Üç ayaklı masa

Altan Tan; çok az sayıdaki aile ve avukat görüşmelerinin dışında Öcalan, siyaseten 5 yıldır devre dışı kalmış durumda. Neden devre dışı kaldı?

Üç ayaklı masa

Öcalan ile HDP milletvekillerinin çözüm süreci boyunca devam eden görüşmeleri, 7 Nisan 2015 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu'na verilecek olan HDP milletvekili aday listelerinin müzakere edildiği İdris BalukenPervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder'in katıldığı, 5 Nisan 2015'teki görüşmeden beri kesili.

Bir başka ifade ile çok az sayıdaki aile ve avukat görüşmelerinin dışında Öcalan, siyaseten 5 yıldır devre dışı kalmış durumda.

Neden devre dışı kaldı? 

Devre dışı mı kaldı, devre dışı mı bırakıldı?

Devlet mi, PKK mi, yoksa her ikisi birden mi bu tecride neden oldu?

Kürt siyaseti için çok önemli bir tartışma!

Bilmeyenler için söyleyelim, İmralı görüşmelerinde avukatların veya diğer kişilerin getirdiği ham görüşme tutanakları 'belli zevatın' süzgecinden geçmeden yayınlanmıyor.

Okuduklarınız 'bilmenizde' mahzur olmayanlar.

Basit halk yığınlarının öyle gelişi güzel her şeye muttali olmaları gerekmiyor!

Bunun en son örneğini 2019’daki İstanbul belediye seçimlerinde yaşadık.

Avukatlar, Öcalan'ın mektubunu yayınlamayınca iş Tunceli Üniversitesi'nde görevli bir öğretim üyesine düştü.

Seçime 3 gün kala paldır küldür açıklanan mektup, beklenilenin tam aksi bir etki doğurdu. 

Halk tabiri ile güme gitti!

Hem aklı nerede olduğu meçhul 'Devlet/AK Parti aklı', hem de PKK'li arkadaşları Öcalan'ı 'boşa' çıkardı.

Bu AK Parti'nin de, Kandil'in de yaptıkları Öcalan'ı ilk 'boşa çıkarma' değil.

Abdullah Öcalan'ın; kardeşi Mehmet Öcalan vasıtasıyla İmralı'dan gönderdiği son mesajı da tartışılmaya devam ediyor.

Öcalan, öncelikle Türkiye'deki keskin kutuplaşmanın halkı ikiye böldüğünü söylüyor; ülkede yol açtığı ve bundan sonra da açması muhtemel olumsuzluklara dikkat çekiyor.

"İki ayaklı masa ayakta durmaz,  masanın en az üç ayaklı olması lazım. Türkiye, AK Parti ve CHP arasında bloklaşarak sıkıştı, acilen üçüncü bir alternatif olmalı" diyor.

"Türkiye siyasetini rahatlatacak bu üçüncü ayağı HDP oluşturmalı.

HDP, ittifaklarını genişleterek bu 'Demokrasi bloğunu' sağlayabilir" diyerek sözlerine devam ediyor.

HDP'ye ve PKK'ye, "Peşinen ve karşılıksız CHP'ye angaje olmayın" demeye getiriyor.

Bu masa işi de nereden çıktı?

İki ayaklı masa ne, üç ayaklı masa ne?

Masanın ayakları kimlerden oluşuyor ve neyi hedefliyor? 

Bu soruların mutlaka cevaplandırılması gerekiyor.

Türkiye uzunca bir süredir, başını AK Parti'nin çektiği ve MHP ve BBP'nin açıktan;

Hüda-Par, Vatan Partisi, 'Devlet' ve Ergenekon Davası'nda yargılananların zımnen, içinde yer aldıkları cumhur ittifakı ile

Başını CHP'nin çektiği, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti'nin açıktan;

HDP'nin yarı açık ve ABD, AB... Korkak büyük sermaye ve Gülen Cemaati'nin ise dışarıdan desteklediği; millet ittifakı arasında, siyaseten 'karpuz' gibi ikiye bölünmüş durumda. 

Son birkaç seçim ve yeni kamuoyu araştırma sonuçları tarafların bir diğerine bariz bir üstünlük sağlayamadığını ve bu at başı durumun devam ettiğini gösteriyor.

Kendi yararına olduğundan, başlangıçta bu kutuplaşmadan memnun ve bizzat mimarı olan AK Parti Genel Başkanı Erdoğan bile; son dönemlerde, bu 'kıl payı' durumun sürdürülemez olduğunu ve son İstanbul Belediye seçimlerinde olduğu gibi iktidarını her an bitirebileceğini görüyor ve yeni stratejiler doğrultusunda hamleler geliştiriyor.

Aklı başında herkes böylesi bir keskin kamplaşma ve kutuplaşmanın ülkeye verdiği zararların farkında.

Mevcut durum ve gelecekle ilgili derinlemesine analizler yapmak mümkün.

Ancak benim üzerinde durmak istediğim Öcalan’ın mesajının içeriği ve önümüzdeki dönem Kürtlerin almaları gereken siyasi pozisyon.

AK Parti, herkesin bildiği gibi küresel sisteme karşı olan Erbakan tasfiye edilerek ve ABD’den, AB'ye; İngiltere'den, dünya Yahudi lobisine kadar dünyadaki küresel sistemin desteğini alarak iktidara geldi.

Bu sistemin bir parçası olan Gülen cemaati de var gücüyle AK Parti'yi destekledi ve devlet içinde örgütlenmesine hız vererek yargıdan, YÖK'e; medyadan, askeriyeye kadar tüm kurumları bir bir ele geçirmeye başladı.

AK Parti başlangıçta küresel sistemin üzerini çizdiği Türkiye'deki müesses nizam (Kemalistler de diyebilirsiniz) ile çatıştı, iş öyle bir hale geldi ki halkın yüzde 50'sinin oyunu alan bir parti 2007'de kapatılmak istendi, hükümete muhtıra verildi.

Abdüllatif Şener, Erkan Mumcu ve Emin Şirin gibiler sistemin yanında yer aldı.

Gülen destekli AK Parti iktidarı 68 muvazzaf genarali Ergenekon ve Balyoz davalarında hapse attı.

Emekli Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, 'terörist' suçlaması ile ömür boyu hapse mahkum edildi.

2010 sonlarında başlayan Arap Baharı ile birlikte bu dengeler alabora oldu.

AK Parti, başta Suriye, Filistin ve Mısır olmak üzere Ortadoğu politikalarında küresel sistem ile ters düştü.

Küresel sistem, AK Parti'ye karşı cephe aldı ve 2013 yılından itibaren Erdoğan'ı devirmek için düğmeye basıldı, Gülen cemaati bu çatışmada dışarının yanında yer alınca, ipler koptu; gizli ve alttan olan mücadele büyük bir gürültü ile patlayarak açığa çıktı.

Abdullah GülAli Babacan ve arkadaşları da Erdoğan'ın karşısında konuşlandı.

2013 Ocak ayında start alan Kürt açılımı işte tam bu hengamenin ortasında başladı.

'Yerli ve milli' olarak takdim edilen bu projeye ABD, AB, İran, Gülen cemaati, MHP, ulusalcı Türk milliyetçileri, marjinal sol gruplar ve onlarla birlikte hareket eden Almanya merkezli Alevi örgütleri ile Ermeni diasporası karşı çıktı.

Bu grupların Kandil üzerinde de önemli etkileri oldu.

Aynı gruplar Öcalan’ın, benim de içinde olduğum heyetle 23 Şubat 2013 tarihinde yaptığı görüşmede dile getirdiği;

"Bu topraklarda bin yıldır Haçlılardan beri bir oyun oynanıyor, Batılı emperyalistler Ermeni ve Rum lobileri ile birlikte bizi vuruşturuyor, ben bu bin yıllık oyunu bozacağım" sözlerinden;

"Alevi, sol, Ermeni ve Rum karşıtı söylemler içerdiği" gerekçesi ile büyük rahatsızlık duydular.

Öcalan'ın, 21 Mart 2013 Newroz kutlamalarında Diyarbekir Newroz Meydanı'nda okunan mektubu da ciddi tepkilere neden oldu.

...Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç’in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek’le hısım-akrabadır...

 

...Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.

Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır...


Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.

Tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.

Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkum edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.

Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.

...Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.

Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum....


Sözlerine de Türk-İslamcı ve Misak-ı Millici söylemler taşıdığı iddiasıyla karşı çıktılar ve bunun hükümetin bir manipülasyonu olduğunu ileri sürdüler.

Önemli bir kısmının içinde ve bizzat aktörü olduğum bu sürecin, ileride birinci elden tanıkları tarafından yazılacak olan tarihi; bütün karanlıkları aydınlatacak ve sürecin her iki tarafındaki kuzu postundaki kurtları da faş edecektir.

Açılım projesinin, tüm yol kazaları, eksiklikleri, aktörlerinin hatalı seçilmeleri ve AK Parti'nin çok temel yanlışlıkları bir yana kim ne derse desin benim kanaatime göre hükümet ve Öcalan arasında bir mutabakat söz konusuydu.

Halk tabiri ile anlaşmışlardı.

Bu anlaşmaya göre PKK, Türkiye'deki eylemlerine son vererek, güçlerini Türkiye dışına çekecek; hükümet de aşamalı olarak demokratik adımlar atacaktı. 

Bizzat Öcalan'ın ağzından duyduğum en önemli söz ise "Hükümet üzerine düşenleri yaparsa biz başkanlığı da konuşabiliriz" sözleriydi.

Mutabakatın en kestirme ifadesi buydu ve gerisi teferruattı.

Peki, ne oldu da anlaşma bozuldu?

Ne oldu da, müzakere edilen ve bir anlamda 'iş ortağı' olan hükümet ve özellikle de Tayyip Erdoğan 'düşmanlaştırıldı'?

Müzakere ve düşmanlık hangi akılla birleştirildi?

Ne oldu da "Erdoğan'ın başkanlığına evet diyebiliriz" anlamına gelen; Öcalan'ın çok açık bir şekilde ifade ettiği "Biz başkanlığı da konuşabiliriz" noktasından;

"Biz seni başkan yaptırmayacağız" restleşmesine gelindi?

"Biz seni başkan yaptırmayacağız!" sözünden bir gün sonra İmralı'da neler oldu ve Öcalan kimlere yağdı gürledi?

Ben o gün İmralı'da da değildim, Öcalan'ın yağıp gürledikleri arasında da değilim!

Tüm süreç boyunca, "Başkanlık sistemini de, yarı başkanlık sistemini de, parlamenter sistemi de tartışırız, ancak diktatörlüğü, sultanlığı ve tek adamlığı asla kabul etmeyiz" diyenlerdenim.

Öncelikle belirteyim ki anlaşmayı bozan Öcalan değildi.

Hükümetin oldukça ciddi yanlışlıkları bir yana, Erdoğan'dan kurtulmak isteyenlerin tamamı (ABD, AB, İran, Gülen cemaati, MHP, ulusalcı Türk milliyetçileri, marjinal sol gruplar ve onlarla birlikte hareket eden Almanya merkezli Alevi örgütleri, PKK ve HDP içindeki uzantıları ile Ermeni diasporası...)  işi sabote ederek bozmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

Beyoğlu'ndaki Cezayir Lokantasını mesken tutan zevat Öcalan'a, heyet vasıtasıyla Osman Kavala'nın selamlarını göndererek karşı tavırlarını ilettiler.

Hemen her gün aynı sözleri tekrarlamaktan usanmadılar;

"Siz Kürtler nasıl olur da Erdoğan'la bir iş birliğine gidersiniz? Demokrasiye ve demokrasi güçlerine ihanet edemezsiniz! Kendinizi kurtarıp, bizleri kaderimizle baş başa bırakarak, ilkel milliyetçi duygularınızı tatmin uğruna; Türkiye'yi şeriatçı diktatörlüğe teslim edemezsiniz? Sizleri kandırıyorlar, buna asla izin veremeyiz/vermeyiz" diyorlardı.

Aslında işin aslı o kadar da karmaşık ve anlaşılmaz değildi!

Esas dertleri Erdoğan'ı götürmek, Irak ve Suriyelileştirerek Türkiye'ye ve bölgeye yeni bir format atmak isteyenler tam kadro iş başındaydı.

İşin özeti "Erdoğan gitsin de, istersen Türkiye yansın!"dı.

Amid'i, Nusaybin ve Cizre'yi Rakka'laştırmak, Musul ve Halep gibi yerle bir etmekti.

Erdoğan gittikten sonra ne olacağını ise kimseye anlatmıyorlardı.

"Hele bir Erdoğan gitsin de gerisi kolaydı!"

Bu duruma başlangıcından itibaren var gücümle karşı çıktım.

Sadece 2015'in son yarısında, aralarında Hürriyet ve Cumhuriyet'in de bulunduğu 5 büyük gazetede tam sayfa röportajlarım yayınlandı, mecliste ve meclis dışında sayısız konuşma yaptım.

"Söz uçar yazı kalır" derler.

9 Kasım 2015 tarihili Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Selin Ongun'la yaptım söyleşide daha darbe ortada yokken şöyle dedim;

Tayyip Erdoğan 'karşıtı' demiyorum, 'düşmanı' olan belli bir kesimde, 'Kürtler vursun, yaksın, yıksın, isyan etsin, iç savaş çıksın, Tayyip Erdoğan gitsin isterse Türkiye yansın, Kürdistan virane olsun. Türkiye yönetilemez hale gelsin ve hiçbir şey olmazsa darbe olsun' anlayışı var. 
Bizim misyonumuz bu değil.


Kürt siyasetine kurulan hain tuzağın simsarları beni susturmak ve etkisizleştirmek için tüm güçlerini kullandılar.

Öcalan'ın, heyetten bizzat İdris Baluken'i görevlendirerek; "Hendekler, devletin egemenlik hakkına tecavüzdür, kabul edilemez. Gidin ve kim sorumlu ise  iletin ve bu duruma son verin" talimatını bir buçuk yıl halktan gizlediler.

Halbuki ilk gün kosterden iner inmez bir basın toplantısı ile halka duyursaydılar kadim şehirlerimizin yerle bir olmasını ve binlerce gencin ölümünü engelleyebilirlerdi.

Can alıcı sorulardan biri de; Bunca uyarıya rağmen, Öcalan'ın niye boşa çıkarıldığı sorusudur.

Bu sorunun cevabı da öyle çok belirsiz ve gizli değildir.

2013-2015 yılları boyunca çözüm sürecini sabote etmek için ellerinden geleni yapanlara dış güçler ısrarla şunu söylüyorlardı;

Siz AK Parti ve Tayyip Erdoğan'la konuşuyorsunuz, halbuki Erdoğan'ın kalemi kırıldı,

Türkiye'nin geleceğinde böyle biri olmayacak; suya yazı yazıyorsunuz!

Öyle veya böyle mutlaka gidecek/götürülecek!

Öcalan, İmralı'da tutsak, onun da söylediklerinin bir anlamı yok!

Bizi dinleyin; 

Ortadoğu'da tüm sınırlar değişecek, öncelikle de Suriye ve Irak sınırları. Bizle beraber hareket edip, sözümüzü dinlerseniz Suriye'de büyük kazanımlarınız olacak.

Erdoğan Suriye'de cihatçı örgütleri destekleyerek, Suriye'yi bozdu; siz de hendeklerle onun işini bozun, Türkiye'yi Suriyelileştirin, oyalayın.


Hikaye bu kadar basit!

"Bu süreçte hükümet ne yaptı?" derseniz;

Yanlış üzerine yanlış yaptı! 

Bu yanlışları yıllardır yazıp, anlatıyorum.

Öğrenmek için bilgisayarda bir tuşa basmanız yeterli.

2019 ve 2020'de de Kürt siyasetçilerin aymazlıkları devam etti.

Öcalan'ın "Suriye'de Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alın, Türkiye'nin hassasiyetlerine dikkat edin" uyarılarını yine hiç kimse dikkate almadı.

"Türkiye Afrin'e giremez, Rusya izin vermez, Türkiye Rusya ile savaşmak zorunda kalır"

"Türkiye Serékani'ye, Telabyad'a giremez, ABD izin vermez, savaşır" diyenlerin tüm öngörüleri boş çıktı.

Yıllardır feryat ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, Kürt siyasetçiler de bir karar vermek zorunda.

Kürtler, tüm zorluklara ve uzun bir yol olmasına rağmen Türkiye ile ve Türkiye halkını ikna ederek barışı demokratik yollardan mı bir mücadele sürdürecekler;

Yoksa ABD, İran, İsrail, Rusya... gibi devletlerin oyuncağı olarak mı 'bir yere' varmaya çalışacaklar?

Türkiye'ye rağmen ve Türkiye ile savaşarak bir yere varmak hiçbir yönden doğru da değildir, mümkün de değildir.

Şiddetin ve silahların dönemi mutlaka sona erdirilmelidir.

Tayyip Erdoğan gitse de kalsa da, Erdoğan veya bir başkası cumhurbaşkanı olsa da, beğenilse de, beğenilmese de siyasi muhatap iktidar ve devlettir. 

Bugün Erdoğan olur, yarın bir başkası.

Genel anlamda ise muhatap halktır, Türkiye'de yaşayanların tamamıdır.

Öcalan'ın bu konulardaki görüşleri ile bu doğrultudaki talimatları net.

Özünde 'Türkiyeli' bir çözümden yana.

Öcalan'ın "İki ayaklı masa ayakta durmaz, mutlaka üçüncü bir ayak oluşturmak lazım" sözlerine de aynı çevreler, geçmişteki misyonları doğrultusunda itiraz etmeye başladılar bile.

Bu söylemi "Erdoğan'ı kurtarma manevraları" olarak niteleyerek, boşa çıkarmak istiyorlar.

Bizim söylemek istediğimiz ise açık ve net.

Erdoğan'ın alternatifi, anadille eğitime ve bölgesel yönetimlere bile karşı olan Muharrem İnce ve HDP sayesinde kazandığı Belediye Başkanlığı koltuğundan "HDP'lileri iyi günümde de, kötü günümde de yanımda görmek istemiyorum" diyen Tanju Özcan gibiler olacaksa Kürtler için değişen hiçbir şey olmayacaktır.

Bugün yapılması gereken;

Şiddete kesinlikle son vererek, silahları susturmak,

Kürtlerin taleplerini netleştirmek, Türkiye içinde ve dışında (Suriye, Irak) nasıl bir düzen arzulandığını ortaya koymak, Türkiye'yi 'Demokratik bir Cumhuriyet' olarak inşa etmeyi projelendirmek olmalıdır.

fazla oku

Baştan ve peşinen hiçbir bloğun yanında veya içinde olunmamalı, kimseye bedava payanda ve 'siyasi hamal' olunmamalıdır.

Değişen ortam ve siyasi hava doğrultusunda her iki blokla da müzakere ve 'pazarlık' kapıları sonuna kadar açık tutulmalıdır.

Bu doğrultuda Kürtlerin önce kendi içlerinde, sonrasında da dışlarında kalan tüm 'Ehli insaf ve vicdan' ile ittifak kurmaları gerekmektedir.

Hayırlı her işi önce karşı çıkarak engellemeye, başarılı olamadıklarında ise destekliyormuş gibi gözükerek içten çürüterek boşa çıkarmaya çalışanlara karşı çok dikkatli olmak gerekmektedir.

Marjinal sol ile geleneksel dindar Alevilikle bağlarını koparmış marjinal sol Alevililiğin haczi altında olan Kürt siyaseti için en büyük tehlike budur.

Geçmişte Öcalan'ı boşa çıkaran ve halen de 'mış, miş' gibi yaparak boşa çıkarmak isteyenler yine var güçleriyle sahadadır.

İttifak, 'Fareli köyün kavalcıları' ile, halk üzerinde hiçbir etkileri olmayan marjinal gruplarla değil; 

Kürdi hassasiyeti olan her Kürt ile hak, hukuk ve adalet peşindeki en geniş halk kitleleriyle kurulmalıdır.

'Üçüncü ayaktan' kastedilen budur ve üçüncü ayak başkalarının kavgalarında figüran olmak istemeyen herkes ve Kürtler için zorunludur.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkis