükleer silahlanma ya da çatışma riski, ABD ve Rusya arasında bir mesele olmaktan çıkıp küresel çapta bir risk haline gelecek. ABD´nin bugün iki alanda tehdit olarak gördüğü ülkeler listesine baktığımızda, karşımıza Rusya´yı takiben Çin Halk Cumhuriyeti, Kuzey Kore, İran, Pakistan ve Hindistan çıkıyor. Çeşitli terör gruplarına destek verdiği kabul edilen her ülke de taktik nükleer silahla hedef alınma potasına girmeye aday ülkeler arasında değerlendirilebilir. Bir siber saldırıya taktik nükleer silahla karşılık vermek ilk bakışta mantıksız ve abartılı gibi bir tepki olarak görülse de, ?ABD İstihbarat Topluluğunun Küresel Çaptaki Tehdit Değerlendirmesi Raporu?nda bu konunun tehdit sıralamasının ilk basamağında yer alması, konunun Washington tarafından öncelikli endişe kaynağı olarak değerlendirildiğine işaret ediyor.
Görüldüğü gibi, W76-2 nükleer başlığı ve beraberinde gündeme gelecek yeni caydırıcılık modeli, 1987 yılında olduğu gibi Avrupa ile sınırlı değil. Artık Ortadoğu, Güneydoğu Asya ve Güney Asya da bu nükleer silahlanma yarışının ve caydırıcılık mücadelesinin bir parçası haline geliyor. Hatta kimi uzmanlara göre, ABD´nin INF anlaşmasını askıya almasının gerçek hedefi Rusya´dan ziyade Çin Halk Cumhuriyeti. Çin´in hipersonik füze programlarının meydana getirdiği tehdidin ve Asya-Pasifik bölgesinde kurduğu hava savunma ağının, ancak kısa ve orta menzilli taktik nükleer silahlarla aşılabileceği fikri, ABD´yi INF´den çıkma yönünde harekete geçirdi. ABD´nin yeni nükleer caydırıcılık konseptinin, İsrail´in (boyutu ve içeriği hâlâ tam olarak bilinmeyen) nükleer silah kapasitesini, İran ile girişeceği olası bir savaşta ne şekilde sahaya süreceği konusunda da kaçınılmaz etkileri olacaktır. ABD ve Rusya´nın, taktik nükleer silahların savaş alanında kullanılmasını meşrulaştıracak yeni yaklaşımları, hiç şüphesiz İsrail´i de cesaretlendirecektir.
Nükleer silahlanma ve caydırıcılığın kazanmak üzere olduğu bu yeni boyut, Türkiye´nin ivedilikle yüksek irtifa hava savunma sistemleri edinmesinin ve bunları kendisinin üretir duruma gelmesinin önemi ortaya koyuyor. Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski´nin bir makalesinde işaret ettiği gibi, bizler bugün ?sıkıştırılmış bir tarih?in içinde yaşıyoruz. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ortalarında olduğu gibi büyük tarihsel olayları hazmedecek, analiz edecek ve sonuçlar çıkaracak vakti bulamadan, bir krizden diğerine savruluyoruz. Irak ve Afganistan´ın işgali, Arap Baharı, Suriye iç savaşı derken, bugün İran ve Venezuela´da yeni sınamalarla karşı karşıyayız. Tüm bu toz bulutunun içinde, bir yandan güncel jeo-stratejik tehditleri bertaraf etmeye çalışırken, başımızı kaldırıp yeni nesil nükleer silahlanma yarışının küresel jeopolitik dengelere vereceği istikameti de görmemiz gerekiyor.
(*)Ankara´da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır.