Fransa ve İslamogoşizm; Bir Taşla İki Kuş…

Denen şey şu idi: Fransız radikal sol, IŞİD’in miras kalan acı tecrübeye rağmen, İslamcılarla birlikte hareket etme suretiyle birçok değeri tehlikeye atıyorlardı.

Fransa ve İslamogoşizm; Bir Taşla İki Kuş…

Sait Alioğlu yazdı;

Aydınlanmanın bir sonucu olan sekülerizm, beraberine paradigmal olarak bir birini açımlayan, takip eden düşünce akımları ile Batı’dan başlamak üzere giderek dünya üzerinde, kendine ayrıcalıklı bir yer edinmişti.

Aydınlanma düşüncesi; sosyal, ekonomik vb. alanlarda olduğu gibi en büyük kavgasını ise din’e, dolaysıyla Kiliseye karşı vermişti.

Bu düşüncenin Batı’da/(Avrupa) zihinsel planda yer edinmesine koşut olarak, denizaşırı toprakların sömürgeleştirilmesi ve akabinde oralardan elde edilen ucuz hammaddeye bağlı olarak başını İngiltere’nin ektiği Sanayi Devrimi söz konusu olmuştu.

Sanayi Devrimi soncunda, “etki-tepki” mes’elesi esprisine bağlı olarak; önce kapitalist düzen kurulacak, sömürgelerden elde edilen hammaddenin fabrikalarda işlenmesi sonucu, bu işe koşulacak işçi taifesinin ideolojik bir sınıfı oluşturacağı ve bu sınıfın verdiği, vereceği mücadele sonucunda önce sosyalist, akabinde ise, “sınıfsız” bir komünist toplumun oluşacağı öngörülmüştü.

Kapitalizme karşı verilecek olan savaşın sonucunda oluşacak devrimin sanayinin kalbi olan İngiltere’de olacağı tez halinde ele alınmıştı.

Ama bu devrim, ortaya konan kriterlere pek uymayan Çarlık Rusya’sı gibi sanayi olgusundan uzak olan bir toprak parçasında vücut bulmuştu.

Bu, hikâyenin bir yüzü idi.

Hikâyenin, diğer yüzü ise, proletarya önderliğinde vuku bulacağı öngörülen devrimin Rusya’da gerçekleşmesi, her ne kadar hikâyeyi flulaştırmış, yani onu gri bir alana hapsetmiş olsa da, Rusya, Doğu bloğu ve üçündü dünya’da var olan; “adeta” sosyalist devrim için var olduğu kabul gören Batı dışı sol hareketlerle kıyaslandığında; aydınlanmacı, seküler, ilerlemeci/(lineer) çizgiye sahip olmakla birlikte Kıta Avrupa’sı, özellikle de Fransız solunun; kendisine biçtiği/kendisine biçilen rolün, işçi sınıfı kalıbında olmayıp, elde edilen salt seküler değerlerin ”bir amaç uğruna” elde tutulması hikâyenin bir diğer ve esaslı yüzünü oluşturuyordu.

Biz, bu yüze, Charlie Hebdo üzerinden, işçi sınıfının emek sömürüne karşı “maddi” planda verilmesi gereken mücadeleden ziyade; sol değerlerin, Fransa özelinde aydınlanmacı hattın korunması olayında tanık olmuştuk.

Batı’da düşünce özgürlüğü, dünden ziyade günümüzde kendi sınırını, saf bir şekilde düşünce olgusu ile sınırlı tutmayıp, kutsala, özellikle de Müslümanların kutsal değerlerine yönelik alanın ötesine taşınacak kadar geniş bir alanda var kılınmaya çalışılıyor.

Bunu, birçok belirli bir alanda görebildiğimiz gibi, o belirli, belirlenen alanı da aşarak, 2005’te Danimarka’da meydana gelen karikatür krizinde görmüş, şahit olmuştuk.

İşte Jyllans Posten’da başlayan adına “karikatür krizi” denen şey, bu kez Paris’te, yine karikatür krizi olarak kendini Charlie Hebdo üzerinden göstermişti. (2015 yılı)

Kabul edelim ki, bazı istisnaları devre dışı bırakmadan söylersek, Doğu dünyasında sol hareketlerin, yine kendi aydınlanmacı, ilerlemeci paradigmasına rağmen, solun işçi sınıfı adına hareket ettiğini varsaydığımızda, bu varsayımın Batı’da, Avrupa’da, özellikle de Fransa’da olması gerektiği düşünülmeliydi, ama…

Görünen manzara; solun, Batı’da ve aynı zamanda Fransa’da, Soğuk Savaş dönemi sonrasında, bazı radikal unsurların ülkesel bazda müesses nizam tarafından “tedip edilmeleri –ör. Alman solunun durumu (Baader Meinhof)- şeklinde görüntüye gelirken; Fransa’da, birbirlerini takip eder şekilde Fransız devlet başkanlarının (Hollande ve Macron) kendi soluna sistemsel bir ayar verirken, “aşırı” olarak tanımladığı radikal sola karşı da amansız ve acımazsız bir şekilde baskı uygulaması, onlara karşı orantısız güç kullanması, herhalde Charlie Hebdo çizgisini pek rahatsız etmişe benzemiyordu.

Fransa’da, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi; biri sistem içi olan, biri de sistem dışı bulunan iki ana sol blok vardı. Elbette, her iki blokta da biri birinden birçok yol, grup vs. vardı: diğer ideolojik yapılanmalarda olduğu üzere…

Denen şey şu idi: Fransız radikal sol, IŞİD’in miras kalan acı tecrübeye rağmen, İslamcılarla birlikte hareket etme suretiyle birçok değeri tehlikeye atıyorlardı.

Biz bu suçlamalara bir yerlerden aşinaydık. 28 Şubat sürecinde, adeta İslamcılığı ete, kemiğe büründüren, ona can veren; başta başörtüsü mücadelesi olmak üzere “insan onurunu” oluşturan birçok ortak konuda; solun İslamcılara, İslamcıların da sola yönelik desteği, biz de müesses nizamılar tarafından nasıl olumsuz olarak tanımlanmışa, şimdi de Fransa’da İslamogoşizm olarak revaç bulmaktadır.

İslamcı-solculuk ya da İslamogoşizm…

BBC Türkçe’de Çağıl Kasapoğlu’na ait bir yorumda, konu ile ilgili şu ifadeler dikkat çekici idi; “Fransa’da son aylarda İslamcılarla solcular arasındaki ittifaka atıf yapan ‘İslamcı-solculuk’ (Islamo-gauchisme) ifadesi hükümet içinde, akademide, medyada ve toplumda en çok tartışılan konulardan biri oldu.”(Fransa’da ‘İslamcı-solculuk’ tartışmaları: Radikal İslam ve siyasal İslam eleştirisi, sol muhalefeti hedef alan bir siyasete mi dönüştü? – BBC News Türkçe)

Ki, kavramın tanımı ve zamanlaması konusunda Fransa’da farklı yorumlar yapılıyor.

O yorumda şu ifadelerde hayli dikkat çekici; “Muhalifler “İslamcı-solculuk” ifadesinin “2022 seçimleri öncesi sağcı siyasetçiler tarafından solculara ve İslamofobiyi eleştirenlere karşı itibarsızlaştırma amaçlı bir siyasi araç olarak kullanıldığını” savunuyor. Bu görüşü dile getirenlere göre üniversitelerde de “sömürgecilik yönetiminin sonlandırılmasına ilişkin çalışmalar meşruiyetten çıkarılmaya çalışılıyor. Diğer yandan “İslamcı-solcu” ifadesini muhaliflere yönelik kullanan bir kesim de bu grup için “Müslümanların zulüm göreceği endişesiyle radikal İslam’ı eleştirmeyi reddedenler” tanımını yapıyor ve özellikle üniversitelerde, eğitim kurumlarında radikal İslam ile mücadelede yeterli adımların atılmadığını öne sürüyor.”(Çağıl Kasapoğlu, a.g.m)

Fransa Ulusal Meclisi, tartışmalı ‘radikal İslamcılarla mücadele’ yasa tasarısını onaylamıştı.

Cumhurbaşkanı Macron, Cumhuriyetçi değerler ve “İslamcı-ayrılıkçılık” yasa tasarısını duyurduğu Ekim ayındaki konuşmasında ülkenin sömürgeci geçmişine değinmiş ve “yarattığı travmanın henüz kolektif olarak geçmediğinden” bahsetmişti. Özellikle Mağrip ve Sahra Altı Afrika’dan gelen göçmenlerin “kimliklerini sömürgecilik sonrası veya sömürgecilik karşıtı söylemle tanımladıklarını” ifade eden Macron, “sömürgeciliği hiç tanımamış olan” kuşakların da kimliklerini sömürgecilik karşıtı kavramlarla tanımlamasını bir tuzak olarak değerlendirdi ve bunun “Cumhuriyet’e karşı bir nefret aracı olarak kullanıldığını”, bu tür söylemlerin de “ayrılıkçılığı beslediğini” söylemişti. (Çağıl Kasapoğlu, a.g.m)

Macron’un bu sözleri de akademide sömürgeci döneme ilişkin çalışmalar ve “İslamcı-solculuk eleştirisini” besleyen faktörlerden biri olarak görüldü.

Bir amaca koşulan, ama olumsuz anlam içeren bir kavram; İslamogoşizm…

Bu kavram, bizde Hikmet Kıvılcımlı’nın ta elli yedili yıllarda Eyüp Sultan’da yapmış olduğu konuşma ile başlatılabilecek ve süreç içerisinde İslamcı gruplarla, konuya kafa yoran birçok sol gruba mensup şahsın; ya kendi düşüncelerine İslam’dan delil arama, ya da biri birinin içerisine erimeden, karşılıklı anlamaya, anlaşmaya ve anlaşılmaya yönelik mücadele yöntemine her ne kadar “İslamisol, solcu-İslam” gibi kavramlar kullanılsa da, mekân Fransa olunca; oradaki yaklaşım, bizdekinden hayli farklılık arz ediyordu.

Bu, belki de sol değerleri, Soğuk Savaş sonrası dönemde İslam dünyasına ve haliyle Müslümanlara yönelik modern Haçlı saldırılarında, kendilerine payanda kılmaya çalışan Macronların, radikal Fransız solunu ve orada yaşayan İslamcıları kayba uğratmak için devreye soktukları oyunun bir parçası olduğu kesindi..

Elbette, Batı’nın, henüz vicdanı kararmamış “dürüstlük ve tutarlılık” içerisinde mütalaa edilecek olan Fransız soluna mensup insanın, kendi ülkelerinde yaşayan Müslümanlarla birlikte hareket etmeleri, en başta takdire şayandı.

Bunların çabası, bizce takdire şayan payesine layık iken, özellikle de ABD Başkanı Joe Biden tarafından canlandırılan Soğuk Savaş stratejisine bakıldığında, bizim “Fransız solcularıyla artık “oralı” sayılan Müslümanların birlikteliklerine, kasten yanlış bir şekilde uygun görülen “İslamogoşizm” tanımlaması için, IŞİD örneğine rağmen bir durum değerlendirmesi yapan solcu şahsiyetler; “Düşünülenin aksine, burada bir geçici seçim taktiği değil, Biden yönetimi tarafından yeniden canlandırılan Soğuk Savaş stratejisinin bir sonucu söz konusudur.” (İslami goşizm » nedir?, yazan Thierry Meyssan (voltairenet.org) İfadelerini ısrarla sürdürmekte ve ortada yanlış bir düşüncenin var olduğunu söylemeye çalışmaktadırlar.

İslamofobi kavramı yeterli gelmedi ki İslamogoşizm kavramına ihtiyaç duydular…

Baı’nın, İslam’a karşılık verme açısından öncüleri olan, ilk dönemlerin Doğulu Hıristiyan polemikçilerinin (ör. Urfalı (Edessa) Teodore Ebu Kurra M.800’ler) “din adına” yaptıkları “saldırı ve savunular” günümüzde bir korku formu içerisinde mündemiç bulunan “savunmaya yönelik saldırı”yı haklı çıkarmak için üretildiğini düşündüğümüz “İslamofobi, üretimi üzerinden fazla bir zaman dilimi geçmemesine rağmen, yerini İslamogoşim kavramına bırakmıştı. Tabii ki, her iki kavramda önemine binaen bir arada kullanılacaktı. Ama galiba takdim ve tehire uyularak.

Bir de burada, bir taşla iki kuşu birden vurma söz konusu idi. 

Bir taşla iki kuşu bir arada vurma saikıyla olaya baktığımızda, İslamogoşizm kavramı, Fransa’daki gidişattan pek de memnun olmayan Fransız solunu, Müslümanlarla iş tutuyorlar düşüncesi mucibince onları vurmak için uygun bir kavramdı.

Fransa’da Yüksek Öğrenim Bakanı Vidal’ın ‘solcu İslam’ açıklamasına tepki gösterilmişti.

Fransa’da Mecliste onaylanan “İslamcı ayrılıkçılıkla mücadele” yasa tasarısının yankıları sürerken, Yüksek Öğrenim Bakanı Frederique Vidal’ın akademik kurumlarda “solcu İslam’ın yayıldığına dair” iddiası tepkiye neden olmuştu.

“Yüksek Öğretim Bakanı Frederique Vidal verdiği demeçte, “Solcu İslam toplumumuzu bir kangren gibi tüketiyor ve üniversiteler de bu durumdan payını alıyor” dedi. Ayrıca geçtiğimiz aylarda da Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, ‘solcu İslam’ın Fransız akademisini “altüst ettiği” konusunda uyarmıştı.” (Fransa’da Yüksek Öğrenim Bakanı Vidal’ın ‘solcu İslam’ açıklamasına tepki | Euronews)

Bu arada merkez sağ partiden Vidal’e tepki gelmişti. Fransız merkez sağ kanatta yer alan Demokrasi Hareketi (MoDem) Lideri François Bayrou da Vidal’ın açıklamasına tepki göstermiş ve şu ifadeleri kullanmıştı; “Hele ki aylardır öğrencilerin yüz yüze eğitim yapamadığını düşünürsek, solcu İslam üniversitelerin öncelikli sorunu değil” 

Demek ki, farklı iklim ve coğrafyalarda yer almış bulunan ve her biri kendi bakış açısına uygun sağ siyaset izleyen –Müslüman-Hıristiyan vb.- politik yapılar, siyasi partiler, kendi sistemlerine muhalif davranışlarla karşı çıkan solcu ve İslamcı yapıların seslerinin pek de çıkmaması için içerisinde yaşadığımız pandemi gibi durumlardan bolca medet ummakta ve bir şeyler beklemektedirler. Hatta, bizde olduğu üzere, Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik ”kapatılsın” türü yaklaşımları meşrulaştırıyorlardı.

Macron İslam ve Hz. Muhammed (s) için ne demişti?

Macron, 2 Ekim 2020 tarihinde ‘İslami radikalizmle mücadele’ adı altında bir ulusa sesleniş konuşması gerçekleştirdi. Macron, “İslam bugün dünyanın her yerinde krizde” şeklinde tepki çeken bir ifade kullanmıştı. Dünyadan ilk tepki ise Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’dan gelmişti. Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u sert sözlerle eleştirmişti.

Erdoğan’dan sonra Faslı düşünür ve yazar Muhammed Tullabi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un İslam karşıtı tutumuna tepki göstererek, Macron’un İslam’a karşı tam anlamıyla büyük bir cehalet içinde olduğunu belirtmeye çalışmıştı.

‘İslamogoşistler’ 20 yıl önce neyi savunmuştu?

Hatırlarsanız; 12 Eylül sonrasının en karanlık yılları olarak hafızalarda yer eden doksanlarda, işi azıya alan; Kürt siyaseti ile İslamcı (Milli Görüş) siyasetini abluka altına alındığı, partileri kapatıldığı, milletvekillerinin meclis basılarak tutuklandığı, fail meçhul –aslında faili malum- cinayetlerin işlendiği, ekonominin battığı o meşum kaos dönemi sonrasında kurulan AK Parti iktidarının hemen herkese umut veren icraatlarının bir nevi finali olarak görülen 12 Eylül 2010 referandumuna, toplum adına “daha çok şey elde etme” düşüncesiyle, var olan metnin yetersizliğine rağmen “Yetmez, ama Evet” düşüncesini dillendiren insanlar arasında liberal cenahtan insanlarla birlikte birçok sol gurup ve şahısta “yetmez, ama evet”çi olmuştu.

Daha sonra, mevcut iktidarın, kendisine destek veren birçok çevrenin isteğinin hilafına gide, gide devletçiliği seçmesi karşısında, “yetmez, ama evet”çi sol şahsiyetler, kendi mahallelerinde bir nevi linç girişimine maruz kalmış, eleştirilere uğramışlardı.

Tabii ki, bu lince yetmez, ama evet diyen liberaller, demokratlar da dâhil idiler. Müslüman cenahta aleni bir linç girişimi olmadı, ama o cenahta da şartsız, martsız destek çabaları bir parça olsa hüzün getirmişti.

AK Parti’nin kendine ortak olarak MHP’yi seçmesi;  o da yetmedi Perinçeklere vb. alan açması gibi siyasetsiz haller İslamcı cenahı partiden soğutmaya yetmişti.

Onlara yani sol cenahta bulunan “evet”çilere yöneltilen suçlamalara bakıldığında; “yetmez, ama evet dediniz, ama verdiğiniz oylar sizlere, bizlere baskı olarak geri geldi” türünden sitemlerden oluşuyordu. Adeta “yetmez, ama evet”çilik bir baş kakıncı olarak siyasi literatürde kendine özgü yere yerleşmişti.

Tamamen aynı olmasa da, Fransa özeline sözde oranın var olan değerlerine “Selefist” bir hışımla saldıran IŞİD’in yapıp ettiği “yerli, yerinde” duruyorken,  radikal Fransız solunun kendi ülkelerinde yaşayan ve var olan devletin saldırıların maruz kalan Müslümanlarla birlikte hareket etmesi, bizdekine benzer bir şekilde “yetmez, ama evet”çilerin akıbetini hatırlatıyordu.

Devamı >>>