İsrail’i ve bu devletin faaliyetlerini kolonyalizm bağlamında ele almak gerektiğini ifade ettik. Bu ifade ile İsrail’in varlığını Yahudi ilahiyatıyla sınırlandırmanın yanlışlığına da telmih yapmış oluruz. Aslında Filistin topraklarında Yahudi yerleşimlerinin ortaya çıkmasıyla başlayan sürecin İngiliz mandası tarafından yürütülmesi sorunun en dikkat çeken yönüydü. Fakat nedense İngiliz manda yönetimin kalıntıları sürekli olarak göz ardı edildi. Hâlbuki İsrail, doğrudan İngiliz manda yönetimin bir eseriydi ve bir bağlam olarak Yahudi ilahiyatının inşa edilmesi de bu sürecin bir sonucuydu.
İngiliz manda yönetimi ile Yahudi ilahiyatının öne çıkması arasındaki bağlantıyı bir sırrın keşfedilmesi olarak dile getirmek istemediğimi özellikle vurgulamak isterim. Avrupa tarihi açısından Yahudilere uygulanan siyasetin “Yahudi meselesi” olarak tanımlanması gayet tabiî bir durumdur. Avrupa’nın farklı ülkelerinde Yahudilere yönelik ötekileştirici tutum malumdur. Hatta bu bağlamda İngiltere’nin öncü bir rol oynadığı da bilinmektedir. Avrupa ülkelerinde Yahudilere karşı takınılan tavrı farklı yönleriyle ele alan birçok çalışma Türkiye’de de biliniyor. Buna göre rahatlıkla söyleyebiliriz ki Avrupa tarihi açısından Yahudi meselesi bir yönüyle Hıristiyanlarla karşıtlık oluşturacak şekilde gelişim göstermiştir. Fakat bu, Yahudi meselesinin boyutlarını görmek açısından yeterli bir tanımlama değildir. Farklı Avrupa ülkelerinde Yahudiler millî bir sorun olarak görülmüştür. Dinî ve millî bir mesele olarak görülmenin dışında Yahudilere karşı tepkilerin iktisadî boyutları vardır. Bu çerçevede Avrupa tarihinin bir meselesi İngiliz manda yönetimi tarafından farklı bir coğrafyaya taşınmıştır, diyebiliriz. Kısaca ifade etmek gerekirse Filistin’de Yahudiler için kurulan koloniler Avrupa’nın evrenselleşme sürecinin bir parçasıdır.
Avrupa’daki Yahudi ve Hristiyan karşıtlığını Filistin’de Yahudiler ve Müslümanlar karşıtlığı ile ikame ettikleri çok açıktı fakat bu Avrupamerkezli bir meselenin evrenselleştirilmesinin yanında ikinci derecede önemlidir. Aynı meselenin bir parçası olarak İsrail’in sınırlarının belirsizliğini de Yahudi ilahiyatı ile açıklamak doğru değildir. Bu, olsa olsa, dinin siyasallaştırılmasına bir örnektir. Yahudi ilahiyatı siyasal hedefler açısından bir araç olarak kullanılmaktadır. İsrail’in yerleşimci kolonyalizmi Filistinliler aleyhine işlemektedir. Bu süreci Avrupa’nın kolonyalist yayılmacılığı bağlamında açıklamak gerekir. Filistinli imajı da yayılmacılık siyaseti açsından işlev görmektedir. Mekâna yönelik olumsuz herhangi bir ifade ile karşılaşılmaz. Hatta dinî kavramlar mekânın kutsallaştırılması bakımından son derece yararlıdır.
Norbert Elias, “Uygarlık Süreci” adlı kitabında İngilizlerin ve Fransızların uygarlık kavramına yüklediği anlamı kolonyalizm bağlamında izah eder. Almanların on dokuzuncu yüzyılda bu kavramı anlamadığını belirtir. Elias, kültür kavramının aksine uygarlığın genişlemeci ve yayılmacı bir anlama sahip olduğunu belirtir. Said’in oryantalizm eleştirisi de bu bağlamda anlamlıdır. Daha önce dile getirdiğimiz gibi oryantalizmi Batı’nın Doğu algısının doğruluğu ve yanlışlığı bağlamıyla sınırlandırmamak gerekir. Batı edebiyatında Filistin, Müslümanlar, Filistinliler gibi kavramlar “doğruluk veya yanlışlık” bağlamına dâhil edildiğinde uygarlık ve kültürün evrenselleşme süreci de açığa çıkmamış olur. Hâlbuki evrenselleşme sürecinin temelindeki taşınma ve yayılma açıkça görülebilecek bir durumdadır. İsrail’in varlığını ve faaliyetlerini Filistinlilerin imajının doğruluğu ve yanlışlığı ile sınırlanmak en hafif ifade ile konunun kısır bir alana taşınması anlamına gelir.
Benzer konuların benzer kısırlığa yol açacak şekilde kullanıldığını söyleyebilirim. Örneğin sömürgecilik kavramı da Avrupamerkezci bakış açısının ürünüdür ve sınıf temelli bir ayrışmaya işaret eder. Zira kavram, istismar anlamında kullanılmaktadır. Bu kavramın yaygın kullanımını da uygarlık ve kültür kavramında olduğu gibi Avrupa’nın başka coğrafyalara taşınmasına örnek verebiliriz. Sömürgecilik kavramında mekân fikrinin kaybolduğu çok açıktır. Sınıf temelli bir ayrışmanın ürünü olan sömürgecilik kavramının yaygın kullanımını da genişleme ve evrenselleşme çerçevesinde ele alabiliriz. Bu da Avrupa’nın evrenselleşme sürecinin görülmesi açısından önemlidir. Dipesh Chakrabarty’nin Avrupa’nın taşralaştırılması projesini de bu kategoride düşünmek gerekir.