24.10.2018 Çarşamba
İSTANBUL - Doç. Dr. Kürşad Zorlu
Bu yıl Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasının 27. yıldönümü. SSCB´nin dağılmasıyla beraber Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, 1991 yılının Ağustos-Aralık ayları içerisinde peş peşe bağımsızlıklarını elde ettiler. Küresel güç mücadelesini yeni bir aşamaya taşıyan bu süreç, üç önemli temel üzerine kuruluydu: (1) SSCB´nin ekonomik, teknik ve sosyal bakımından dünyadaki değişimle güncellenen ihtiyaçlar hiyerarşisinde yetersiz kalması, (2) Söz konusu ülkelerin kendi coğrafyalarında meydana gelen yeni dengeye uyumlaşma zorunluluğu ve (3) Çoğunlukla ortak tarihsel bağlamda olgunlaşan erkin birer devlet olma özlemi.
Bu çerçevede zor ve çetin bir süreç bekliyordu genç cumhuriyetleri.
Sovyetler Birliği yönetsel sisteminin ayırt edici özelliği, farklılaşan/ayrışan kimlikler meydana getirmesi ve bunun aksine ulaşım güzergahlarında birbirine bağlı bir idari mekanizma kurgulamasıydı. Hantallaşan ve yeni teknolojilerden yoksun Sovyet alt yapısı kapitalist modelin sert rekabet ortamına uyum sağlamaktan uzaktı. Öyle ki sistem içerisinde biçerdöverlerin tamiri ve bakımı için harcanan para, biçerdöverlerin fiyatından daha fazlaydı. Yaklaşık 70 yıl süren sosyalist sistem ve birbirine eklemlenmiş merkezi ekonominin ardından 90´lı yılların modern devletine yön veren ulus devlet anlayışı ve kapitalizmin devlet aygıtı ile geliştirdiği yeni ilişki biçimi, gerek bireylerin günlük yaşamını gerekse bürokratik düzeni kaçınılmaz bir dönüşüme zorluyordu. Yüksek enflasyon, üretim eksikliği ve gelir adaletsizliği ekonomide radikal tedbirleri gerekli kılarken, belki de daha önemlisi halkların ihtiyaç duyduğu yeni bir vizyon ve ideolojinin inşası, ülkelerin geleceğini belirleyen kırılma noktaları haline geliyordu.
İşte böyle bir süreçte bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri erkin birer devlet olma yolunda ilerlemeye başladılar. Geçmişi sorgulamaya, problemleri tanımlamaya ve geleceği inşa etmeye koyuldular.
Nasıl bir kavram dünyası?
Literatüre bakıldığında bu coğrafyayı veya ilişki biçimini anlatma konusunda çeşitlilik olduğu söylenebilir. Kavram dünyasındaki bu çeşitliliğin iki önemli sebebi var. Birincisi ayrı devletlerin ayrı birer alt kültür ve politikaya sahip olduklarını vurgulamak düşüncesi, ikincisi de her ülkenin Türk kavramına yüklediği anlam ile yoğunlaşan iç/dış politika yönelimleridir. Mesela Kazakistan ya da Türkmenistan´daki -özellikle bazı bölgelerinde- ?Türk? kavramı ile Türkiye ve Azerbaycan´daki farklı olabilir. Çoğunlukla Türkiye´deki Türkler ile aynı anlama geldiği algısı bu ülkelerin büyük bölümünde ?Türki? benzeri kelimeleri yaygınlaştırmıştır. Aynı şekilde bir dönem ?Avrasya? kavramı da bu anlamı karşılamak için bazı çevrelerce kullanılagelmiştir.
2005´te Türkiye´de öne çıkarılan ?kültür coğrafyamız? da bu yaklaşımla şekillenmiştir. Aslında benzer bir hedefe yönelseler de bugün Türk Dünyası ve hatta Türk Birliği yaklaşımı giderek pekişmekte ve geçmişteki endişelerden sıyrılarak öz çerçevesine oturmaktadır. Zira süreç içerisinde her ülke kendi tarihsel kimliğini irdelerken ortak noktalarda buluşmakta ve kuşak değişimi de bu ortaklıkta daha dinamik/bütünleşik bir muhteva sunmaktadır. Dolayısıyla Türk Dünyası ve Türklerin Birlikteliği şeklinde oluşturulacak sosyal, siyasal, ekonomik ve bilhassa bürokratik ilişkiler gelecek dönemin önemli vizyon adımlarından birisi haline gelmektedir. Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler ?Türk Dünyasının Her Alanda İşbirliği? şeklinde bir yaklaşımla sürdürülmesi zamanın ve beklentilerin ruhuna uygundur. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan´ın Moldova ziyaretinde Gökoğuz´da dile getirdiği şu sözler dikkatle irdelenmelidir. ??diğer Türk topluluklarıyla Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerinizi geliştirin. Unutmayın! Biz Adriyatik´ten Çin Seddi´ne uzanan 300 milyonluk büyük bir aileyiz.?
Potansiyelin gerisindeyiz
Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin gerek ikili gerekse bölgesel/uluslararası boyutta inişli çıkışlı bir seyir izlediği görülmektedir. 1991-1995 yılları arasında özellikle mali yardımlar, teknik destek ve ?10 bin öğrenci? projesi ile derinleştirilmeye çalışılan ilişkilerin 1996-2000 arasında inşaat yoğunluklu bir ekonomik bağlam ve AB giriş süreci ile yapısal sorunlara evrildiği söylenebilir. Rusya´nın 1997 sonrasında gücünü toparlamaya başlamasıyla birlikte post-Sovyet bir model inşa etme çabası Türkiye´nin aynı dönemdeki yanlış adım ve politikaları ile irdelendiğinde ıskalanan zaman dilimi daha net bir şekilde görülebilir. 2001-2007 döneminde Devlet Başkanları düzeyinde durağanlaşan ilişkilerin alt siyasal/bürokratik aygıtı harekete geçirmekten uzak olduğu ve bilhassa eğitim odaklı olarak sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
2007 sonrasında ise yeniden belirli bir ivme yakaladığı görülmektedir. Türkiye´nin Türk Cumhuriyetlerindeki enerji sektöründe göreli bakımından gerek yatırımcı gerek yönlendirici olamayışı, her ülkenin stratejik yönetim modelinde kimi zaman zemin kaybı yaşanmasına sebep olmaktadır. 2017 yılında Türkiye´nin Türk Cumhuriyetlerine olan ihracatı toplam ihracatının yüzde 2,7´si (4.2 miyar dolar) oranındadır. Bu oran 28 Avrupa Birliği ülkesi için yüzde 47,1 olarak gerçekleşmiştir. Türk Cumhuriyetleriyle ithalat ise yüzde 1,4 (3.2 milyar dolar) gibi bir seviyededir. Dış ticaret yıllık bazda yüzde 3-4 arasında bir artış göstermektedir. Yaklaşık 7.5 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ile ekonomik potansiyelin oldukça gerisinde kalındığı söylenebilir. Nitekim son resmi ziyaretlerde alınan kararlar çerçevesinde sadece Kazakistan ve Özbekistan ile konulan dış ticaret hedefi 15 milyar dolardır. Özbekistan´ın, yeni Cumhurbaşkanı Mirziyoyev ile birlikte bir yandan Kazakistan bir yandan da Türkiye ile güçlü ilişkileri sürdürme isteği üç ülkenin ekonomik potansiyelini harekete geçirebilmesi bakımından önemlidir. Aynı şekilde Azerbaycan´ın Türkiye´de yoğunlaştırdığı enerji yatırımları ve ilaveten Azerbaycan-Kazakistan ilişkilerinin artıyor olması Orta Asya, Kafkaslar ve Anadolu ekseninde yeni işbirliği seçeneklerini ortaya çıkarmaktadır.
Temel sorun alanları
Türk Cumhuriyetleri ile yaşanan temel sorunları 4 grupta toplamak mümkündür.
Algısal ve hedef bakımından farklılıklar: İlgili ülkelerin bulundukları coğrafya, uzun yıllar süren sosyalist rejimin izleri, Çin ve Rusya ile olan komşuluk ilişkileri, öncelikler ve beklentiler açısından farklılıklar meydana getirmektedir. Bu farklılığın ilk aşaması dünyaya ve gelişen olaylara bakış biçiminde ortaya çıkmaktadır. Böylelikle bireyler arası ilişkiler dahil olmak üzere kurumların karşılıklı anlam bütünlüğü istenilen seviyeye getirilememektedir. 27 yıllık süreç içerisinde farklı meslek gruplarından olmak üzere Türkiye´den giden kimi şahıs ve kurumların hata ve eksiklikleri karşı yöndeki çabaları da akamete uğratmaktadır.
İletişim ve alfabe ortaklığının sağlanamayışı: Türk Dünyasında ortak alfabeye geçiş, 20.yüzyılın başından bu yana gündemde olan ancak bir türlü çözüme kavuşturulamayan bir büyük hedeftir. Her ne kadar Özbekistan, Azerbaycan ve Türkmenistan bu konuda belirli adımlar atmış olsalar da ortak bir alfabe hedefine varmak için daha sistemli/radikal kararlar gereklidir. Hala Rusça´nın belirleyici bir konuşma dili olması ülkelerin kendi aralarındaki organizasyonlara da etki etmektedir. Bir yandan alfabeler ve lehçeler arası dengenin sağlanması zorunluluğu bir yandan da uluslararasılaşma sürecinin etkisiyle Türk dil ailesinin farklı lehçelerine sahip bu ülkelerin iletişim dili konusunda zamana ihtiyacı vardır.
İlişkilerin yapısal ve kurumsal düzeyde ele alınmaması: Türk Dünyası uzun bir süre Türk Cumhuriyetlerinin devlet politikasında hak ettiği yeri alamamıştır. 1992 yılında başlayan ve belirli bir süre ara verilen Devlet Başkanları Zirvesi ve ardından kurulan TÜRKSOY, Türk Konseyi, Türk Akademisi ortak amaç ve ortak çaba konusunda belirli bir zemin meydana getirse de ilgili devletlerin alt sistemleri resmi bağlamda eksikliklerle örülüdür. Örneğin Küçük ve Orta Boy İşletmeler (KOBİ´ler) için hem mevzuat hem de motivasyon açısından gerekli adımlar geçtiğimiz yıl atılmaya başlanmıştır. Bu durum gerek kurumsal ilişkiler gerekse iş dünyasının karşılıklı transferinde sorunlar meydana getirmektedir.
FETÖ ile mücadele meselesi: 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu coğrafyada yer alan FETÖ´ye bağlı kurumların üzerine gidilmesi ve ortak mücadele gerekliliği hızlı bilgilendirme sürecini beraberinde getirmiştir. Özbekistan´ın bu konuda çok önceden hamleler yaptığı dikkate alınırsa diğer ülkeler nezdinde de değişen ölçülerde adımlar atılmıştır. Ancak karşılıklı geliştirilen diyalektik, istenilen noktanın gerisindedir. Bu meselede işbirliği ve açık iletişim kanalları daha da etkinleştirilmelidir.
İnsan kaynağının değerlendirilemeyişi: Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığını elde etmesiyle birlikte yerli sermayenin oluşması ve farklı sektörlerde uzmanlaşmanın sağlanması ciddi bir zaman sürecini gerekli kılıyordu. Yeni dünya düzeninin ihtiyaç duyduğu insan kaynağı için eğitim programları geliştirilip, bütçeler ayrılmaya başlandı. Kazakistan, Azerbaycan ve son dönemde Özbekistan bu konuda göreli başarılar elde ettiler. Türkiye ise TİKA, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Manas Üniversitesi, Yunus Emre Enstitüsü ve TÖMER gibi kuruluşlar aracılıyla sürece katkı sağlamaya çalıştı. Ancak geçmişteki kimi projelerin beklenen neticeye ulaşamaması ve bütünsel bir mekanizmanın kurulamayışı sebebiyle ülkelerin ilişkilerini pekiştirecek ya da kurumsallaşmayı sağlayacak insan kaynağı haritası bir türlü oluşturulamadı. Bu eksiklik diplomasi, bürokrasi ve özel sektör ilişkilerindeki etkili personel ihtiyacının giderilemeyişinde en belirgin sebeplerden biri oldu.
Neler yapılabilir?
Türk Dünyasının birlikteliği için bundan yaklaşık yüzyıl önce İsmail Gaspıralı´nın dile getirdiği ?dilde, fikirde, iş´te birlik? yaklaşımı bugün yapılması gerekenlerin de öncü gücü niteliğindedir. Bu gücün ileriye taşınabilmesinde ortak motivasyon alanı ?her alanda işbirliği? olacaktır. Birbiriyle etkileşim içerisinde olan ve pek çok değişkeni barındıran bu süreçte özellikle şu hususların ivedilikle üzerine gidilmelidir.
Karşılıklı fırsatlar/avantajlar ortaya çıkarılmalı: Türk Dünyası 7 Türk Cumhuriyeti´nin dışında özerk/muhtar cumhuriyetler ve başka ülkelerin topraklarında yaşayan Türkçe konuşan halklardan oluşmaktadır. Türk cumhuriyetleri bu coğrafyanın sadece yüzde 49´unu içermektedir. Yaklaşık 1.5 trilyon dolarlık bir milli gelir söz konusudur. Bu yönüyle enerji, ulaştırma, turizm, eğitim ve pek çok alanda ülkelerin ayrı ayrı ve birlikte oluşturacağı ciddi avantajlar bulunmaktadır. Hazarın kıyısındaki gelişmeler, İpek Yolu Açılımı, Avrasya Ekonomik Sahası ve AB ticaret alanı söz konusu avantajlar için sıçrama zemini olarak kullanılmalıdır.
Uluslararası kuruluşlar etkinleştirilmeli: Türk Konseyi ve onunla ilişkili TÜRKSOY, TÜRKPA, Türk Akademisi, Türk Miras Vakfı ve diğer tüm kuruluşlar uygun bütçe/insan kaynağı ile donatılmalı. İşlevsellik açısından koordinasyon sağlanmalı ve yapısal olarak görev alanları yeniden belirlenmeli. Ayrıca bu kuruluşlar üzerinden her ülkenin diplomasi yaklaşımında ortak hareket bilinci geliştirilmeli.
Zirve kararları kurumsallaşmalı: 1992 yılından bu yana süregelen Türk Dünyası Liderler zirveleri ve ardından Türk Konseyi çatısı altında kurumsallaşan liderler buluşmalarında alınan kararlar alt siyasal/bürokratik sistem tarafından bir sonraki yıl zirvesine kadar hayata geçirilmeli. Bunu denetlemek üzere Türk Konseyi bünyesinde ?icra denetleme kurulu? oluşturmalıdır.
Ortak alfabe süreci takvime bağlanmalı: 1926 Bakü Kurultayından bu yana alfabe ortaklığı konusunda pek çok toplantı yapılmasına rağmen bu konunun bilimlik alandaki gereklilikleri güncellenmemiştir. Yeniden bu çabalar öne çıkarılmalıdır. Makul bir noktada buluşarak ilk aşamada Türk cumhuriyetleri arasında ortak alfabe deneme çalışmalarına başlanmalıdır. Ortak televizyon kurulması ya da TRT Avaz, Habar, AzTv gibi kanalların her ülkenin yayın sistemine olabildiğince entegre edilmesi resmi bütünlük içerisinde karara bağlanmalıdır.
Sivil toplum kuruluşları tekdüzelikten çıkarılmalı: Türk Dünyasıyla ilgili çok sayıda sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Bunların bir kısmı ?tabela kuruluşu? şeklinde sürdürülmektedir. Özellikle uyumlaştırıcı faaliyetlerin desteklenmesi konusunda aktarılan bütçeler periyodik olarak denetlenmeli ve gerçekten sonuca dönük, yenilikçi projelerin desteklenmesi yöntemi tercih edilmelidir.
Uzmanlaşma ve gönül bağı esas alınmalı: Gerek ortak kuruluşlar gerekse diplomatik/bürokratik mekanizmada yer alan yönetim katı, uzmanlaşma ve Türk Dünyası bağlamına gönül vermiş kişilerden seçilmelidir.
[Uzmanlık alanı Avrasya bölgesi ve Türk Dünyası olan Doç. Dr. Kürşad Zorlu, Ahi Evran Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesidir]