İlk başta ütülü bir pantolon kadar tedbirlidirler. Tedbir ve temkin denemeciyi kasar. Duygularına dipnot düşemeyeceği için mümkün mertebe ispata ve kaynağa yönelik cümleler kurmak zorunda kalırlar. Akademisyenler disiplinsizliğe gelemezler. Uzun cümle kurmaya alışıktırlar. Yazarken kahkaha atmak, gözyaşı dökmek ve okuyucuyla içli dışlı olmak onlara göre değildir. Hiçbir denemeci sıkılmış yumruğunu şakaklarına yaslayarak yazıya giriş yapmaz. Arkaya yaslanır, sözcükleri serbest bırakır ve nerede yazarsa yazsın kendini evinde hissederek metnin içine doğru yayılır. Okuyucunun karşısında istediği zaman her cümle bacak bacak üzerine atar. Özelini sır tutabileceğine inandığı okuyucusuyla paylaşır. Akademisyenler gülüp geçemezler sadece gülüp kalırlar. Bu durum onların serbest metinlerde donup kalmasını sağlar. Kim ne derse desin deneme düzyazı değildir, öykünün düzyazı olmadığı gibi. Devinim, salınım ve kendine özgü tırmanma şeridine tabi olması hasebiyle deneme yükseklerde gözü olan bir yazın türüdür. Denemenin bir adım öncesi sohbettir. Sohbeti nutuk ve hitabetten ayıran şey ise cana yakınlıktır. Düzyazı (makale, tez vb.) zihne ve kafaya yakın dururken deneme cana yakın durur. Size bir şeyi itiraf edeyim ki bu yazıyı bu fakir Erzurum-İstanbul dönüşü uçakta yazmaktadır. Eğer bir parça harbiliği ve de hasbiliği varsa akıllı telefonun Word belgesinde kendini daha rahat hissetmesi sayesindedir. Bu yüzden içinde bir yığın hata ve yanılma payı taşımaktadır. Deneme yazın tişört, kışın çizgili boğazlı kazak giyer. Paltosu değil montu veya gocuğu vardır. Siz bunu kalkıp değerli yazar Mustafa Özçelik’e sorsanız eminim o da aynısını söyleyecektir. Akademisyenlerin metnini okumakta niçin zorlanırız? Pişirdikleri yemeğin malzemeleri müfredata uygundur da onun için. Standardın dışında bir çeşni denemeye yaklaşmazlar. Cemal Süreya düzyazıyı uçağa binmeye ikna etmişti. Akademizme teslim olmuş akademisyenlerin metinleri bir adam boyu yükselemez. Uçağa binmekten de içtinap ederler. Şiirin ve şairin kanatları vardır, öykü, roman ve deneme de öyle. Düzyazı bu hayalini uçağın kanatlarına oturarak giderebilir ancak. Kaideyi bozmayan istisnaların hakkına girmeyelim bu arada. Sayıları az da olsa bazı akademisyenlerin çok başarılı denemeler yazdıklarını söyleyebiliriz. Onların denemedeki bu başarıları hiç kuşkusuz şiir, öykü ya da roman gibi edebi türlerdeki başarılarının bir uzantısıdır. Zaten bu istisnalar da özgür ürünler vermeyi akademizme tercih etmiş isimlerdir. Deneme şenlikli bir yazın türüdür. Bu şenlikli durum kimi zaman yazıdan yazara sirayet edeceği gibi kimi zaman da yazarın mizacının doğal bir sonucudur. Zira deneme sohbete dönük bir dilin yazıda kendini gösterme serüvenidir. Tezler notlandırılıp saklanmak içindir. Nasibi olanlar arşivden çıkıp gün ışığına kavuşurlar. Bir adım daha ileri giderek diyebilirim ki deneme yazarlarıyla çok kolay anlaşabilir, şakalaşabilir hatta birlikte gökyüzüne bakabiliriz. Akademisyenler ise ellerinde tuttukları ipi bir yere bağlama telaşından dolayı yazmanın keyfine varamazlar. Elbette burada bir hüküm vermek değil gayemiz. Nihayetinde şu an yaptığımız da bir denemenin peşine düşerek nerelere kadar gidebileceğini kestirebilmekten bağımsız değildir.
OD İLE KORKUTMA VAİZ!
Geçen hafta Cuma namazı öncesi camide vaizi dinlerken Divan edebiyatının özgün şairi Hoca Dehhani’nin bir beyti gelip dilime yapıştı. Kürsüdeki vaiz her kesimden insanı ateşe daldırıp çıkarıyordu. Üstelik caminin havalandırması da çalışmıyordu. Hocanın cemaatten temel şikâyeti şuydu: Niye camiye namaza gelmiyorsunuz? Neresinden baksanız lüzumsuz bir yaklaşım biçimi. Camiye gelmiş olan adama namaza niye gelmiyorsun diye çıkışmanın ne mantığı olabilir ki? Üstelik sen geleni süpürge sapı ile kovalamaktan beter ediyorsun hoca efendi! İçimden bir sürü şey geçti vaazı dinlerken. Gençlerin ve çocukların, okumuşların ve yazmışların neden camilere uğramadığını şimdi daha iyi anlıyordum. “Hoca hoca!” diye söylenmek geçti içimden: “Sen camiye geliyor musun ki camidekileri camiye çağırıyorsun?” Camide olduğun gerçekte efradını cami olduğun anlamına gelmez! Konuşurken kendine gelmeyen camiye geldiğini sansa da hakikatte camiye hiç gelmiş değildir. İçimden geçenleri metanetli bir yutkunuşla yutkunup Hoca Dehhani’nin şu beytini camiden çıkana dek homurdanıp durdum:
“Od ile korkutma vaiz bizi kim la’li nigar / Canımız bizim oda yanmağa mutadeyledi.”