Kemalizmin Ayak Sesleri

Şakir Diclehan Yazdı;

Kemalizmin Ayak Sesleri

Türkiye, zaman tünelinin bir noktasında takılmış ve sürekli aynı günü yaşayan bir ülke konumuna gelmiş bulunmaktadır. Cumhuriyet’ten, hatta Tanzimat’tan beri gerçek sorunlarını ve büyük problemlerini, sürekli halı altına süpürerek çözebileceğini ve devlet yapısını ayakta tutabileceğini düşünerek “oğlum bina okur, döner döner yine bina okur” misali fasit bir dairenin içinde dönüp dolaşıyor ne yazık ki…

Politikaya boğulurcasına dalmayla insanın kendisini millete, devlete, halka ve yurda adaması, aynı şey değildir kuşkusuz. Bunları, birbirine karıştırmamak gerekir. Toplumsal sorunları baskı, inkâr ve çoğunluğun işbirliğiyle öteleyebilse bile başta çevresel yıkım olmak üzere olayların üstesinden gelme ve baş etme kabiliyetini yitirmiş, üstelik Kanal İstanbul gibi bilimsellikten uzak bir projeyle bu sıkıntılara devasa yenilerini eklemek suretiyle adeta ayağına kurşun sıkan bir iktidarın icraatlarına anlam vermekte zorlanıyor insan çoğu zaman…

Toplum içindeki çeşitli kesimlerin ve bu arada dindarı ve seküleri içine alacak tarzda, yaşamı tehdit eden bu gerçeğin pek farkında değildir. Politik düşüncelere öylesine dalmış ki, sorunların üstesinden gelecek bir olgunluğa, ya erişemiyor ya da görmezlikten gelmenin bir çıkış yolu olacağını düşünüyor…

Muhafazakâr kesimler ve ulusalcılar, bir ırkçılık olgusu ve Türklük duygusuyla birleşmiş ve gerçeğe gözlerini kapamış durumda. İktidarların, elli yıldır Marmara’yı bir lağıma çeviren, göllerini kurutan, nehirlerini kirleten, toprağını ekilip biçilemez hale getiren bu toplumsal yağmalama halinin en kaçınılmaz sonucu, gelecek kuşaklara bir cehennem bırakmak olacak.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan sadece İttihat ve Terakki’nin ırkçılık ve Türkçülük mirasını almadı, yolsuzluk, inkâr ve devleti kutsallaştırma ve ona tapma gibi bir mirası da aldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında, gücü eline geçirenin, devlet şiddetini, karşısındakilere karşı hunharca kullanmış, saray ve köşklerde yaşamayı, bir yaşam biçimi haline getirmişken, daha sonraki zamanlarda iktidara gelenler, kendilerini ve yandaşlarını zengin etme amacıyla kullanmış, hiçbir suçunun hesabını vermedikleri gibi toplumsal bir düzen yaratmıştır koca ülke…

Kuşkusuz politikacı da bir insandır. Elbette kendisini, yükselmesini, çıkarını de düşünecektir. Ama bunun bir derecesi ve bir sınırı olmalıdır. Toplumun önüne geçtiğine ve onu idareye talip olduğuna göre en çok fedakârlık ona düşmektedir. En çok sorumluluk duygusuna o sahip olmalıdır. Millet ve halk yararına da en duyarlı o olmalıdır.

Geçmişiyle yüzleşmeyen, suçlarını kabullenip nedamet getirmeyen bir idare, beka uğruna ve Türklük adına, bazı kesimlerin devlet eliyle kıyıma uğratılmasına destek vermesi, onlar üzerinden gerçekleştirilen yağmadan pay alarak sahte bir mutluluk evreninde yaşamı sürdürmesi, aklın ve mantığın kabul edeceği bir durum olamaz.

Geçmiş zamanlarda, “Devlet gerekirse rutin dışına çıkar” diyen Süleyman Demirel’in bu sözünü işittiği ve buna sahip çıktığı an, fert olarak devlet karşısındaki haklarından da vazgeçmiş olduğunun peşin kabulü anlamına gelen bu sözün gerçeğiyle karşı karşıyaydı…

İttihat ve Terakki zihniyeti, Türkiye’yi bugün bir uçurumun kenarına getirip bıraktığı gibi, mevcut siyasi yapının yara bandı ve basit tedavi yöntemlerle ülkeyi içine düşülen sorunlar yumağından çıkarmaya yetmeyeceği de çok açık.

Varoluş kriziyle karşı karşıya olan ülke, gerçek bir demokratik hukuk devletine dönüşmedikçe bu bataktan çıkamayacak. Yapılarında, İttihatçı kadro ve zihniyeti sürdüren mevcut partilerin bu sorunları çözmesini beklemek pek de gerçekçi değil…

Yıllardır muhalefette olan ve iktidar hayali ile yaşayan ve tatlı düşler gören bu partilerin başta CHP olmak üzere iktidara geldiklerinde iştahla elde kalan son kırıntılara saldıracağı çok açık bir gerçek. Cumhuriyet Halk Partisi içinden yayılan ve üzeri bastırılan kokular, bize bu gerçeği bütün çıplaklığıyla göstermiyor mu?

Bilinmesi ve görülmesi gereken gerçek, mevcut siyasi yapılanma içindeki tüm unsurların bu tabloda pay sahibi oldukları ve hiçbirinin çözümün parçası olamayacağı… Çünkü hepsi, sorunun bir parçası, hatta ta kendisi…

Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi idare, anlayış ve rejiminin noktalanması, tek başına bu sonuç, bu ülke ve toplumun neredeyse yüz elli yıldır kaderine hükmeden sığ, derme çatma ve modernleşme meselesinin mahkûm ettiği fasit daireden kurtulmasına yetmeyecek hiçbir zaman.

Türkiye’nin yeniden kurgulanmaya ihtiyacı çok açık. Başta 40 yıldır süren savaş ve Kürtlerin durumu, ekonomik çöküntü ve ihmal edilen gençlik ve isyan noktasına gelen kadınlar… Bunun ilk adımı ise, geçmişle yüzleşme ve özeleştiri yapmaktır. Gerçekleri fark edip yenilerinin yaşanmasına izin vermemektir…

Devamı >>>