Alper Görmüş yazdı;
1990’ların başında, Ahmet Altan’ın kısa süreli yayın yönetmenliği sırasında ben de Güneş gazetesindeydim. Sabah toplantılarında sıra Ankara bürosunun gönderdiği, çoğu Meclis kaynaklı haberlere geldiğinde yayın yönetmeninin cini mutlaka tepesine çıkar, “Söyleyin Ankara’ya, Meclis’ten çıkıp bakanlıklara gitsinler, haberler orada” diye ünlerdi.
Hakikaten çok doğru bir tespit ve yönlendirmeydi; neticede Meclis’e gelen bütün kanunlar bakanlıklarda hazırlanıyordu ve Meclis’e geldiğinde bundan bütün gazetecilerin aynı anda haberi oluyordu. Oysa vaktini Meclis yerine bakanlıklarda geçiren iyi muhabirler, hazırlanan kanunları meslektaşlarından çok daha erken öğrenip onları atlatabilirdi.
Kimsenin farkında olduğunu sanmıyorum; bana öyle geliyor ki bu gazetecilik ‘sırrını’ öğrenmiş olan ve gereğini yerine getiren gazetelerin başında Türkiye geliyor. Orada sık sık bakanlıklarda (ve günümüzde artık kanun tasarılarının hazırlandığı başka mahfillerde) nelerin kotarıldığına dair haberlerle karşılaşıyoruz. Bunun son örneğinin altında Ebru Karatosun imzası vardı.
Türkiye gazetesi muhabiri, Ekim ayında açılacak Meclis’te ilk gündeme getirilecek yasalardan biri olan Sosyal Medya Yasası taslağını hazırlayanlarla konuşmuş, tasarının ana hatlarını haberleştirmiş:
“Sosyal medyaya çeki düzen, yalan habere 5 yıl hapis / AK Parti’nin, sosyal medya üzerinden yapılan dezenformasyonun önüne geçilmesi için üzerinde çalıştığı yasal düzenlemede sona gelindi…” (Haberin başlığına, sunumuna takılmayın, karşınızda iktidar yanlısı bir gazete olduğunu unutmayın, siz haberin kendisine bakın; bir buçuk ay sonra neyle karşılaşacağınıza…)
Tasarıda öne çıkan üç temel nokta
Sunumu geçip habere geldiğimizde öğreneceğimiz somut bilgiler şöyle (üç temel nokta öne çıkıyor):
Bir: Sosyal medyanın yasayla düzenlenmesine paralel olarak Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) ceza tanımlanması yapılacak. TCK’da, dezenformasyon ve mezenfermasyon gibi yeni suçlar yer alacak.
İki: Sosyal medya üzerinden yalan haber yayan ve yapanlar 1 yıldan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılacak.
Üç: Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ya da Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) içerisinde sosyal medyayı denetleme görevini yürütecek ‘Sosyal Medya Başkanlığı’ kurulacak. (Haberin dilinden bu konuda henüz bir görüş birliğinin oluşmadığını anlıyoruz.)
İktidarın ‘yalan’ diye yaftaladığı haberlerle birlikte düşünüldüğünde…
Burada asıl kritik noktanın ‘yalan haber’in tarifi ve bağlamıyla ilgili olduğu açık. Ölçü ne ve kim koyacak? Sosyal medyada sıkça rastlanan ve ancak ‘kötülük’ diye adlandırılabilecek dümdüz yalanlar mı engellenmek isteniyor, yoksa iktidarın duymak istemediği ve ‘yalan’ diye yaftaladığı haberler, tartışmalar mı?
Bir varsayım kuralım ve diyelim ki hazırlanmakta olan yasa birkaç yıldır hayatımızda…
Bu durumda, mesela PKK’nın elindeki esir askerleri kurtarmak için düzenlenen Gare operasyonunun ilk günlerinde durum ne olurdu? Hatırlayalım, başlangıçta bu bilgi yalanlanmış, operasyonun “bölgedeki terör unsurlarını temizlemek” amacıyla yapıldığı öne sürülmüştü. Evet, yasa işliyor olsaydı, sosyal medyada “esir askerleri kurtarmak için yapıldı ama hiçbiri kurtarılamadı” haberini paylaşanlara ne olacaktı? Savcılar, “yalan haber” diye ortaya düşmüş iktidar sözcülerinin yarattığı atmosferde nasıl davranırdı?
Ya de şu 128 milyar meselesi…
Ya da en aktüeli olmak üzere savcılar, “Afganistan’dan gelip İran sınırı üzerinden Türkiye’ye giren yüzlerce Afgan göçmen” haberleri ve paylaşımları karşısında, cumhurbaşkanı ve bakanların yalanlamaları ortadayken, ne yaparlardı? Sınırdan ilk haberleri ve görüntüleri aktaran gazeteci Ruşen Takva, o görüntüleri sosyal medyaya koyabilir miydi? Koysaydı başına ne gelirdi?
Bütün bu tabloya bir de benzerleri gibi bağımsızmış gibi yapıp iktidarın organik bir parçası gibi çalışacak Sosyal Medya Üst Kurulu’nu (SMÜK) ekleyin…
Gelmekte olan, işte böyle bir şey.