İllustrasyon: El Informador
Önceki yazıda örgütlerin, cemaatlerin ülkemiz gençlerini bünyelerine alarak fantastik amaçlar uğruna onları nasıl heder ettiklerini azıcık izah etmeğe çalışmıştım.
Bu yazıda ise üniversiteden, üniversite ortamından bahsetmek istiyorum.
Üniversitelerin gençlerimizi en az örgütler kadar tehlikeli bir şekilde nasıl hayattan kopardıklarını örnekleri ile izah edeyim.
Belki o zaman, yağı alınmış sütten yapılan peynire benzer bir yağsız, tuzsuz ve tatsız bir topluma doğru gittiğimizi daha iyi anlatabilirim...
Zira görebildiğim kadarı ile üniversite okuma sevdasının memleketimizde toplumsal bir felakete doğru dönüşmek üzere olduğu bir zamandayız.
Bu süreç böyle devam ederse 10-15 yıl sonra nasıl tehlikeli bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlayacağız. Ama o zaman da nesillerimizi kaybetmiş olacağız.
Akıntıya karşı kürek çektiğimin farkındayım. Her ilde bir üniversite açmanın devlet politikası, vakıf üniversitelerinin en cazip işletme veya fabrikalardan daha kârlı olduğu, ülkedeki hemen her ailenin "Çocuğum okusun, adam olsun. İş güç sahibi olsun" dediği, hükümetin üniversitelerin çokluğu ile övündüğü bir ortamda benim gibi bir garibanın çıkıp, "Bu yanlıştır, bu kadar üniversite fazladır, ülkenin gençlerini işe yarar bir meşguliyet sahibi olmaktan alıkoyuyor" dememin bir anlamı olmadığını, bu haykırışın duyulmayacağını biliyorum.
Ama yine de söyleyeceğim düşündüklerimi. Ki en azından kayda geçsin.
Bütün dünyada Amerikan toplumu modern yaşamın örneğidir. En çok üreten, en çok yiyen, en özgür yaşayan ve en özgür bir şekilde insan öldürebilen modern toplum.
Makineleşme, teknolojik gelişme, büyük binalarla yapılan şehirleşme hepsi orada.
Sinema, siyaset, sanat ve diğer popüler kültür unsurları da orada ve dahi oradan dünyaya yayılıyor.
Ama gelin görün ki, topraktan, sudan ve hayattan kesilmiş olan bu modern toplum, bir virüse karşı yeryüzünün en çürük toplumu çıktı.
Bağışıklık sistemi çökmüş, hastalıklara karşı dirençsiz bir yavan toplum. Her gün daha fazla insan ölse de yaklaşık olarak 1000 rakamını telaffuz ediyorlar.
Peki, bu kadar ölümün temel sebebi nedir?
Bana göre 'modern' diye tabir edilen bütün ülkelerdeki sorun da aynı. Toprak ile olan ilişkileri azaldığından oluyor bu gevşeklik.
Dolayısıyla bizim, onların 'modern' dediği yollardan gitmektense, kendimize 'yeni bir modern yaşam' bulmamız gerekir.
Ve bu kesinlikle şehirlere yığılmakla olacak bir şey değil.
Türkiye'de şehirleşme başta olmak üzere, eğitim politikaları, tarım ve hayvancılık programları, ekonomik kalkınma modelleri çok yanlış ve toplumsal yaşantımıza ters bir şekilde yürütülüyor.
Bugün üniversite eğitim sisteminin bozukluğuna değinmek istiyorum.
Elbette bu bozukluk sadece Kürtlere yönelik değil. Gerçi en büyük sıkıntıyı bölgeler arası ekonomik kalkınmanın dengesizliğinden ve bölgemizdeki güvenlik kaygılarından kaynaklı olarak Kürtler yaşıyor olabilir. Ama aynı sorun Karadeniz için veya İç Anadolu için de geçerli.
Gençlerimiz için en güzel yol, onları üniversitelerde okutmak, sözde meslek sahibi aydın insanlar yapmak gibi görünse de aslında bu yolun gençlerimizi nasıl da hayattan kopardığını, büyük bir kısmını diplomalı işsizler ordusuna kattığını örnekleri ile izah edeceğim.
Elbette ki ben üniversite eğitimine karşı değilim. Ancak üniversitenin iş bulma kursuna dönüştürülmesine karşıyım.
Yoksa insanlar bilim adamı olacaksa, doktor veya o değerde bir eğitime ihtiyaç hissederek üniversiteye gitsinler. Ama eskinin Köy Enstitüleri veya Halk Eğitim Merkezleri gibi iş-meslek edinme kursu haline getirmesinler.
Bugün itibarıyla Türkiye'de 200'den fazla üniversite var. Yılda 835 bin genç üniversitelerin değişik programlarına kaydediliyor.
Bu hesaba göre şimdi üniversitelerde 4 milyondan fazla insan okuyor. Bazı haber ve istatistiklerden aklımda kaldığına göre, 1 buçuk ila 2 milyon arası üniversite mezunu işsiz var zaten.
Demek ki bu hızla giderse 10 yıl içinde genel nüfusun yüzde 10'undan fazlası üniversiteli işsiz olacak.
Peki, bunun sebebi nedir?
Neden bu kadar vasıfsız işçi gibi hiçbir işe yaramayan milyonlarca üniversite mezunu işsiz oluşuyor?
Çünkü bu üniversitelerin tamamında ilahiyat fakültesi, eğitim fakültesi, hukuk fakültesi, edebiyat fakültesi vb var.
Dünyadaki başlıca devletlerin dil ve edebiyatına yönelik eğitim veren fakülteler var. Örneğin Çin Dili ve Edebiyatı, Japon Dili ve Edebiyatı ve diğer devletlerin dilleri gibi.
İmdi bana söyleyin yılda kaç kişi bu fakültelerden mezun oluyor ve ne işe yarıyor?
Yılda kaç kişi ilahiyat fakültesinden mezun oluyor ve bu kadar ilahiyatçı ne yapıyor?
İlahiyat; insanlara doğruyu, hakkı, hukuku, adaleti ve liyakati, dinler arasındaki benzerlik ve farklılıkları, toplumsal barışı, insan emniyetinin ve insanın haklarını öğretmiyor mu?
Mademki bunu öğretiyor, o zaman bu ülkede neden bu kadar adaletsizlik, hukuksuzluk ve yanlışlıklar var?
Her üniversitenin bünyesinde eğitim fakülteleri var. O eğitim fakültelerinin sosyoloji, psikoloji, felsefe, tarih, biyoloji vb gibi onlarca yan dalı var.
Herhangi bir genç, yıllarca uğraşıp didiniyor ve ancak İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünü kazanıyor.
Okula kaydını yaptıktan sonra, şair ve yazar Selim Temo'nun söylediği gibi önce Twitter veya Facebook'ta bir hesap açıyor ve sonra da isminin altına "Sosyolog" diye ekliyor.
Bütün meşakkatlere dayanarak 4 yıl boyunca İbn Haldun'dan Beccaria'ya, J.J. Rosso'dan Max Weber'e, Saint Simon'dan Marks'a, Durkhaim'den A. Comte'ye, Herbert Spencer'den Zizek'e kadar onlarca insanın ismini duyuyor.
Ders kitaplarında verilen tadımlık tanıtmalarla o adamların sosyolojisini felsefesini çözdüğünü düşünüyor.
O dersleriyle "cebelleşirken" fakir olan ailesi, o gurbet ellerde kimseye muhtaç olmasın diye tek olan ineklerini bile satıp ona harçlık yapıyorlar.
Annesi, dayısı, teyzesi, eniştesi velhasıl her kimi varsa, şu veya bu şekilde bir şeyler katar eğitim harcamasına.
Eğer sorumlu bir genç ise, derslerini bitiriyor ve sonra da etrafı pullu bir kağıdı eline veriyorlar.
Herkes, bu gençten meslek sahibi olmasını bekliyor. Ama o işe yarar bir mesleğin sahibi olmamış, aslında toplamı 600 sayfa olan sosyoloji ilmini 4 yıl gibi uzun bir sürede talim etmiş ve bir bilim adamı olmanın ilk basamağını geçmiştir. O kadar. Daha fazlası değil.
Sosyologlar... Memlekette sosyolog olsaydı Kürt meselesi bu kadar derinleşir miydi? Bu kadar çözümsüz ve çaresiz olur muydu?
Aynı şey benzerleri olan diğer bütün fakülteler içinde söylenebilir.
Peki, José Ortega y Gasset'in sözünü ettiği üniversitenin misyonu bu mu?
Felsefe, tarih, coğrafya, biyoloji veya diğer dalların eğitimini almış; 4 yıl boyunca üniversite ortamında kantinden kafeye, tiyatrodan sinemaya kadar birçok yere girmiş çıkmış bu genç, aldığı eğitimle ilgili iş bulamadığında -ki bulamıyor- ne yapacak?
Bu ülkenin Eğitim Bakanlığı bunu düşünemiyor mu?
Önümüzdeki 10 yıl içerisinde elimizde milyonlarca filozof, teolog, filolog, sosyolog, müzikolog ve daha birçok '-olog' olacak; ama mobilyacı, tesisatçı, sıvacı, sığırtmaç ve dahi çoban bulunamayacak.
Hayvancılık yapan, tarımla uğraşan, balıkçılık, ormancılık, kerestecilik yapan insan da olmayacak.
Peki, o zaman ataların dediği gibi "Ben ağa, sen ağa; bu ineği kim sağa?"
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.