AK Parti’ye her şeye rağmen oy vereceğinden emin olduğum kişilerde huzursuzluğun arttığını görmemek mümkün değil. Çevremde öyleleri azaldı, ancak iktidarın siyasi ve bürokratik kadroları içerisinde yer alan ya da görev tanımlarının “Doğru yaptıklarında olduğu gibi kötü icraatlarında da -kısacası her durumda- AK Parti’yi desteklemek” olduğu bilinen yazar ve yorumcuların da tedirginlikleri artık yüzlerine vuruyor.
Yapılacak yanlış icraatları açıklarken ve açıklanmış yanlış icraatları savunurken eskisi kadar rahat görünmüyorlar.
İşleri zor ve bundan sonra daha da zor olacağı kesin.
Zorlukları şundan: Yanlışı açıklamaya çalışır veya savunurken gönülsüzlükleri belli olduğu için muhalefet daha kolay üzerlerine gidebiliyor ve yanlış icraatlar daha kolay anlatılabiliyor.
Eskisinden çok daha kolay.
Bu süreç Kanal İstanbul projesiyle başladı. Yanlış bir projeydi Kanal İstanbul; yalnızca çevre duyarlılığı açısından veya sınırsız maliyeti bakımından değil, İstanbul’u dünyanın incisi yapan Boğaz’ın ihtişamını gölgeleyeceği ve Türkiye’nin yıllar önce Montrö Antlaşması ile elde ettiği su kanallarından geçiş egemenliğini zedeleyeceği için de vahim bir yanlıştı.
Rusya Ukrayna’ya saldırdı ve Montrö’nün o özelliği anlatıldığında bile anlamayanlara da anlaşılır hale geldiği için Kanal İstanbul konusu unutulmaya terk edildi.
Savaşa kadar onu her zeminde gündeme taşıyıp savunanların sesi kısıldı.
Konunun unutturulmak istenmesi en fazla onları rahatlatmıştır.
Huzursuzlukları yüzlerden okumama yarayan yeni konu, Atatürk Havalimanı olarak çok uzun yıllar hizmet vermiş olan mekanın işlevsiz bırakılması yanlışına ek olarak, alana iş makinaları sevk edilmesidir. İlgili iki bakan ekranlara çıkıp alanın millet bahçesi haline dönüştürüleceğini anlatıyorlar.
O alan park yapılacak sizin anlayacağınız.
İş makinalarıyla ilk elde pistlerden biri daha kazınacak ve alana ağaçlar dikilecekmiş…
Yüzler yalan söylemez, bunu duyuranların yüzlerine de rahatsızlıkları vuruyor işte.
‘Pist’ diye gelişigüzel ifade edilen aslında dünyanın en pahalı inşaatı. Her pist milyarlara mal oluyor. Her müteahhitin yerine getirebileceği bir iş olmadığı için de o uğraş alanında uzmanlaşmış şirketler kullanılıyor.
Atatürk Havalimanı İstanbul’un sivil havacılık alanında kullanılan tek mekanı iken, inen-kalkan uçak sayısına hizmet vermeye yetmediği anlaşıldığında, bir pist daha ilave edilerek ihtiyaca cevap verir hale getirilmişti. Ardından İstanbul’un Anadolu yakasında Sabiha Gökçen Havalimanı devreye girerek yarı yükü onun üzerinden alındı.
Büyük çapta Atatürk Havalimanı’nı kullanan şirket olan Türk Hava Yolları’nı (THY) dünyanın en bilinen havayolu şirketleriyle rekabet edebilir hale getiren yönetim kadrosunun başındaki iki isim, Candan Karlıtekin ile Hamdi Topçu, görev başındayken, her ikisi de, büyük yatırımla yeni bir havalimanı yapmak yerine var olana yeni pist/ler eklemenin daha doğru olacağını savunmuşlardı.
[Hamdi Topçu THY dönemini de içeren “Yerel’den Global’e” adını taşıyan anı kitabında görevleri sırasında İstanbul Havalimanı yapımına karşı çıkıldığını da anlatır.]
Sonunda İstanbul Havalimanı yine de yapıldı.
Yollar ve köprülerin yapılış yöntemiyle…
Taahhüt edilen sayıda yolcu sayısına ulaşılmadığında müteahhit şirketlere farkı devletin ödemesi garantisiyle…
İki yılı bulan pandemi döneminde doğal olarak yolcu sayısı düşük kaldı; hala garanti edilen yolcu sayısına ulaşıldığını sanmıyorum.
Dahası, geride bıraktığımız kışın hava durumu açısından en sert geçen günlerinde yeni havalimanı birkaç gün hizmet dışı kaldı.
Uçaklar o günlerde nereye indirildi dersiniz?
Evet, işlevsiz hale getirilmiş, pandemi mücadelesinde kullanılmak amacıyla üzerine hastane inşa edilerek bir pisti tahrip edilmiş olan Atatürk Havalimanı’nın kullanılabilir haldeki öteki pistine…
Şimdi kazınması için iş makinaları ordusu getirilmiş olan piste…
Neden böyle bir işe şimdi kalkışıldığını anlamak mümkün değil.
Kendilerine “Çıkın, yapılmak isteneni savunun” denilen siyasi ve bürokratik yetkililer ile yazar ve yorumcuların görevlerini yerine getirmeye çabalarken zorlandıkları seslerine ve oradan da yüzlerine vuruyor.
Yanlış bir icraatı savunduklarının kendileri de farkındalar da ondan…
“Neden şimdi?” sorusunun cevabını muhtemelen onlar da bilmiyorlar.
Muhalefetin işi iktidarın icraatlarına karşı çıkmada son zamanlarda çok kolaylaştı. Yanlışlar arttığı için oldu bu. Milyarlarca dolar harcanarak yapılmış pistlerini kazımak suretiyle Atatürk Havalimanı’nı bütünüyle işlevsiz bırakmak yanlış bir iş; yapılmak istenenin yanlışlığını hayatında bir kez bile uçakla Atatürk Havalimanı’na inmemiş insanlar da anlıyor.
Pistlerin kazınmasıyla elde edilecek alanın ağaçlandırılmaya müsait olmadığını anlamak için de botanik uzmanı olmak gerekmiyor.
Zaten bu sebeplerle, “Neden şimdi?” sorusuna uçuk kaçık gerekçeler uyduranlar çıkabiliyor ve o tür söylentiler giderek AK Parti’ye her şeye rağmen oy vermekten vazgeçmez görünenleri de etkilemeye başladı.
O insanlardan savunma bekleyen kitleler muhalefete daha fazla kulak vermeye başlamışlarsa hiç şaşırmamalı.
CHP lideri dün Cumhuriyet’ten Orhan Bursalı’ya şunları söylemiş:
“Ne yaparlarsa yapsınlar, herkes sabırla bekliyor, sandık gelsin ve biz bunları hemen gönderelim diye. Zaten bir iktidar seçim kanunu ile oynayarak iktidarını koruma yoluna gidiyorsa, çoktan bitmiş demektir. Bugüne kadar bu yolla iktidarını koruyan parti olmadı. Halk karar verdiyse bunları gönderir.”
Kılıçdaroğlu’nu bu keskinlikte konuşturan, doğal savunucularını bile rahatsızlığa sürüklediği anlaşılan iktidarın böyle yanlışları işte…