Tüm dünyada olumsuzlukların karşısında siyasetin yetersiz ve duyarsız kaldığı zamanlarda sivil toplumun inisiyatif aldığını görüyoruz. Bu hem siyasete tepki şeklinde hem de siyasete yön verme şeklinde kendini gösterir. Zaten demokratik toplum yapısının en önemli unsurlarından birisi sivil toplum kuruluşlarıdır. Ülkemizde de sivil toplum kuruluşlarının amacına uygun bir şekilde hareket etmesi temel beklentidir.
Sivil toplumu anlayabilmek için öncelikli olarak sivil kavramının açıklanmasına ihtiyaç vardır. Sivilliğin, resmi yani politik olanın dışında kalmak şeklinde öteden gelen bir anlam çerçevesi vardır. Aynı zamanda sivillik batının gelişim süreci içerisinde kilisenin egemenliği dışında kalan alanı da ifade eder. Bir de sivillik, İsmet Özel’in de ifade ettiği gibi bir toplumun kendi değerleri üzerinden çare üretmeyi ifade eder. İsmet Özel burada egemen sisteme uyarlanmayı “resmi” kabul ederken, kendi başının çaresine bakabilmeyi “sivil” olarak görür. Bu üç yaklaşımın da ortak noktası, toplumun egemen güce karşı kendini muhafaza edebilecek, kendini egemen güç dışında ifade edebilecek, konumlandırabilecek ve yaşam alanı üretebilecek bir inisiyatif alanı oluşturmasıdır.
İnisiyatif alanının toplumsal bir zeminde örgütlenmesiyle sivil toplum oluşur. Sivil toplum yüklenmiş olduğu misyonunu üç aşamada yürütmeye çalışır. Birinci aşama mevcut egemen irade karşısında kendilerine yaşam alanı açma aşamasıdır. İkinci aşama, ulus devletin tahakküm ve kapsayıcılığına karşı bireylerin özgürlüklerini genişletme aşamasıdır. Üçüncü aşama ise bireylerin siyasi iradenin işleyişine müdahale ettiği aşamadır. Yani birinci aşama var olma, ikinci aşama misyonu yüklenme, üçüncü aşama ise misyonu için mücadele etme aşamasıdır. Bu üçü birlikte gerçekleşmediği sürece sivil toplumun gerçek anlamda var olduğunu söyleyemeyiz.
Bu konulara değinmemizin sebebi, ülkemizdeki sivil toplumun yukarıda bahsettiğimiz özelliklere sahip olup olmadığıdır. Bunu anlamanın en basit yolu kendini STK olarak ifade eden kuruluşların siyasi iradenin kararlarına söz söyleyebilme yeteneğinde gizlidir. Günümüzün iktidar gücü kendilerini muhafazakâr olarak kabul eden kitlelerin elinde olduğu için öncelikli olarak İslami diye kabul gören STK’ları sorgulamalıyız. Mesela bu STK’lar bugün siyasetin hatalı kararları karşısında tavır alıp bununla mücadele edebiliyorlar mı? Yoksa bunların misyonu siyasi erkin kararlarını meşrulaştırma, yetersiz ve duyarsız tavırlarından doğabilecek tepkiyi göğüslemek midir?
Geçen haftadan bu yana Siyonist zalimlerin Filistin halkı üzerindeki devlet terörüne karşı ülkemizde STK’ların öncülüğünde tepkilerin yükseldiğini görüyoruz. Burada STK’lar kendilerine düşenin sadece eylem yapmak olmadığını elbette biliyorlardır. Çünkü bu eylemleri Mescid-i Aksa’nın önünde yapabilirlerse bir anlamı olacaktır. Fakat başka coğrafyalardan eylem yapılacaksa bu eylemlerin muhatabı eylemsel suskunluğunu muhafaza eden siyasi erk olmalıdır. Eğer ki, STK’lar siyasi erkin bu duyarsızlığına dikkat çekerek bir mücadele yürütmüyorsa bu durumda asıl amaç, kitlelerin yoğunlaşan duygularının siyasi erk üzerine boşalmasını engellemektir.
Yani burada yapılan eylemlerin gereksiz olduğunu falan söylemiyoruz. Sadece STK’lar tarafından yürütülen eylemlerin içeriğinin ve muhatabının yanlış seçildiğini ifade etmeye çalışıyoruz. Bunun da asıl amaca hizmet etmediğini anlatma gayretindeyiz. Ne yazık ki, STK’ların bu yaklaşımı sivil toplumun inisiyatif alma gücünü yok etmekte, bunun yerine siyasi erkin manipüle gücüne omuz vermektedir.