1933 yılında Nazizm’in Almanya’da iktidar olması ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin başına gelenler, Yahudi zihninde silinmesi imkânsız izler bırakmıştır. Orijinal adı “God on Trial” adlı İngiliz yapımı film, işte bu yıllara ait bir olayı/tartışmayı gündeme getirmektedir. Film, Elie Wiesel’in aynı adlı kitabında anlattığı bir olaya dayanıyor. Wiesel’e göre, üç Yahudi mahkûmun her biri Auschwitz’de Tanrı’ya karşı dava açtı. Film, bir Amerikan televizyon ağı olan PBS’nin desteğiyle, 3 Eylül 2008’de BBC tarafından üretildi ve yayınlandı.
Frank Cottrell Boyce tarafından senaryosu yazılan ve Andy De Emmony tarafından yönetilen filmde, felsefenin en zor konularından biri olan teodise (kötülük) problemi ele alınır ve bu arada birçok Yahudi kişi ve ailenin hikâyeleri işlenir. Film baştan sona meşhur toplama kampı olan Auschwitz’de ve buradaki bir koğuşta geçiyor. Koğuş lideri doğal olarak bir Alman ve geriye kalanların hepsi Almanya ve Polonya’dan gelen Yahudilerden oluşuyor. Koğuş liderinin şu sözleri değişen dünya şartlarını ve dengelerini anlatmaya yetiyor: “Dünya tersine döndü. Dışarda iken benim gibi insanları aşağılıyor ve küçümsüyordunuz, çünkü hepiniz iyi konumlarda olan insanlardınız. Ama burada ben sizin başınızdayım ve siz düşmekte olan bir halksınız.”
Koğuşta “Dua etmekten başka çaremiz yok” diyen bir adama, gençlerden birinin tepkisi büyük tartışmanın fitilini ateşliyor: “Bu nasıl Tanrı? Beni duyuyor ve hiçbir şey yapmıyor? O pisliği yargılamalıyız, belki bizi duyar.” İşte, bu ilk sözler bir mahkemenin kurulmasına yetiyor. Geldiği yerde hukuk okumuş ve mahkemede hâkimlik yapmış olan bir adam “Ben Tevrat’ı bilmem ama mahkemeyi ve hukuku iyi bilirim” der ve bir savcı ve bir savunma avukatından oluşan bir mahkeme kurar. Savcı, Tanrı’yı suçlu ilan eder; savunma avukatı ise O’nu savunur. Bu arada, orada bulunanlar da zaman zaman tartışmalara katılır ve kendi hikâyelerini anlatırlar.
Peki, Tanrı ne yapmış olabilir?
İddiaya göre Tanrı Yahudilerle yapmış olduğu sözleşmeyi bozmuştur. Gelişen olaylara müdahale etmeyerek Nazilerin işlediği cinayetlere ortak olmuş ve cinayete yataklık etmiştir. Savunma, bu olayın tarihte ilk olmadığını, Yahudilerin nice olaylarla sınandığını ve bugün de böyle bir sınanmayla karşı karşıya olduklarını anlatır. Birisi sorar: “Peki, sınav sözleşmenin bir parçası mıdır?” Verilen cevap: “Evet”. “Sözleşmeyi bozan Tanrı değil, biziz” der biri içlerinde ve şöyle devam eder: “Çocuklarımızı okumaları için şehirlere gönderdik, orada yüksek makamlara geldiler, kimi ateist ve inkârcı akımların peşine düştüler. Kutsal metinleri terkettiler. Dolayısıyla asıl suçlu biziz.”
Suç ve ceza arasında bir orantı olmalı. Peki, hangi suç böyle bir cezayı gerekli kıldı. Bazı Yahudilerin kötülük işlemesi toplu kıyımları açıklar mı?
Bunun üzerine savunma, tarihte suç ve ceza arasında orantının olmadığı birçok olay olduğunu anlatır. Mesela Nuh tufanında yeryüzündeki insanların tümü cezalandırılmıştır. Tanrı birçok kez gönderdiği ilahi cezalarla halkları helak etmiştir! Üstelik bu ceza değil, bir arınmadır. Çeşitli olaylarla sınanıyoruz ve arınıyoruz!
Hatta savunma yapanlar daha ileri giderek şunları da ileri sürüyorlar: “Bu büyük acı bir ayrıcalıktır. İnsanlık bizim sayemizde arınacaktır. Tevrat yaşayacak, ama Hitler ölecektir.”
Suçlama yapanlardan biri sorar: “Ne yani, acı çekmek bir buyruk ise, Hitler Tanrı’nın bir aracı mıdır?”
Bu tartışmalarla sorular giderek çoğalır: Tanrı Yahudilerle birlikte acı çekmekte midir? Tanrı hem kudretli hem adil olamaz mı? Kötülük özgür iradeden mi kaynaklanmaktadır? Özgür irade var mıdır?
Üç çocuğunu Nazilerin elinden aldıklarını söyleyen bir baba, özgür irade diye bir şeye inanmadığını söyler. Nazi subayına yalvaran baba, sonunda çocuklarından birini seçmesiyle sınanır. Baba seçemediğini söyler. Çünkü çocukların hepsi de “Lütfen baba beni al” dediklerinde adam seçim yapamaz! Çünkü eğer bir seçim yaparsa, diğer çocukların kendilerini sevmeyeceklerini düşünür.
Gençlerden biri “Tanrı bizimle acı çekmek yerine düşmanlarımıza ateş göndermeli. Bizim düşmanlarımıza karşı ateş gönderecek bir Tanrı’ya ihtiyacımız var” der. Bu arada bir adam “Tanrı’nın ne düşündüğünü bilemeyiz. Dua etmeliyiz, inancımızı korumalıyız” diyerek karşılık verir.
Mahkeme başkanı mahkemenin kurallarını yeniden hatırlatır: “Tanrı’nın ne düşündüğünü bilemeyiz. Biz sadece şunu sorabiliriz: Tanrı’ya yaptığımız antlaşmayı ihlal ettik mi?”
Tartışmalarda hem Tanrı’nın hem de Yahudi halkının antlaşmayı bozduğunu söyleyenler olur. Sürekli iki taraftan biri sesini duyurmaya çalışır: Bir taraf Tanrı’yı, diğer tarafta Yahudi halkını suçlu ilan eder.
Bu arada mahkemeyi kenarda dinleyen koğuş lideri, bazı Yahudilerin niyetlerini sezmiş gibidir. Onlara şunu söyler: “Ne yani, siz Tanrı ile anlaşmayı bozduk deyip Yahudi olmadığınızı mı iddia edeceksiniz. Böylelikle öldürülmekten kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?” Evet, Tanrı’yı suçlayanların böyle bir niyetleri de bulunmaktadır.
Bu arada, astronomi okuduğunu söyleyen bir Yahudi bilim adamı Yahudilerin “seçilmiş halk” tezini tartışmaya açar. “Milyonlarca gezegen var. Dünya kıyıda bir yerde. Tanrı bu kadar gezegenden dünyayı, dünyada da küçük bir halk olan Yahudileri mi seçti? Neden bunu yapsın? Bu bir çılgınlık değil mi? Bu sadece bir güç gösterisidir. Yahudiler, Tek Tanrı inancıyla ortaya çıktılar. Bu büyük bir fikirdi. Ama sonra ne oldu? Hristiyanlar dediler ki: “Sizin Tanrınız sadece Yahudileri seviyor, oysa bizim Tanrımız herkesi seviyor.” Şimdi ise, Hitler diyor ki: “Tanrı benim.” Evet, bunların hepsi güç gösterisinden ibarettir.”