Bir Mücadelenin Öyküsü... (*)

Malatya'daki İslami camianın tanınmış simalarından olan ve bir müddet önce vefat eden eğitimci ve hareket adamı Kazım Kayan'ın dava arkadaşlarının, ölümünden sonra, onunla ilgili görüşleri ve şahitliklerini içeren bir yazı...

Bir Mücadelenin Öyküsü... (*)

Davut Güler

Karların eksik olmadığı yüksek Beydağları’nın eteklerinde haşin, sert ve yaman bir ova.  Bu ovanın hemen yanında ve bu dağların eteklerinde kurulmuş çorak bir yazı. Bu yazı’nın, bu ovanın yetiştirdiği haşin, hoyrat ve delikanlı Anadolu gençleri… Ve bu gençlerin bitmeyen ve de bitmeyecek onurlu mücadeleleri.

Memleketin, bölgenin kadim sorunlarına çözüm arayan temiz ve analarının ak sütü gibi berrak, saf, fedakâr insanımız, çocuklarımız, gençlerimiz, kızlarımız, kızanlarımız ve de kadınlarımız…

İhaneti bilmeyen, tanımayan; bu gibi kavramları, yaşantılarında öğrenmeden bu dünyadan göç edip giden, geriye sadece bir mücadele dolu hayat, bir aşk, bir sevda ve de birkaç damla gözyaşı bırakan yiğit gençlerimiz, insanlarımız…

Kızlarımız, kızanlarımız…

Evet, bu örnekliklerin temsilcileri hiç eksik olmuyor, olmayacak da hiçbir zaman.

Bir gün ansızın gelen acı bir haberle birlikte solan bir yaprağın düşüşü… Bizler de bir rutin şeklinde geride kalanlar işlerimizi bırakıp, sessizce yanı başımızda, beraberce yürüdüğümüz o yiğitleri, o dostu, varlığı, yanı başımızdaki yürüyüşü hiç eksilmeyecek, bitmeyecek sandığımız o yol arkadaşlarımızı, zaman ve an gelince, hep birlikte el ele vererek mezar denilen bir çukura koyup,  üzerine attığımız topraklarla kapatıp işlerimize geri dönüyoruz...

Her ölüm acıdır. Her ayrılık üzüntü veriyor bizlere. Yani her ölüm aslında erken ölümdür.

Evet, Kazım abimiz, Kazım kardeşimiz, Kazım dostumuz, yol arkadaşımız da artık aramızda değil. Artık çayımızı içmeye gelmeyecek. Yol yürümeyecek artık bizimle. Sorgulamayacak hayatı. Eksikliklerimizi söylemeyecek artık. Çünkü aynı ritüeli onun için de yaptık. Aldık omuzlarımıza. Taşıdık hızla bir mezar çukuruna. Sağlam taşlar koyduk yanı başlarına. Ve attık toprağı hızla mezarın çukuruna.

Gözyaşları sessiz sessiz derinden aktı göğsümüze doğru. Sonra da sessizce uzaklaştık oradan.

Hayat devam ediyor ancak dışarıda. Peki, o söylenenler, o sorgulamalar, o eksiklikler, fazlalıklar, tavsiyeler, projeler, mücadeleler nerede kaldı, nerede kalacak? Kim yaşayacak veya kimler yaşatacak?

Yani biz geride kalanlar rahat mı olacağız bundan sonra.

Ama biz yola çıkarken;

Yaşamı beraber sorgulayacağımızı,

Bu kısır yaşama anlam katacağımızı,

Hak, hukuk, paylaşım, birlikte yaşam söylemlerimizi bitirmeyeceğimizi,

Hani hayatı hep beraber anlamlandıracağımızı söz vermiştik birbirimize, Mevla’mıza.

Ahdimiz böyleyse eğer;

Yol da yürüyüşümüz devam edecek geride kalan inanmışlarla…

Barış, birlikte yaşamak, kardeşçe paylaşmak, hayatı sorgulamak, mazlumların ve sessiz yığınların dili olmak.

 Hak, hukuk, adalet ve özgürlük arayışlarımızın hiç bitmeyeceği bir mücadele olmalı. Bu hayal; kavuşmak Kaf dağlarının ardına gitmek de olsa aramayı sürdüreceğimiz bir anlamlı yürüyüşün adı değil mi?

Bu insanlığın, inanmışlığın, yaşama arzusunun, mücadelemizin adı değil mi?

Bu kısa dünyada böylesi bir hayat mücadelemiz, ideallerimiz her zaman ve devirde devam edecek.

Coğrafyanın, toprağın insan karakterleri üzerinde etkisi çoktur derler. Bozkır ve ova, mekânlar ne kadar çoraksa, tabiat ne kadar hoyratsa, rüzgâr ne kadar sertse, kış ne kadar çetinse, yüzlerimiz, ellerimiz ne kadar çok yoğrulmuşsa, kavrulmuşsa, yanmışsa da; o kavrulan, yanan, esmerleşmiş bedenlerde sımsıcak yürekler, dostane yaklaşımlar, muhabbetler, yapıcı sorgulamalar, bitmeyen mücadeleler, yani Anadolu insanının kendisini buluruz. 

Biz de Yazıhan bozkırında bulduk Kazım Kardeşimizi.  Aslında o bizi buldu.  Nasıl bulmayalım ki öyle bir dostu. Nasıl eteklerine yapışmayalım ki o yiğit insanın, o samimi dostun.

Herkes bir parça kendisini bulurdu aslında onda.  Sağcısı, solcusu, Alevi’si, Sünni’si, Kürt’ü, Türk’ü, Arap’ı, Acem’i, Çerkez’i bu kadar farklılığı nasıl da başardı?

Açık, şeffaf ve gönülden, samimi ve kucaklayıcı, ötekileştirme yerine kucaklayıcı. Ben kavramı yerine biz bilinci. Memleketin sorunlarına karşın fedakârca yapıcı yaklaşımı, eleştirisi, yolda olma bilinciydi aslında ona bizi bağlayan.      

Kazım Kardeşimiz, daha ilk gençlik yıllarında çevresindeki gelişmelerin de etkisiyle, bölgesindeki sol hareketlere ilgi duymuş, radikal sol ve Kürt hareketlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Marksizm’i, Ali Şeriati’yi, sosyalizmi, komünizmi bu anlamda iyi incelemiş ve bu sahada birçok kitap okumuştur.

Sorgulayan ve okuyan özelliği onu lise yıllarından sonra tanıyıp bulduğu, mücadeleliyi benimsediği, anlamlı bulduğu, verilen uğraşların aslında adını koyamadığı hakkın, hakikatin, insanlığın, mazlumların, kimsesizlerin, ezilmişlerin dillerine tercüman olma bilinciyle yeniden hayatı sorgulamasına neden olmuştur.

Ortaöğretim- Lise ve Dershane dönemlerinde,  o zamanların aktif siyasi, ideolojik gelişmelerini de yakından tanıma fırsatı bulan Kazım Kayan Hoca, sistemleri incelemiş ve değişik kesimlerden birçok kişiyle görüşme imkânı ve onları tanıma fırsatı bulmuştur.

Kazım Hoca, değişik düşüncelerdeki, felsefi derinlikli kişilerle felsefi, ideolojik tartışmalarda bulunmuş ve kendisini çok yönlü geliştirmiştir. Körü körüne bir düşünceye sahip değildir. Sorgulamadan, öğrenmeden, bilmeden bir şeye yok demek doğru değildir, onun felsefesinde yoktur.

Özellikle İslami tevhidi çevrelerle lise yıllarının sonlarına doğru ve dershane yıllarında daha çok görüşme imkânı bulmuş ve düşünceleri, okumaları, tartışmaları uzun soluklu dava bilincinin oluşmasında çok önemli yer etmeye başlamıştır.

Yetiştiği çevredeki sol hareketlerin, ideolojik yapıların varlığı sonuncu, okumaları, araştırmaları Kazım Hocaya daha iyi okuma, bilinçli yetişme ve farklı düşünceleri tanıma fırsatı sağlamıştır. Bunun sonuncunda da özellikle Üniversite yıllarında etkin olan siyasi akımlarla mücadelede bu birikimi kendisine ve çevresindeki arkadaşlarına güç katmıştır. Güven vermiştir. Anlamlı birlikteliklerin oluşmasına katkı sağlamıştır.

İnandığı davaya, mücadelesine, gençliğin yetişmesindeki zorluklara bu birikimi olağanüstü katkılar sunmuştur.

Kazım Kayan Hoca, Anadolu’nun çorak bozkırında filizlenmiş bir fidandır.

Farklılıkları bilen, kucaklayabilen yapısı onu çevresindekiler için hep bir lider yapmıştır. Birçok farklı ideolojilerin etkisiyle gencecik, körpe, yeni filizlenme aşamasında değişik farklı çevrelerin evlerinde kalan gençlerle tanışmış, o evlere, ortamlara girerek, oralarda bulunarak, tartışmalarla, sorularla o gençlerin kafalarında soru işaretleri bıraktırmış ve birçoğunun o ortamlardan çıkmasına vesile olmuştur.

Birçoğumuz aslında kendimizi böyle bulduk.

Kazım Kayan bir Anadolu gencidir. Bu coğrafyayı ve etnik yapısını bilir. Körü körüne bir reddetme onun felsefesinde yoktur.

Bilmediğin şeyin cahilisin mantığından hareketle, en iyi yol okumak, öğrenmek, yaşamak, mücadele etmek ve hayata bir anlam katma yolunda bir derdinin olması gerçeğini en iyi bilen kardeşlerimizden biriydi.

Duruşu, tavrı, tercihleri anlamlıydı.

Sorgulamaları manidardı.

Aliya İzzet Begoviç’in de dediği gibi ”Doğu mekteplerinin en büyük eksiği, eleştiri mektebinin olmamasıdır.”

Yapıcı eleştirileri, sorgulamaları, değerlendirmeleriydi asıl Hocayı farklı kılan.

Kazım Hoca özgün duruşu ve sorgulamaları ile apayrı, özel bir değerdi.

Bu kısır Coğrafyada bu özelliklerde insan yetişmesi çok zor. Ama Kazım Kayan Hoca, dostumuz, kardeşimiz bunu başardı.

Sokrat ‘’Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez der. Yani hiç yaşanmamıştır.’’ der.

Evet, birileri erkenden gidiyor. Aramızdan ayrılıyor. Onlar bu dünyada yoklar artık.

Ama bu dünyada yüzyıllardır hak ve hakikat noktasında, onurlu yaşam noktasında, mücadeleci ve sorgulamacı bir hayat kurma mücadelesi hep vardı ve devam edecek. Hep devam etmeli. Hep devam ettirilmeli.

 Biz geride kalanlar bu kısa ömürde nerede ve hangi noktada olursak olalım anlamlı bir dertle dertlenmeliyiz. Böyle bir dünya nasıl kurulur? Mümkün mü? Hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmese de bu özlemimiz ve bu özlemin tesellisi bile bizi bu dünya hayatında mücadele etmemize yetecektir. Zaten gerisi kocaman bir hiç değil mi?

Aramızdan ayrılanlara bir de bu pencereden bakalım.

Ne diyorlardı?

Neydi dertleri?

Nasıl bir dünya?

Nasıl bir hayat?

Nasıl bir paylaşım?

Nasıl bir mücadele?

Nasıl bir okuma?

Nasıl bir eğitim?

Nasıl bir gençlik?

Nasıl bir vizyon?

Nasıl bir ilkesel birliktelik?

Neyin özlemi?

Neyin mücadelesi?

Neyin duruşu veya tercihi?

Bu ve bunun gibi soruların cevaplarının bulunması,  soruların sorulmaya devam etmesi gerekiyor.

Üstad Cemil Meriç ‘’Bizim yaşamımız bir çobanla bir sürünün yaşamına benzer.” Derken üstadın sorgulamalarını iyi anlamalıyız. Bizler ne bir çoban ne de bir sürüyüz. Bizler nasıl bir ağaç gibi tek ve hürsek, bir orman gibi de kardeşçe yaşamayı biliriz. Boynumuzdan çekilen uysal bir koyun hiç olmadık ve olmayacağız. Bunu ancak onurlu bir hayat mücadelesi ile anlamlı ve dertli bir sevda ile gerçekleştirebiliriz.

Kazım Hocanın öğretilerine önem vermek, mücadelesini sürdürmek, duruşunu anlamlandırmak için kimin elinden ne geliyorsa yapması gerektiğine inanıyoruz.

Onun öğretilerinin bir mektebi açılmalı.

Derdiyle dertlenilmeli. Kısa ama anlamlı mücadelesine sahip çıkılmalıdır.

Aramızdan fiilen ayrılan ama dostluğunu, mücadelesini hiçbir zaman unutmayacağımız Kazım abimiz gönüllerimizde yerini almıştır.

Kendisini bir kez daha rahmetle anıyoruz.

Selamlar gönderiyoruz değerli kardeşimize.

 Metin BENLİ

***

Şehadet, kişinin hayatını imanına şahit kılmasıdır.

Hayatını imanına şahit kılanlar son ana kadar omuzlarında kutsal bildikleri dava yükünün sorumluluğunu yüzlerindeki vakar ve tevazuuyla belli eder ve ciddiyetle korurlar.

Ne vakit Kazım hocamızın yüzüne baksam, mesela birisini dinlerken, ister öğrenci olsun, ister farklı biri, yüz ifadesi ona değer verdiğini, ciddiyetle dinlediğini gösterirdi.

15 Temmuz darbe girişiminden bir süre sonra Malatya KYK yurdunda liseli gençler olarak 4-5 günlük bir kamp programına alındık. Programda çeşitli spor etkinliklerinin yanında çeşitli kavramların sunumları hocalarımız tarafından gerçekleştirilmişti. Kazım Kayan hocamızda sunum gerçekleştirmek için aramızdaydı. Yurdun terasına geçip hocamızı bekliyorduk. Elinde eski, yaprakları sararmış, 80-100 sayfa civarında bir kitapla geldi. Elindeki kitabın hayatını bir anlamda değiştirdiğine dair konuştuğunu hatırlıyorum. Bizlere, o kitabın üzerinde bıraktığı etkinin hikâyesini anlatacaktı belli ki. Çocukluğunun köyde köy işleriyle meşgul geçtiğini, köydeki bazı abilerin komünist ideolojiyi savunduklarını ve onları dinlediğini söylemişti bizlere. Bir gün çarşıda, bir kitapçının civarında yürürken bir kitap gözüne ilişmiş, yazarı da tanımıyormuş. Kitabın isminden olacak ki almış ve köye gitmiş. Sabah hayvanları otlatmaya çıkardığında akşama dek bu kitabı okuyup bitirmiş ve üzerinde çokça düşünmüş. Biz de öğrencileri olarak merakla kitaba bakıyorduk. Kitap, Ali Şeriati'nin "Marksizm" isimli kitabıydı. Bu kitabı okuduktan sonra köydeki abilerle tartışmalara girmiş ve sürekli okumuş okumuş. Hatta o abilere cevap verebilmek için daha çok kitap okuyordum dediğini hatırlıyorum. Sunum bittiğinde fikir kitaplarına ağırlık vereceğim diye kendime söz vermiştim. Kazım hocayı çocukluğumdan beri tanıyordum fakat o günkü konuşması beni fazlasıyla etkilemişti. O günden sonra hocayı ne zaman nerede görsem aklıma kitap geliyordu. Kazım hoca bana kitabı hatırlatıyordu.

Hülasa kitap gibi yürüyen bir hocamızdı, sözün gücüne inandığını çokça gördük, hareket adamıydı, 17 yıl çetin bir hastalıkla mücadelesi bizlere umudu öğretti, kitaba olan bakış açımızı değiştirerek ufkumuzu genişletti, Kastamonu kampında tekbirlerimize duygulu, anlamlı gözlerle bakarak adanmışlığı hissettirdi. 

Gençleri fazlasıyla sevmiş, onların modern yüzyılda hak ettikleri İslami duruşu kazanmaları için büyük bir mücadele vermiş, kitap gibi yürümüş ve sorumluluğunu yüzündeki vakar, tevazu ve ciddiyetle belli etmiş, hayatını imanına şahit kılan anılarıyla doldurmuş hocamız rahmeti Rahman kavuştu.

Yakınlarının başı sağ olsun,

Öğrencilerine bıraktığı yerden aynı ciddiyetle mücadelesini sürdürmeyi Allah nasip etsin.

Yahya Can (Öğrencilerinden )

***

Yeryüzünde birçok çiçek vardır bazı çiçekler kokusu, rengi, duruşu ile farklıdır. Bu çiçekler bulundukları yere farklı renkleri ve kokusu ile bir başkalık katarlar. İşte sen o çiçeklerden biriydin. Bulunduğun yere farklılık katardın. Bizi bırakıp uğrunda ömrünü tükettiğin Rabbi’ ne yürüdün.

Gidişin bizi yaraladı yüreğimiz daraldı, burkuldu ve yüreğimizde sensiz bir boşluk oluştu. Kurduğumuz cümleler de artık yaralı olacak. Canımız kırıldı, yandı. Senin için hazırlanan kabrinin başına birçok dostunla geldin omuzlarımızdaydın senle geldik seni Rabbimize uğurladıktan sonra sensiz döndük ama kalbimizin en özel yerinde sen vardın.

İyinin, merhametin, adaletin, doğruluğun öyküsünü yazdın. Dostluk seninle bir başkaydı. Yaşadığın dünyaya bir anlam kattın. Güneşe, aya, yıldızlara, yaylalara, dağlara, denizlere, nehirlere dahası insanlığa bir anlam kattın. Hani sabah güneşi yeryüzünü aydınlatır ya fikirsel anlam da sende bu aydınlığın peşindeydin. Yaylaları, dağları dahası Anadolu’yu severdin. Geceyi aydınlatan bir ay parçası gibiydin. Gece gökyüzünde kayan bir yıldız gibi  insanlar arasında fark edilirdin. Kardeşlik, dostluk, arkadaşlık sende güzel durmuştu. Yaşadığın zamana düşüncenle, ruhunla, fikrinle ışık tutan bir kişiliğin vardı. Hasta olmana rağmen çektiğin acıları belli etmeden her koşulda mücadele ettin. Mazlumlara umut olacak projelerin vardı. Her türlü despotizme karşı özgürlüğü barışı ve bağımsızlığı savunan bir kişilik sende yer etmişti. Artık Güneş sensiz ışıtacak yeryüzünü. Dört mevsim sensiz gelip geçecek. Sevdiğin o dağlarda, yaylalarda çiçekler tomurcuklarını patlatırken sen olmayacaksın. Ama geride bıraktığın ve yıllarını verdiğin gençlerin yüreğinde sen olacaksın. Seni yaşatacak fikirler ve anılar bıraktın. Bir meşale oldun insanların önünde bir umut. Geçen kabrine gittik gençler kabrinin başına çam ağacı dikiyorlardı. Biliyorsun çam ağaçları yaprak dökmezler devamlı diridirler, canlılığını kaybetmezler. İşte ortaya koymuş olduğun mücadelede öyle canlı kalacak. Uğrunda emek verdiğin gençlerde yaşayacak. Rahmetle kal, hoşça kal iki gözüm. Rabbimiz mekânını cennet eylesin.

İshak Kanmaz

***

Yaşamı her boyutuyla sorgulamak gerekir. Sorgulanmamış bir hayatı yaşamak insanı edilgen kılar ve pasifleştirir. Tarihin hangi dönemi olursa olsun veya tarihte yaşamış hangi toplum olursa olsun yaşadığı çağı, toplumu sorgulayan, eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşan, sorunlar üzerine kafa yoran insanlar hep toplumu ve çağı etkilemiş değişim ve dönüşümünde etkin rol oynamıştır. Yaşadığı çağa ve topluma anlam katmıştır. Bilinçli tercihlerde bulunmuş bu tercihlerinin savunuculuğunu yapmıştır. Toplumda örneklik ve önderlik vasfını üstlenmiştir. İşte Kazım Kayan kardeşimiz böyle bir kişiliğe sahipti. Yaşadığı toplumda sorunlara duyarsız kalmayan, sorunların çözümünde emek harcayan, etkin bir kişiliğe sahipti. İnsani ve İslami kimliği ve kişiliği oturmuş ve çevresinde bu anlamda aydınlatıyordu. Bazı insanlar yaşadığını zanneder bazı insanlarsa yaşar ve yaşadığı hayata anlam katar, işte Kazım kardeşimiz böyle bir karaktere sahipti. Yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı ve bir bilinç duyarlığından ziyade aynı zamanda etkin olarak çözümünde bir öznesiydi. Topluma kurulan tuzakların farkındaydı. Aydın ve entelektüel bir duruşla bu tuzaklara karşı insanları uyarırdı. Üniversite yıllarında ve daha sonraki meslek hayatında da hep öncü bir kişiliğe sahipti. Yaşadığı zamanı ruhu ile etkilemişti. İnsanların farklılığına rağmen ahlaki temellere yaslanarak bir arada yaşaması için mücadelesini sürdürdü. Karşılaştığı olaylarda üç maymunu oynamaz söylemesi gerekeni söyler gerekeni yapardı. Zamanın ruhunu iyi kavramıştı. İnsanlığın içine düşmüş olduğu buhrana çözümler arar, günümüz şatlarında bu buhrandan nasıl Kurtulunur bunun çareleri odaklı düşünürdü. Derdi davası idi. Dava adına elinden geleni yapardı. İslami kimlik ve kişiliği oturmuş bir kişilikti. Hastalığına rağmen fedakârca bu kimliğini ve kişiliğini korurken taviz vermezdi. Toplumun sırtında yük olan insanlardan değildi. Toplumun sırtından yük alırdı. Düşünsel anlamda kendini devamlı geliştirmek için okur araştırmalarına devam ederdi. Toplumu etkileyen ideolojileri, fikirleri iyi okumuş, anlamış ve çözümlemelerde bulunmuştu. En önemli özelliklerinden biride gençlerle uğraşmak onlara her konuda yardımcı olmaktı. Onlarla yakından ilgilenir İslami ve insani kimliğinin oluşumunda önemli katkıda bulunurdu. Kitap okumalarını sağlardı. Onlarla her koşulda konuşur sorunlarına çözüm yolları arar, onların kötü bir ahlaka sahip olmamaları için mücadele ederdi. Özellikle gençleri kendileri için hazırlanan tuzaklar konusunda uyarırdı. İnsanların özgürlüğünü engelleyen yani Allah’a kulluğuna mani olan unsurlara karşı dururdu. Özgürlük ve barış aşığı bir insandı. Toplumda alışılagelmiş, gelenekselleşmiş yanlışlarla mücadele eden yenilikçi biriydi. Toplumu oluşturan her yapının fikirsel anlamda yenilikçi ve özgürlükçü olması taraftarıydı. Düşünsel anlamda tutucu bir yapıda değil daha özgürlükçü bir yapısı vardı. Farklı düşüncelerin bir arada yaşamasına özen gösteren bir yapıya sahipti. Hak aşığı bir insandı. Hoşça ve rahmetle kal. Mekânın cennet olsun.

İshak Kanmaz

***

Hiçbir ölüm olağan değildir.

Her insan bir kez ölür,

Bir kez olan olağan olmaz…(*)

Bende derin izler bırakan azizi dostumla hasbihalim..

Daha on sekizime basmamışken Van’dan çıkıp Malatya’ya zihnimde birçok olgunlaşmamış, henüz doğruluğu denenmemiş tecrübe edilmemiş düşüncelerle, hayat yolculuğumun en önemli evresine doğru okumaya gelirken, sen de aynı heyecan ve düşüncelerle Malatya’dan çıkıp Van’a geldin. Karşılaşmalarımız yaz tatillerinde gidiş geliş günlerine hep denk geliyordu. Sanki memleketlerimizi takas ettik seninle..

Sonra ben memlekete kesin dönüş yaptığımda seni tanımaya başladım. 4-5 yıl kadar bir süre zarfında birçok platformda ortak çalışmalarımız oldu. Sen hep bir koşuşturma içinde idin, bir çaban vardı. Bir gayen vardı. Sahi seni ne zaman vakit bulup ders çalışıyordun… Bilemedim… Sende, diğer arkadaşların gibi ders çalışıp bir an önce hayata atılmak gibi bir endişen yoktu. Bu aralarda yitirdiğimiz eleştirel bakış açısı sende hep vardı. Yapıcı bir muhalifliğin vardı. Yanlışa eyvallah diyemiyordun. Bu nedenle olacak ki öğrenciliğinde hep seni haki renkli askeri kabanla görüyordum.  Kendine has bir giyim tarzın olduğu gibi, hayata bakış tarzının da farklı olduğu hemen kendini belli ediyordu. İçten bakışın, o mütebessim çehren, o kararlı duruşun, susuşun, muhatabını dinleyip anlamaya çalışman benim en çok hafızamda kalan yönlerin idi. Mütevazılığı, duyarlılığı ve hassasiyetleri üzerinde bulunduran değerli abimizdin her zaman…

Yalnız ben değil; biz arkadaşların da, senden çok şey öğrendik. Mesela darılmamayı veya ne olursa olsun, hangi şartlarda olursa olsun çıktığın yolda; bir görev olduğunda sağına soluna bakmadan ben yaparım demeyi de senden öğrendik. Yine acıları, hüzünleri, umutları, sevinçleri içine gömerek tüm olumsuzluklara rağmen; tebessüm etmeyi de senden öğrendik. Senden öğrendik elimizdeki en büyük sermayenin insan ve insanlık için harcadıklarımız olduğunu.

Daha sonra şartlar gereği uzun süre ayrı kaldık. Ama sen bizim Kazım abimizdin.. O ağır hastalığına rağmen taşıdığın sorumluluk duygusu yükünü hangimiz senin gibi taşıdık ki.. hastalığından dolayı seyahat etmen zor olduğundan fazla görüşemedik.. Ama olsun be Kazım Abi. Sen sağ ol da varsın biz yüze görüşemeyelim diye düşünüyorduk. Bazı dostlar öyledir hani görüşmesek de onun oracıkta olması, varlığının olması, hayatta olması yetiyordu. Hani deriz ya babamın gölgesi bile yeter diye. Aynısı uzaktaki dostlar içinde geçerlidir kanaatimce. Veya atalarımızın  “Taş altında olmasın da dağ ardında olsun” demişler ya. Biz de öyle düşünüyorduk.  İste öyle be kazım abi.. sen de hep bizim için öyle idin.. Değer bilinmez bir çağda,  senin gibi güzel insanlarla tanışık olmak, dost olmak, arkadaş olmak ne güzel bir şey.. Bize senin gibi dostlar gerek.. Ellerinde, yüzlerinde, yüreklerinde yarası olan adamlar ilgilendiriyor bizi. Senin gibi kalbinde sızısı olan, yoldan taş kaldıran, unutulanı hatırlayan, ağlayanı teselli eden, insanı kardeş bilip kardeşinin yanında olan ve bunun için bütün imkânlarını ve aklını bile zorlayan,  yapamadığında hüzünlenen garip dostum.. Mazlumların yanında olmayan, savaşları umursamayan, çocukların ölümüne üzülmeyen, insanlarla senin de işin olmazdı…

Birçok hayırlı amelinle Rabbinin huzuruna vardın. Mekânın Cennet olsun Can Dostum… Şimdi bir yanımız eksildi. Senin gidişinle tüm Türkiye’deki dostların yüreklerinin dinmeyen acısını dindirmeye çalışıyor. Senin bıraktığın izlerin zihin dünyamızdan ve gönlümüzden silinmesi mümkün mü …?

Sözlerimi Malcolm X cenaze töreninde bir arkadaşının Malcolm X için okuduğu satırları sana adayarak bitiriyorum. Çünkü biz arkadaşların olarak aynı duyguları senin için hissediyoruz.

Buraya Bu ıssız yere Malcolm X'e karşı son görevimizi yerine getirmek için geldik. Harlem her zaman yetiştirdiği kahramanları hayırla anmıştır. Ve şu önümüzde taş kabrinde yatan Afrikalı Amerikalıdan daha yüce bir kahraman yetişmemiştir. Çok kişi soracaktır bu ıssız yerde kiminle şeref duymaya kiminle övünmeye geldik diye. Bizde gülümseyerek cevap vereceğiz. Seninle övünmeye geldik. Çünkü o bizi öylesine sevmişti ki. Bu yolda ölmekte bile tereddüt etmedi..

Siz hiç onu gördünüz mü?

Onu hiç gerçekten tanıyabildiniz mi?

Onun münakaşaya sebep verdiği bir zamanı biliyor musunuz?

Ona size gülümser halde hiç rastladınız mı?

Eğer onu tüm anlamı ile bilseydiniz. Onunla şeref duymanız gerektiğini de bilirdiniz.

Onunla övünmekle biz gerçekte içimizde bulunan iyilikle övünüyoruz.

Evet; bundan sonra söylenecek sözler…

Güzel bir insan yaşadı bu dünyada. Güzel izler bıraktı..

Rabbim bana, seni seven dostlarına, ailene sabır ihsan eylesin. Âmin

M. Faruk Demir

(*) Dücane Cündioğlu

***


BİR ÖĞRETMENİ DAHA RABBİNE YOLCU ETTİK!

Kazım Kayan kardeşimiz 17 yıldır böbrek yetmezliğinden dolayı tedavi görmekteydi. 13 Temmuz 2020 saat 18.49’da İshak Kanmaz kardeşimiz Malatya’dan hastanende arayarak o acı haberi verdi. Emr-i Hak tecelli etti ve Kazım kardeşimiz; imtihan dünyasından vatan-i asliye’ye yani Rabbine yolculuğa çıktı, Rabbim bu çıktığı yolculuğu mübarek etsin.

Usuldendir vefat edenlerle ilgili insanlar bir şeyler söylemek isterler. İşin aslına bakarsanız; Kazım kardeşimiz çok şey söylemeyi fazlasıyla hak ediyor. Bu güzel insan Rabbimizin bir lütfu olarak, çok güzel meziyetlere sahipti. O babacan tavır, devrimci duruş, ufkun genişliği ve kucaklayıcı yani ihata edici bir perspektif, kardeşlik duygusu, tüm bu özellikler Kazım kardeşimizde grup kardeşliğini aşan bir sevgi halesi oluşturmuş, mümin kardeşlerince hayırla anılan mümtaz bir şahsiyet olarak yerini almıştır. Bu güzel insan ümit ediyoruz ki; Rabbimizin ayetinde işaret ettiği “iyi arkadaşlar”ın halkasına katılmasıdır.

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا ﴿٦٩﴾

 “Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, Sıddıklar(doğrular ve doğrulayanlar), şehidler ve Salihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştırlar onlar?” (4/69).

Ümit ediyoruz ki; Rabbimizin ayetinde ifade edidiği ttiği gibi dostluğun gereği olarak, dostları onu karşılamışlar, o güzel insanlarla muhabbet ederken o dost halkasından bizlerde hatırlanırız veya hatırlanmışlardan oluruz diye dua ediyoruz.

Kardeşler hayat su gibi akıyor, dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları, yıllar yılları kovalıyor, ömür denen o şey bir an geliyor ve duruyor. Başlamak ve durmak, ömür denen o şeyi bu iki kelime özetliyor. Başlamak ve durmak, nedir başlamak diye bir soru sorduğumuzda; anne rahmine misafir olduğumuz an var ya, başlamanın ilk anı o, o anı doğal olarak bilmiyoruz.

Ama bir an sonra bir telaş başlıyor, önce anne kendisinde bir takım garip hallerin olduğunu hissediyor, bu hal hem acı veriyor hem bir sevinci yaşatıyor. Yavaş yavaş en yakından çevreye doğru bir haber yayılıyor; bir misafirimiz var. Zaman su gibi akıyor vakti saati geliyor ve misafir evimize neşe katıyor, her ne kadar uykusuz kalıyor büyük zahmetler çeksek de onlar pekte söz edilir şeyler değil, o çocuğun tatlı bir gülücüğü tüm yorgunlukları ve sıkıntıları unutturuyor, bebeğimizi bağrımıza basıyoruz. Bir ağlama duyduğumuzda “anneysek; ‘annen sana kurban olsun’, babaysak; ‘baban sana köle olsun’ hemen geliyorum..” diye koşturuyoruz, ağlamasını kesmek için..

Hayat orada durmuyor, bir telaştır devam ediyor, okuldur, üniversitedir, mezuniyettir, askerliktir, iştir ve evliliktir. Rabbimizin emri hayatı bir bıçak gibi kesiyor, daha yapacak çok işimiz vardı deme imkânını bize vermiyor, ilahi sünnet tecelli ediyor ve verilen haber tahakkuk ediyor. İster topluluklar olsun; Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)” (7/34). İsterse bireyler/şahsiyetler olsun; “Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz.” (29/57). Sevinçle başlayan ömür denen şey acı bir haberle duruyor.

Dostlar söz konusu olan bugün yeni bir yolculuğa çıkan Kazım kardeşimizden haber vermek demiştik; takriben 30 yıldır tanışıyoruz, İstanbul’dan tam olarak ne kadar kaldığını hatırlayamıyorum, takriben 5-6 yıl gibi kaldı diye düşünüyorum. 2000’li yılardan sonraki bir zamandı, 28 Şubat’ın tüm ağırlığı Müslüman insanlarımızın üzerinde kendini hissettiriyordu. İslami çevreler her biri kendi fetretini yaşıyordu. Üstadın tabiriyle; “İşte eski hâl muhal, ya yeni hâl veya izmihlal.” Sözünün tam zamanıydı, bu durum sadece Müslüman çevreler için değil ülke de aynı fetreti yaşıyordu.

Böyle bir dönemde Kazım kardeşimiz öğretmenlik görevini İstanbul’da ifa ediyor ve mecburi mesailerin dışındaki vaktini de çoğunlukla Akdav’dan geçiriyordu. O dönemler gerek Akdav’ın öncülük ettiği İstanbul ve çevre illerle ilgili yeniden toparlanma ve gerekse de daha önceki çalışmaların devamı olan illerin her birinin kendi çabalarıyla varlıklarını koruyarak yeniden toparlanma diyeceğimiz bir çabanın içinde olmak ve bunun sonucu olarak Anadolu Platformu’nun oluşum sürecinde emek harcayanlardan biriydi, Kazım kardeşimiz.

Kardeşimiz 17 yıldır böbrek yetmezliğiyle mücadele etmekteydi demiştik, demek ki 2003’lü yıllarda hastalık kendini belli etmişti. Hastalıkla ilgili tam teşhis konulduktan sonra çok sürmedi tayinini Malatya’ya aldı ve artık haftanın belli günleri diyalize giriyor ve diğer zamanını arkadaşlarımızın kurduğu Meşale derneğindeki faaliyetlerin aktif bir taraftarı olarak iştirak ediyordu.

İslami faaliyetlere daha çok zaman ayırmak için hastalığından dolayı malulen emekliye ayrılıyor ve artık tüm mesaisini sağlığı el verdiği kadarıyla hem yeni insanlar kazanmak hem de davet ve organizasyon faaliyetlerinde aktif sorumluluk üstlenerek sürdürüyordu.

Türkiye’deki tedavi süreci olumlu cevap vermeyince, yurtdışında bir imkân olabilir mi çabasına girdi, oradan da bir cevap alamadı, böbrek nakli ilgili uğraşıldıysa da bir sonuç alınamadı. Kazım kardeş yakınlarının böbrek vermesini çok ta istemedi diye biliyorum. Bir türlü böbrek nakil işi gerçekleşmedi ve vücut daha fazla bu yükü taşıyamadı ve Emr-i Hak tecelli etti ve hayat durdu, yeni bir yolculuk başladı. Rabbim bu yolculuğu mübarek kılsın ve cennetiyle mükâfatlandırsın.

Kazım kardeşimizin bu kutlu yolculuğu biz arkadaşları için uyarıcı mesaj olacak mıdır? Resulullah efendimiz en büyük nasihat “ölümdür” buyuruyor. Buradan hareketle; bu mesajı doğru algılayabilirsek hem kardeşimiz bize güzel bir nasihat ve ders vererek ayrılmış olur hem de bizler bu büyük ayrılığın hakkını takdir etmiş oluruz, diye düşünüyorum. Tekrar kardeşimize Allah’tan rahmet kederli eşi, çocukları, kardeşleri, yakın ve uzak akrabaları ve dava arkadaşlarına sabrı cemil diliyorum. Mekânı cennet olsun. Selam ve dua ile…

Not: Bu yazı, Özgün İrade Drgisi 2020 Ağustos (196.) Sayısında yayımlanmıştır.