Üzerimize sürülen makam aracı...

Yıldıray Oğur'un yeni yazısı;

Üzerimize sürülen makam aracı...

 

Önceki gün Ankara’da yaşanan adiyattan bir olay, kırmızı plaka ve çakardan başı dönmüş bir makam şoförünün anlık sinirle yaptığı bir hata olarak kalabilecekken, 2020 yılı Türkiye’sinin anlatıldığı bir dönem belgeseline dönüverdi.

Belgesel sosyal medyaya düşen bir videoyla başladı.

Habertürk’te Nihal Bengisu Karaca’nın yazısından okuyalım:

“Cenaze namazının kılınacağı camiinin bahçesine araç alınmıyor. Haberal’ın şoförü girmek için diretiyor. Ankara Belediyesi ile sözleşmeli olan ANFA güvenlik şirketinin görevlisi de yasağı hatırlatıyor, aracın geçişine izin vermiyor.

Görüntüleri izlediğinizde açıkça görüyorsunuz ki, söz konusu tutum sadece Erkan Haberal’ın aracına uygulanmış değil. Yani Erkan Haberal’a ayrımcılık filan yapılmış değil. Belli ki kural konup bir sınır çekilmiş, cami bahçesine arabanla girme kuralı.

Devam edelim: Haberal araçtan inip camiye yöneldikten sadece bir dakika sonra şoförü, bile isteye yapılmış olduğu video kaydında net olarak görülebilecek şekilde aracını güvenlik görevlisinin üzerine sürüyor ve adamcağızı yere seriyor."

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin forsunu taşıyan kırmızı plakalı bir araçla, o aracın parasını veren milletin mensuplarından birinin üzerine sürmek gibi bir vahamet karşısında o makamın sahibi olan milletvekilinin ne yapmasını beklersiniz?

Her makul siyasetçinin yapması gerekeni.

Yine dün Habertürk’te Nihal Bengisu Karaca’nın yazdığını yapmasını:

“Milleti temsil eden kişinin o şoförle yaptığı iş akdini feshetmesini ve kamuoyundan özür dilemesini değil mi?”

Ama, hayır öyle olmadı.

Meclis’te kavgaları ayıran Meclis’in İdare Amirlerinden de biri olan milletvekili, sosyal medya hesabından şöyle mesajlar attı:

“Resmî otomobilimi kullanan şoför arkadaşımla Camiiye giriş esnasında Büyükşehir Belediyesi ANFA görevlisinin son derece kaba ve kırıcı muamelesine maruz kaldım. Önce otomobilimin camına ANFA görevlisinin eliyle vurarak hakeratamiz bir davranışıyla karşılaştım. Bir provokasyon ihtimaline karşılık soğukkanlılık ve sağduyuyla hareket ettim ve otomobilden inip yürüyerek Cenaze Namazı’nın kılınacağı alana intikal ulaştım. Arkasında ANFA görevlisinin önyargılı ve tahammülsüz muamelelerinin şöförümü hedef alarak devam ettiğini, hatta fiili müdahelede bulunduğunu namaz sonrası öğrendim. Doğal olarak da şoförüm tepkisini gösterip otomobili sürünce orada görevli bulunan bir şahsa çarpmış, bunun üzerine da şahsıma iftira kampanyası hazırlanarak sosyal medyadan servis edilmiştir. Olay tamamen bundan ibarettir. ANFA görevlisinin yetkisi olmadan otomobille girişime menfi şekilde müdahil olması, sonrasında bilgim ve dahilim olmadan otomobilimin kurulan bariyerlerin açık kısmından girme teşebbüsü istenmeyen görüntülere yol açmıştır.. Özellikle gelişmelerden son derece üzgün olduğumu paylaşmak isterim. Maksatlı, kötü niyetli ve provakatif ANFA görevlisi olayın yegane sorumlusudur. Konuyla ilgili gerekli inceleme ve takibat devam etmektedir.” 

Gerçekten de insanın kanını donduran bir soğukkanlılıkla, Meclis’e ait kırmızı plakalı makam aracıyla, şoförünün bir görevliye çarpmasının “doğal” olduğunu söyledi.

Gelen tepkilere bakılırsa herkes dün Nihal Bengisu Karaca’nın yazısındaki gibi hissetti:

“Hayatım boyunca çok pişkin açıklamaya tanıdık oldum ama itiraf edeyim bu açıklama kadar berbat bir şey görmedim.  Beyefendi kendisinin mağdur olduğuna inanıyor.  İşçiye tazminat davası açmayı düşündüğünü açıklamasına ramak kalmış. Özür dilemediği gibi neredeyse özür bekliyor. Beyefendi hadiseden üzüntü duyduğunu söylemiş. Ama kendisine yalakalık yapmak içim imdadına koşan ne kadar önemsiz gazeteci ve siyasetçi varsa hepsinin  tweetini bu olayı ‘Ankara Belediyesi’ne PKK’lılar doldurmuş onlar da vekilimize kumpas kurmuş’  diye yorumlayan ebleh açıklamaları retweet etmesi gösteriyor ki, ‘üzüntü’ filan duymamış.. Hepsinden daha korkunç olanı şu: Beyefendiye göre aracını engellerseniz şoförü de ‘doğal olarak’ arabayı üzerinize sürebilir. Buna hakkı vardır. Böyle bir imtiyazı vardır, bu imtiyaz vekilden şöförüne kendiliğinden intikal eder. Bu doğaldır.”

Karaca’nın söylediği gibi, sadece kendisi şoförünün yaptığını doğal görmekle kalmadı, başka partili milletvekilleri de bunun Ankara Belediyesi’nin bir kumpası olduğunu dile getiren tweetler attılar, hatta bir milletvekili Mansur Yavaş’ı “saygısızlık yapıldığı anda ezer geçeriz” diye tehdit bile etti.

Bu suçlamalar üzerine de Ankara Büyükşehir Belediyesi, olayın başlangıcındaki görüntülerle birlikte yaşananları anlatan uzun ve ayrıntılı bir açıklama yaptı:

“Hacı Bayram-ı Veli Camisi’nin protokol otopark kapasitesi 10 araçtır. Cenaze töreninde yaklaşık 40 araç önceden alana giriş yapmıştır. Çıkış esnasında trafikte sorun yaşanabileceği sebebiyle, polisin aldığı kararla alana araç girişi durdurulmuştur. Otopark ve çevresinin durumu ekteki fotoğraflarla sabittir. Bundan sonraki tüm süreçler de devletin resmi polisleri ile törene katılanlar arasında yaşanmıştır.

Hacı Bayram-ı Veli Cami ve çevresi, güvenliğin sağlanması gerekçesiyle T.C. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ANFA Güvenlik tarafından kapalı devre kamera sistemi ile izlenmektedir. Bu sistem tarafından kaydedilen görüntülerde yolun polis araçları tarafından kapatıldığı sabittir. Görüntülerde, aracın durdurulması üzerine Sayın Erkan Haberal’ın polislerle konuştuğu, ardından da cenaze töreni alanına yaya olarak devam ettiği görülmektedir. Hemen ardından alana gelen Sayın Mehmet Haberal da, kendisine durumun açıklanması üzerine yaya olarak yoluna devam etmiştir. Sayın Erkan Haberal’ın bölgeden ayrılmasından bir süre sonra şoförlüğünü yapan şahıs, polisin açıklamalarına rağmen içeriye girmekte ısrar etmiş, araca resmi plaka takmış ve ardından da tehditler savurarak aracını özel güvenlik görevlimizin üzerine sürmüştür.

10 yıl önce Büyükşehir Belediyesi’nde göreve başlayan ve dokuz yıldır aynı bölgede görev yapan özel güvenlik görevlimiz, görüntülerde de görüldüğü üzere sadece kendisine verilen talimatları uygulamış, kimse ile sözlü iletişim kurmamıştır. Güvenlik görevlimiz aracın bilerek çarpması sonucunda yaralanmıştır. Anında müdahale gerçekleştirilen özel güvenlik görevlimizin sağlık durumu iyidir. Kendisi ile yönetimimiz yakinen ilgilenmekte, süreci takip etmektedir.

Bir süre sonra şoför, yetkililerimize “Ben Erkan Haberal’ın danışmanıyım. Bir hata yaptım. Makamı içeriden alabilir miyim?” ifadelerini kullanmıştır. Yetkililerimiz ise süreci polisin yönettiğini kendisine bir kez daha vurgulamıştır.

Görüntülerde de sabit olduğu üzere, özel güvenlik görevlimizin üzerine göz göre göre, akla ve vicdana sığmayacak şekilde araç sürülmüştür. Gerek özel güvenlik görevlimiz şahsı adına gerekse ANFA Güvenlik kurum adına, aracı süren şahıs hakkında şikâyetçi olmuştur. Konu emniyete intikal etmiş, hukuki süreç başlamıştır. T.C. Ankara Büyükşehir Belediyesi, konunun takipçisi olmaya devam edecektir. Bunun dışındaki tüm siyasi yorumları önce Allah’a, ardından Türk Milletinin yüce feraseti ile maşeri vicdanına havale ediyoruz. T.C. Ankara Büyükşehir Belediyesi bir devlet kurumudur; yönetimi millet iradesi ile belirlenmiş olup 6 milyon Ankaralıya hiç kimseyi ayırt etmeden eşit hizmet götürmektedir ve sadece kanunlara göre hareket etmektedir.”

Yani aslında her şey bir cenaze namazına geç gelmiş bir siyasetçinin en fazla bir kaç yüz metre yürümemesi için yaşanmış.

Yine görüntülerden net bir şekilde görüldüğü gibi araçları alana sokmayan da polisin kendisiymiş, belediye görevlisi sadece polisin talimatlarını yerini getirmiş.

Belediye görevlisi AK Parti döneminde işe başlamış yani bir MHP’li siyasetçiye kastı da yokmuş.

Ve devletin tahsis ettiği Auidi’yi görevlinin üzerine süren makam şoförü bile aslında hata yaptığını kabul etmiş.

Ama hata yaptım demekle kapanacak bir hadise değil bu.

En azından karşımızda kasten yaralamaya teşebbüs suçu var. Hem de onlarca polisin, kameraların önünde işlenmiş bir suç bu.

Peki görüntülerden net biçimde görüldüğü gibi şoföre anında müdahale eden, o güvenlik koridorunu kuran polis daha sonra ne yaptı?

Tam burada dönem belgeselinin daha vahim bir bölümüne geldik.

Ankara Emniyeti’nin dün bu olayla ilgili yaptığı açıklamaya.

Dün gözlerden kaçtı. O yüzden okuyalım:

“Bazı sosyal medya hesaplarından, bir sürücünün siyah makam aracını özel güvenlik görevlisinin üzerine sürmesine ilişkin paylaşımlar yapılmaktadır. Müdürlüğümüzce yürütülen çalışmalar neticesinde, olayın 03 Ekim 2020 günü saat 12:45 sıralarında Hacı Bayram Veli Camii yerleşkesinde Eski Devlet Bakanı Merhum Zeki Ergezen’in cenazesi esnasında, makam sahibinin araçta bulunmadığı bir anda gerçekleştiği anlaşılmıştır. Konuyla ilgili olarak adli işlem başlatılmış olup özel güvenlik görevlisi Ö.K.’nın, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde yaralandığı ve hayati tehlikesinin bulunmadığı yönünde sağlık kuruluşunca rapor düzenlenmiştir.”

Açıklama bu kadar.

 “Konuyla ilgili adli işlem başlatılmış olup” diyor ama bu açıklama başlamış değil, ancak beraatle tamamlanmış bir adli işlem hakkında olabilir.

Açıklamada makam sahibinin ve şoförünün adı geçmiyor.

Makamın ne olduğu, arabanın hangi kuruma ait olduğundan da özenle bahsedilmemiş. Hatta “makam sahibinin araçta bulunmadığı bir anda gerçekleştiği anlaşılmıştır” gibi cümlelerle de zaten adı verilmeyen makam sahibi özenle olayın dışında tutulmuş.

Açıklamada makam sahibinin, makamın, olayın baş faili olan şoförün adı yok ama kimin adı var?

Arabayla üzerine sürülen mağdurun adı, baş harfleriyle verilmiş.  

Sanki sanık oymuş gibi.

Ve yine faillerin özenle gizlendiği açıklamada, mağdurun ayrıntılı sağlık durumuna yer verilmiş.

“Basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde yaralandığı ve hayati tehlikesinin bulunmadığı yönünde sağlık kuruluşunca rapor düzenlenmiştir” cümlesinden zaten soruşturmaya değer görmediklerini anlıyoruz.

Yani Ankara Emniyet’i bu açıklamayla “büyütecek bir şey yok, dağılın” demiş.

Üstelik kendi polislerinin emrini yerine getiren bir güvenlik görevlisinin mağdur olduğu açık bir kasten yaralama teşebbüs suçu karşısında.

Bu yazı yazılırken de tweet attığı için insanları sabaha karşı evlerinden gözaltına alan emniyetin, başlatıldığı söylenen adli işlemlerde ne aşamada olduğunu öğrenememiştik.

Ama yakın dönem belgeseli henüz bitmedi.

Ve final bölümü.

Yazı boyunca alıntılar yaptığımız, dün Habertürk’te yayınlanan Nihal Bengisu Karaca’nın köşe yazısı öğleden sonra gazetenin internet sitesinden kaldırıldı.

Peki, şimdi bu belgeselin adı ne olsun?

“Millet meclisinin makam aracıyla milletin üzerine sürmek” mi?

Kırmızı plaka ve çakar sarhoşluğu mu?

Özür dilemeyenler, hesap sorulamayanlar mı?

İktidar ittifakından bir siyasetçinin şoförünü eleştirmenin bile gazetelerde sansür sebebi olduğu karanlık günler mi?

Köşe yazısı yazmanın, birinin üzerine araba sürmekten daha riskli hala geldiği zamanlar mı?

Kontrolsüz güç, güç değildir mi?

Yoksa “üzerimize sürülen makam aracı” mı?

Galiba en iyisi bu.

Samimi bir özürle, kamu hizmetine yakışmayan bir fiil yüzünden bir görevden alma kararıyla sadece bir kişinin üzerine sürülmüş olmakla kalacak kırmızı plakalı, Meclis logolu, çakarlı, bizim vergilerimizle alınmış/kiralanmış o pahallı makam aracı, ardından yaşananlarla hepimizin üzerine sürülmüş oldu.

Gerçekten de hepimizin. Kendisini dışarıdaki zaferlere kaptırıp, içeride yaşanan ağır yenilgilere yüzlerini çevirenlerin bile üzerine...

Ankara’da yaşanan adiyattan bir olay, 2020 yılı Türkiye’sinin anlatıldığı bir dönem belgeseline işte böyle dönüverdi.

Belgesel burada bitti.