HAMMAL KÜRT’LER KİM VEYA KİMLERDİR?

- Sedat Doğan; Hammal Kürt Kavramını ilk Kürtlerin Molla Saidê Kürdî olarak bildiği zat , İstanbul’da hamallık yapan Kürtler için kullanıyor.

HAMMAL KÜRT’LER KİM VEYA KİMLERDİR?

Hammal Kürt cümlesi ve kavramını, göründüğü kadarıyla ilkin, Nurcu Camia’nın Üstad Bediüzzaman, resmi kayıtların Bitlis ûleması, Osmanlının son, Cumhuriyetin ilk dönem aydını, Kürtlerin ise Molla Saidê Kürdî olarak bildiği zat , İstanbul’da hamallık yapan Kürtler için kullanıyor.

5 Aralık 1908’de yayın hayatına başlayan Haftalık bir gazetede ‘’Şiretâ Bediüzzeman Mela Seidê Kurdi’’ diye başlayan tek Kürtçe makalesinden aldığımız pasajlar:

“Ey Gelî Kurdan! Qenc guhê xwe bidinê, ezê tiştekî ji we re bibêjim: Hun bizanin ku sê cewherê me hene; hifza xwe ji me dixwazin. Yek İslâmiyet e; Ê duduyan insaniyete.Ê sisîyan millîyeta me ye. Piştî wê, sê dijminê me hene, me xerab dikin:Yek feqîrtî ye; Çil hezar hemmalê Îstenbolê delîlê wê ye.. Û wesîyeta paşî: Xwendin, xwendin, xwendin... Desthevgirtin, desthevgirtin, desthevgirtin... Mela Seid

Bu makalesinin Türkçesi:

‘Ey Kürt halkı! İyi kulak verin, size bir şey söyleyeceğim: Biliniz ki, üç cevherimiz vardır; bizden muhafazalarını isterler. Birincisi İslamiyet’tir İkincisi insaniyettir Üçüncüsü milliyetimizdir. Bunun ardından, bizim üç düşmanımız var; bizi harap ediyorlar. Biri fakirliktir. İstanbul’daki kırk bin hamal bunun delilidir. Son olarak da: Okumak, okumak, okumak!.. El ele vermek, el ele vermek, el ele vermek!.. Molla Said (1)

Sonra bu konuda, şuanda Amerika’da yaşayan Kürt Sosyolog Mücahit Bilici, 2017 yılında Hamal Kürt(Türk İslam’ı ve Kürt Sorunu) isimli bir kitap yayınladı. Mezkûr kitapta Kürtler ve Hamallıklarına dair çok çarpıcı sosyolojik değerlendirmeler mevcut.

Kitabın girişinde, Kayserili Rum bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuş ve dört yaşında ailesi ile birlikte Amerika’ya göç etmiş, sonra bir turist olarak İstanbul’a gelen meşhur yönetmen Elia Kazan’dan yaptığı bir alıntı ile Hamalları şu şekil tarif ediyor:

” Galata Köprüsünü geçip toptancı pazarına vardığımızda o insan kılıklı yük hayvanını gördük. Yükleri eğer hafifse, yükseklikleri iki metreyi buluyordu. Kimilerinin yükleri öylesine ağır idi ki yüklemek ve boşaltmak için başkalarının yardımı gerekiyordu. Çabuk ve kısa adımlarla yürüyorlardı. Aynen onlar gibi yüklü, onlarla aynı işi gören eşekler gibi. Gözlerinin feri sönmüştü. Bu mahlûklar çevreye ne dost ne de düşman idiler. Yol istemek için bağırışları insan sesine hiç benzemiyordu. Toplumun ve İnsanlığın en alt katında idiler…(2)

M.Bilici bu kısa izahın ardından Hammal kavramını şu şekil tanımlıyor:

”Hamal- ya da orijinal haliyle Hammal nedir? Hammal, başlangıçta bir insandır, fakat bir araç haline gelmiştir. Yük taşır. Bir Hammalın bedenine ve sağlığına ihtiyaç vardır ancak bir araç olduğu için baş sahibi olması beklenemez. Onun başı da bedeni gibi yük taşır. Hammal, tebei bir varlıktır. Söylenen istikamette gitmek zorundadır. Onda söz gereksizleşir. Sorgulamadan söyleneni yapan bir müstahdem, bir taşıyıcı, bir römork, bir vagondur…” (3)

Sonra Dil, Medeniyet, insan, Uğraş ve meslek bağlamı üzerinden Hammal /Dil ilişkisini:

” Dil, letafetini ve uygunluğunu kendinden değil, konuşanından alır. Bu hamalların dili “bir medeniyet dili” değildi ve olamazdı. Niye? Hamallık onların insaniyetlerinin ortaya çıkmasına müsaade etmediği için. Hammal,eşit insan veya insanla eşit varlık olarak görülmediği sürece, muhataplarınca sözleri belirsizleşir, konuşmaları bağırışlaşma olarak anlaşılır… “ (4).

Bu izahın ardından:

”Kazan’ın gözlemlediği hamalların konuştuğu dil Kürtçedir. Gözleminde asıl önemli olan kısım, bu insanların toplumun, insanlığın “ alt katında” olduklarıdır. Hammal olanın dilinin Kürtçe olması ile Kürtçenin bir medeniyet dili olmaktan aşağı algılanması arasında yakın bir ilişki vardır. Kürt Hammal kaldıkça Kürtçe bir medeniyet dili olamazdı…

Hamallık metaforu Kürtlerin Türklere nisbetle statüsüdür. İstanbul’a giden nice Kürdün maddi veya manevi hamal olarak sonuçlanan macerası ile, hamallığın bütün Kürtlerden beklenen bir ilişki biçimi arasında bir bağ ve süreklilik vardır. Kürt kimliği ekseninde Kürtler hala sırtlarında sahte “biz”ler, hayali evrensellikler taşıyan hamallar gibidir. ”(5) Diyor. Sonra:

“Hammal Kürt, Türk Dindarlığının ham bir mal olarak gördüğü Kürt kimliğinin hikâyesidir. Etnik ve politik bir hâkimiyeti din üzerinden meşrulaştırmanın Kürtleri içine düşürdüğü hamlık ve mallığı birden ifade eden bir metafordur.

Kürtler, Dindar Türklerin nazarında hamdır. Türklere göre Kürtler, yol gösterilmeye, velayet ve vesayete muhtaçtırlar. Yönetilmeleri gerekir ve yük taşırlar. Türkler açısından Ham- mallığın Kürde denk gelmesi bir tesadüf değildir. Taşıdığın ister paslı bir demir, ister safi altın, ister saf sevap olsun, senin olmadıkça, şana günahtır. Onuruna, insanlığına yazıktır.

Türk Dindarlığı Türk olma ile Müslüman olmayı bir sayar. Bütün kutsal emanetleri, yükü, Savaşları kürde haml eder, ona taşıtır ama sevap, mevki ve hâkimiyeti hep kendisi ele geçirir. Çünkü İslamiyet’i, kendi mülkü gibi gören mütekebbir bir mal sahibi gibi davranır. Kendini İslam’ın kendisi olarak sunan Türk devlet aklı riyakâr ve sahtekârdır. Türk Müslümana aş, iş, para, Bozkurt işareti ve dünya hâkimiyeti vadeder. Kürt Müslümana ise yeşil renkli Kuran tercümesi, Ümmet markalı akide şekerleri sunar…”(6) der. Ardından:

“Kürtler kardeşliğin, ümmetin ve hatta sol bir insanlıkçılığın taşıyıcılığını (hamallığını) yapıyorlar. Kendi ipi elinde olmayan bir insan evcil bir insandır ve siyaseten bir hayvandır. Hayvanlar vahşi ise avlanır, evcil ise sahibinin hizmetine koşulurlar.

Kürtler, Türk olarak eşit ve reşit olabilirler ama Kürt olarak ne eşit ne de reşittirler. Türkiye’de kürtlük Çocukluk, Türklük ise onun velisidir. Kürtler üzerinde ne Kemalist ne de dindar Türk velayet ve vesayeti hala kalkmış değildir.

” Kürt “aklı”nı artık “başı”na almak ve başını hammal olan o bedeninden çıkarmak zorundadır. Kendini bilen Rabbini bilir. Kendini bilmeyene başkaları rab kesilir… Kürtler, Kürt olmaktan ve kürdüm demekten korkmamalı…” (7) diye bu minvalda tartışılması gereken asıl konularına giriş yapar.

Biliyorum bu yazımız, bu kadar çok alıntı ile kendi başına bir makale olmaktan çok bir çeşit bir kitap tanıtım yazısına dönüştü. Bu yazıyı kesinlikle bu niyetle kaleme almadık. Ama konunun anahtar kelimesi bu kitabın ismi olan Hammal Kürt olunca, biraz mecburi olarak biraz fazla alıntı yapmak zorunda kaldık.

Çünkü temel amacımız bu kavramın kapsam ve derinliğini okuyucuya anlatabilmekti. Doğrusu Mücahit Bilici, konunun tam hakkını vermiş. Bu yüzden saygıdeğer okuyucumuzun bizi anlayışla karşılayacağını umuyoruz… Bu geniş alıntı ve izahlardan sonra biraz Kürd ve Kürdistan coğrafyasının dününe baktıktan sonra günümüze gelmeye çalışacağız. Bu hamallığın günümüze olan sirayetini de ele alıp konuyu tamamlamaya çalışacağız…

“Kürtlerin Ataları, milattan önceden bu yana ortalama 7-8 bin yıldır bu topraklarda tarih sahnesine çıkmışlar. Ve o gün bu gündür bu topraklarda yaşıyorlar. Yani Kürtlerin bu gün Ortadoğu’da üzerinde yaşadıkları ve adına Kürdistan dedikleri toprakların büyük çoğunluğu kendi ana yurtlarıdır. Biryerlerden göç yoluyla buraya yerleşmemişlerdir.

Kürdistan topraklarının uzunluğu ortalama 2.500 km, genişliği ise 500.000 km’dir. Çok geniş, yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip, çök güçlü bir hayvancılık ve tarıma elverişli bir topraktır.Bu topraklar bu gün 5-6 devlet arasında bölüşülmüş. Bu devletler Türkiye, iran, ırak, Suriye, Ermenistan, Azarbaycan ve Rusyadır. Yaklaşık 40-50 milyon Kürt bu devletlerin sınırları içinde hemen hemen hiçbir insani ve milli hakları olmayan birer muhacir gibi yaşıyorlar.“ (8)

“Kuzey Irak'taki Kürt bölgesi sadece 72.000 kilometrekare. Ama istedikleri 'Büyük Kürdistan' ın yüzölçümü 409.350 kilometreyi buluyor. Türkiye’den talep edilen topraklar 194.400 kilometrekare. Hayal ettikleri 'Büyük Kürdistan'ın en büyük parçası bizim topraklarımızın içinde. 124.950 kilometrekaresi İran'da, 18.000 kilometrekaresi de Suriye'de yer alıyor..”.(9)

Kürtler, 1400 yıldır bu topraklarda büyük çoğunluk olarak Müslüman olmuş bir millettir. Müslüman oluşlarından Osmanlının son dönemlerine kadar, her ne kadar kendi başlarına Mamur, ömürleri uzun süren bağımsız devletler kuramamışlarsa da, mirlikler, beylikler şeklinde özerk ve yarı özerk federasyonlar şeklinde büyük ölçüde toprak bütünlüklerini, Dil, Kültür ve diğer milli değerlerini koruyarak gelmişler.

Ancak birinci Dünya savaşından sonra Kürtler, artık bu durumlarını koruyamaz hale geldiler. Zira bu savaştan sonra Kürt coğrafyası adeta bir cetvelle, ötekileştirici, inkârcı ve imhacı ırkçı politikaları çok belirgin olan 5- 6 ülke arasında paylaştırıldı. Zira dünya konjüktürü artık imparatorluklardan milli devletlere doğru eviriliyordu.

Kürtlerin toprakları yakınçağda ilkin 1639’da Kasr-ı Şirinde, İran ile Osmanlılar arasında imzalanan antlaşma ile ikiye bölünmüştü.

Kürtlerin yakın tarihlerindeki en büyük hataları, topyekûn bir millet olarak kendi başlarına karar verebilecekleri bir mekanizmaya yönelmemiş olmaları olsa gerek. Bunu becerememiş olmaları onları başkaları için Hamallık etmeye zorlamış olsa gerek.

Peki, Kürtlere bu hamallık hastalığı ne zamandan beri bulaştı? Eğer tarihi olaylar üzerinden gidersek galiba bunun temeli 1071’de Türklere Anadolu kapılarını açan, Türk hükümdarı Alpaslan’a zafer kazandıran Malazgirt Savaşında atılıyor. 1514 Çaldıran ve 1639’da Kasr-ı Şirin Savaşları ile pekiştiriliyor. 1918 Birinci Dünya, Çanakkale, Kurtuluş Savaşları ile olgunlaştırılıyor.

Kürtler bütün bu savaşlara Türklerin Kahraman, fedakâr, Cesur, Cengâver, Yiğit, Müslüman Kürt din kardeşleri sıfatları ile kanlarını, canlarını ve mallarını bu uğurda sebil ettiler. Ne zamanki Türkler ülkelerini kurtardı. Kürtler sayesinde düşman tehlikesi ber taraf edildi. Devletlerinin ayakları yere sağlam bastı. Her şey artık ters yüz oldu. Kürtlere dair her şey tu kaka edilmeye başlandı.

80-90 yıllık tekçi, ırkçı, inkârcı ve imhacı Cumhuriyet Deneyimi, bütün bu sıfatların red ve inkârını pratize ederken, bu hammallık hastalığı artık iflah olmaz ve geri dönülemez, Kürt bir Vücudun bünyesinin ayrılamaz bir hasleti, bir çeşit kanıksanmış, ezberlenmiş bir kişiliği haline geliyor. Bu dönemde Kürtlere neler mi yapılmış? Hepsini buraya aktarmaya ne yer ne de zaman yeter. Onun için bir,iki örnek bize herşeyi anlatır sanırım…

“Cumhuriyetin ilanından sonra 1930’lara gelindiğinde resmi devlet tezleri ”Bu ülkede Kürt falan yok. Kürt denen ilkel güruh çağdaşlaştırılmak için Türkleştirilmeli. Kürtçe diye bir dil yok. “Şeyh Said yakalandıktan sonra bir konuşma yapan İsmet İnönü: “Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek. Türklere ve Türklüğe karşı çıkanları yok edeceğiz” diyordu. Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ise Devletin hem fikrini hem zikrini açıklıyordu: ”Benim fikir ve kanaatim odur ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Türk olmayanların Türk vatanında bir tek hakkı vardır da Türk’e hizmetçi ve köle olmaktır.”(10)

"Bu memlekette Kürt yoktur. Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm".27 Mayıs 1960 darbesi komutanı Orgeneral Cemal Gürsel (11)

“Tarih 1980-90’ları gösterdiğinde Türklerin en dindar Partilerinin lideri, rahmetli Necmettin Erbakan hoca, dönemin eski Diyanet Reisi Lütfü Doğan’a şu soruyu soruyor. Biz Kürt kardeşlerimize Kürt dersek Şerên caiz mi? Lütfü Doğanın cevabı: Efendim şerên caizdir. Ama maslahaten caiz değildir. Bu maslahat misaki milli sınırları ile korunan, Türklüğün ve Müslümanlığın son kalesi olan Türkiye Cumhuriyetinin maslahatından başkası olmasa gerek.”(12)

“Akp hükümetleri ve Başbakan ve şu anda Cumhurbaşkanı olan Recep Tayip Erdoğan konumunu sağlamlaştırmak için Kürtlere Dindarlık ve din kardeşliği üzerinden giderlerken,12 Ağustos 2005’te Diyarbakırda yaptığı bir konuşmada: "Kürt sorunu ne olacak diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Bir büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı temel prensipler ve cumhuriyet ilkesi, Anayasal düzen dâhilinde her sorunu, daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz. ”(13) demekten, Tek Devlet Tek millet Tek Bayrak… Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur, serüvenine nasıl savrulduğunu anlatmaya gerek yok. Çünkü hepimiz bu serüvenin hala yaşayan canlı şahitleriyiz.

Bütün bunları üst üste koyup alt alta sıraladığımızda Kürdün bu her şeyi ile Türklüğe ve bu devlete hammal olmaktan başka bir seçenek ve şansı kalmadı gibi bir tablo çıkıyor karşımıza. Özellikle devlet ve hükümetler ile iş yapmak zorunda kalan Siyaset, Din adamı, Memur ve Büyük tüccar sınıfının. Meseleye bu çerçeveden bakıldığında çok ultra istisnalar hariç. Ki, onların esamisi bile zor okunur. Kürt Siyaset sınıfının bütün versiyonları-Seküller-sol,Dindar, Muhafazakâr, Sağcı, Demokrat, Milliyetçi, Feodal bütün kesimlerin şu saate kadar bu verili Hamallıktan hiç kurtulamadıklarını görmek durumundayız. Aynı şeyi Din adamları sınıfı, Memurlar ve Büyük tüccar sınıfı için de söylemek mümkün. Lütfen bu tesbit ne bir itham, ne de bir hakaret olarak algılanmasın. Tam tersine acı bir gerçeğin bir ifadesi olarak okunsa, belki acınası gerçeğimizle yüzleşebiliriz.

Bütün bu katmanların aralarındaki tek fark her birinin farklı adreslere Hammallık yapıyor oluşlarıdır… Kimileri mecburi-açık, kimileri ise gizli adreslere gizli yük taşıyan Hamallardır...Acı ama, kendi gerçeğimizle yüzleşmek durumundayız. Yoksa benim altım kuru, seninki yaş, düzmecesinin rahatlığı ile birbirimizi karalamaya kalkışmamız bizi saygı gösterilir hiç bir yere götüremeyecek…

Eğer ekser çoğunluğumuz düzgün olaydı, bu gün burada yaşayan 30 milyon Kürd olarak içine düştüğümüz bu zilleti yaşıyor olmazdık. Şöyle dönüp kendimize bakabiliyor muyuz acaba? Kimimiz yaşasın cihanşümul Ümmet, kimimiz yaşasın Halkların kardeşliği, kimimiz en büyük ağa benim ağam, en mahir uçan şeyx benim şeyxim...

Nakaratları ile birbirimizle boğaz dalaşı yaparken 30 milyonluk bir nüfus olarak vergi verip, askerlik yaptığımız, Yasalarına harfiyen uyduğumuz bir ülkede, bırakalım çok ultra lüks şeyleri, kendi evimizde bile kendi çocuklarımızla ana dilimizi konuşamıyoruz.

Onlara 7-8 bin yıldır konuştuğumuz Kendi ana dilimizi öğretemiyoruz. Kendi anadilimizle onlara kutsal kitabımız olan Kurânı kerimi öğretemiyoruz.Ahlak, ibadet ve meşru örfümüzü öğretemiyoruz..., Bu bağlamda Bir Dil ve Kültürün yaşaması için en az üç kuşağın onu içselleştirerek yaşatması gerekiyor. Bunu Türkiye’deki Kürtlere yani kendimize uyarladığımızda ne yazık ki hiç de iyimser bir tablo çizemiyoruz.

Çünkü bu gün Kürt nüfusun %70'i artık Büyük şehirlerde veya Kasabalarda yaşıyor.

Ve buralarda hayat Devletin hükümran ve buyurgan gücü ile bütünüyle Türk Dili ve Kültürüne göre yaşatılmak isteniyor. Bu ortamda Kürtler son iki Kuşaklarını yani Çocuklarını ve Torunlarını Türkçeye kaptırmış durumdalar. Bu iki kuşak günlük yaşamlarında oyunlarını ve yaşamlarını Türkçe ile kurgulayıp yaşıyorlar. Bu ikilem sokakta yaşandığı gibi evlerin içinde de yaşanıyor... Kürtler, Kürt Siyaset ve Kültür çevreleri topyekûn bir millet olarak bu erimeye karşı bir önlem geliştiremezlerse, bir kuşak sonra bu topraklarda bırakın Kürt dili ve Kültürünün yaşanmasını, artık hatırlanması bile zor bir hale gelecektir.

Eğer siyaset olgusunu, cidden bu mazlum halk için yapma iddiasında isek,bu ayıp hepimize yeter ve artar bile. Yok, eğer derdimiz sadece bazı ihaleler, mevki makamlar ve daha başka şeyler kotarmak ise o zaman kendimize Kürt demeye, şu mazlum Kürt milletini kandırmaya hiç hakkımız yok... Zaten mevcut hamallıklar ile bütün bunları kotarabiliyoruz. Zira hepimiz birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Hiç açmayalım kötü boxçanın ağzını diyorum...

Ama kendi acı gerçeğimizle yüzleşebilirsek, belki bazılarımızın yüzü kızarır, müzmin hammallık hatasından döner, gelecek nesiller için bir umut ışığı bırakabiliriz... Eğer bu iddiamız yersiz veya haksız bulunuyorsa, buyurun medeni bir şekilde tartışalım...

Peki, hepimizin zihinlerinde artık kalıcı bir hastalık haline geldiğinden korktuğumuz bu Hammallıktan kurtulmanın hiç mi bir yol yordamı yok?

Elbette ve mutlaka bir yolu vardır. Eğer siz doğru bir işi, doğru bir yöntem, doğru araçlar, doğru insanların eliyle doğru bir zamanda yapmaya başlarsanız, başarınızın karşısında hiçbir güç duramaz. Bu nedenle önce bu işten neyin bizi kurtaramayacağını görebilirsek, neyin bizi kurtaracağı kendiliğinden ortaya çıkar.

Tek cümle ile ortak Vatancılık, Din ve Halkların kardeşliği söylemleri en başta Türkler olmak üzere Araplar ve farsların da bizlere dayattıkları bu hamallıktan bizi asla kurtaramaz. Zira bize dayatılan bu hammallık ve kölelik bu kavramlar üzerinden inşa edilmiş.

Bu nedenle bu kavramlar ne bizi bu hamallıktan kurtarabilir. Ne Kürt meselesini çözebilir ne de Kürtlerin eline, avucuna kalıcı, somut bir şey bırakabilir. Çünkü Kürt meselesinin yarısı Dil, Kültür ve Kürtlerin insani hakların inkârı ise diğer yarısı ise Topraklarının işgal yolu ile parçalanmışlığı, bu toprakların yer altı ve yerüstü zenginliklerinden mahrum kalma olgusudur. Yani bu topraklar üzerinde bir yönetim ve egemenlik erkini ellerinden alma sorunudur. Dağdan gelenin bağdakini kovma sorunudur.

Bu nedenle reel hayatta hiçbir karşılığı olmayan sanal bir Ortak Vatancılık, Din ve Halkların Kardeşliği yerine pratik hayatta somut bir karşılığı olan insani, iyi bir güvene dayalı gerçekçi bir Komşuluk, hatta bu komşuluk üzerinden Karşılıklı bir güven anlaşmasına dayalı yeni bir kardeşlik söylemi, hem Kürtleri, hem onların topraklarını ellerinden almış ve Din Kardeşliği gibi bin yıllık bir hikayeleri de olan milletleri kalıcı, gerçek bir barış ve esenliğe kavuşturabilir. Bizimkisi insancıl ve barışçıl bir öneridir.

Bunun için Kan, gözyaşı, büyük savaşlar ve büyük kıyımları asla ve asla istemiyoruz ve doğru bulmuyoruz. Tam tersine bu öneriyi dikkate almamak, Allah muhafaza, bize bütün bunları yaşatabilir diye derin bir endişe ediyoruz.

Birileri bu son derece insani önerimizden Savaş, kardeş kanı akıtılması, kaos ve anarşi anlıyorsa Allah, sadece onları Corona ile imtihan etsin, şeklindeki bu günlerde en sevmediğimiz bir bedduayı etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Hazır Corona ile hepimizi ciddi bir ölüm korkusu sarmışiken, bizleri evlere hapsetmişken, yüz yıldır bizleri içten içe kemiren, öldüren, talan eden, yoksul ve geri bıraktıran, enerjimizi boş yere tüketen başka bir ölümcül bir virüsten korunmak için neden düşünmeyelim?

Zira Kürt meselesi bu virüsün eseridir.Ve sadece 50-60 milyon Kürdün değil, etraflarını kuşatan 200-250 milyonluk bir Türk, Arap ve Farsın da sorunudur... Eğer yanlış düşünüyorsak, doğru ne ise onu bilen bizi aydınlatsın...

Son sözümüz yüce Mevla bizleri ve bütün insanlığı adına Corona denilen bu virüsten ve diğer bütün virüslerden korusun. Hepimizi kendi gerçeğimizle yüzleşerek, hepimizin misafir olduğu bir dünyada, birlikte insanca bir yaşamı paylaşmak için birbirimizi düşünmeye yöneltsin.

En başta kendimiz olmak üzere bütün insanlık için aydınlık günler dileğiyle.

Bin yılların mazlumiyetini yaşayan Kürt milletinin özgürlük ve bahar bayramı olan Newroz’u canı gönülden kutluyorum.

Newroz Pîroz be!…

21 Mart 2020

-----------------------------------

(1)https://amedhaber.com.tr/kose-yazisi/34/bediuzzamandan-kurtlere.html

(2) Hamal Kürt- ( sayfa-11-12)-Mücahit Bilici-2017 birinci baskı-Avesta yay.

(3) Aynı eser. s.12 (4) Aynı eser. s.12(5) Aynı eser. s.13 (6) Aynı eser.s 14-15 (7) Aynı eser s.15-16-17

(8) Barışın ve savaşın Anahtarı Kürt Sorunu-Sedat Doğan-Yöneliş yay. s.11-12

(9)http://www.haber7.com/guncel/haber/158707-buyuk-kurdistan-icin-son-adimlar

(10) Barışın ve savaşın Anahtarı Kürt Sorunu-Sedat Doğan-Yöneliş yay. s.492

(11) https://www.dr.com.tr/Kitap/Su-Yilgin-Kurtler-Kurtlerin-Makus-Talihinin-Tarihi/

(12) Barışın ve savaşın Anahtarı Kürt Sorunu-Sedat Doğan-Yöneliş yay. S.639

(13) http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/08/050812_turkey_kurds.shtml

Haber Azad Sitesi