Adelina Sfishta

 Adelina Sfishta

 

Erbakan’ın yanındaki genç adam, “Milli Görüş’ün” yeni neslinin en gözdelerinden birisiydi.

“Recep Tayyip Erdoğan”

Davanın ve dava adamlığının çok revaçta olduğu yıllardı.

“Milli Görüş”, Erbakan ve arkadaşlarının geliştirdiği fikirler üzerine oturmuş, bir ülke yönetim modeli. Elbette, çözümleri Kur’an merkezli.

Dostluğun, arkadaşlığın “güç” olduğu, “parasız” yıllar.

Erbakan, “Milli Görüş” çizgisinde 4 parti kurdu ve 4’ü de, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle” kapatıldı. Sistem izin vermiyordu.

Erdoğan gençlik yıllarında katıldı bu harekete ve sıkı bir “Milli Görüşçüydü”. Gençlik yıllarında Müslüman Kardeşler gençlik toplantılarına bile katılmıştı. 1985’te Refah Partisinin il başkanı oldu. Bu yıllarda toplumun “en alttakilerinin” temsilcisi, “varoşların” kahramanıydı. 1994’te Refah Partisinden İstanbul Belediye başkanı seçildi.

Türkiye’nin devlet kurumları; referansını “dinden alan” hiçbir fikri hareketi ve onun yetiştirdiği kadroları, devlet kadrolarına kabul etmiyordu. Devlet dindar insanlara “sakıncalı” muamelesi yapıyor ve “irticacı” diye fişleyerek sistem dışına çıkartıyordu. Hatta başörtülü kızlar üniversitelerde okutulmuyor, devletin hiçbir kurumuna sokulmuyordu. En katı kurum ise “askeriyeydi”. Toplumsal ve siyasi şartlar Erbakan için çok zordu.

Ancak, “sistemin bütün önleyici tedbirlerine rağmen”, “Milli Görüş” giderek yükseliyordu.

Refah Partisi 1995 seçimlerinden birinci parti çıktı ve Erbakan başbakan olarak hükümeti kurdu. Ancak, “ordu” ve “yargı” yine devreye girdi ve 28 Şubat operasyonu ile Erbakan hükümeti devrildi ve parti de kapatıldı.

Bu yıllarda Erdoğan, “Müslüman mahallesinin Milli Görüş çizgisine” mensuptu.

Milli Görüş içerisindeki genç nesil, 4’üncü parti de kapatılınca, “başka bir anlayışta siyaset” arayışına girdiler ve “yenilikçiler hareketi” böyle başladı.

Erbakan’ın “sistemle uzlaşacak” bir siyasi-fikri çizgi geliştiremediği gerekçesiyle, yollarını ayırdılar. Yenilikçilerin, partiden ve Erbakan’dan kopuşları esnasında, Milli Görüş çizgisi 5 milyon seçmene ve % 15 oy oranına ulaşmıştı. 

 Yenilikçiler; Türkiye’deki “sistemin” ve “uluslararası güçlerin” desteğini veya olurunu alabilmek için, farklı tarz izlemek gerektiğini değerlendiriyorlardı. Bu nedenle; “milli görüş gömleğini çıkarttıklarını”, kendilerinin “demokrat-muhafazakar” çizgide olduklarını, ulusal ve uluslararası kamuoyuna deklare ettiler.

Artık yeni siyasi organizasyonları AK P idi.

Yenilikçiler; partiyi kurarken de “meşruiyet elde edebilmeyi” güçlü şekilde dikkate almışlar, partide muhtelif fikirleri “demokrasi ve özgürlükler” çizgisinde “ortaklığa” davet etmişler, parti bünyesine almışlardı.

Erdoğan bu süreçte “muhafazakar ama demokrat mahalleye” mensuptu.

Bu anlayış netice getirdi ve seçimlerde, Refah Partisi’nin zirvesi olan % 21’i de geçerek, % 34’le tek başlarına iktidar olma şansını elde ettiler.

Artık “sistem” yönetime gelmelerine kapıyı araladı ama tetikteydi. Ana eksenini “yenilikçilerin” teşkil ettiği AK P “demokrasi ekseninde buluşmuş” muhtelif görüşlerden oluşmuş, “heterojen bir yapı” tarafından yönetiliyordu. Sistem için tehlikesi azalmıştı.

Özgürlüklerin yolu AB’den geçiyordu. Avrupa Birliği bu ekibin “stratejik hedefi” oldu.

Demokrasi, özgürlükler, haklar, AB kriterleri, dini özgürlükler, ordunun ülkenin üstündeki vesayetinin kaldırılması, Kürtlerle haklar ve özgürlükler zemininde yeni bir süreç başlatılması vb. Velhasıl yepyeni bir Türkiye’ye yelken açılmıştı.

Erdoğan’ın tabiri ile “artık ülke take off” durumundaydı.

Başta Avrupa ve Amerika, Erdoğan’ı el üstünde tutuyor, ondan çok şeyler bekliyordu. Destek çok güçlüydü. Obama Erdoğan’ı en güvendiği lider ilan etmişti. Türkiye içinde de her kesimden Erdoğan’a destek artıyordu. AK P oyları % 50’lere doğru tırmandı.

Kesintisiz, bileği bükülmez, yenilmez bir siyasi iktidar doğmuştu.

Bu dönemde Erdoğan “demokrat mahalleye” mensuptu.

Ancak “zaman hükmünü sürdü” ve belki de “iktidar-güç zehirlemesi” AK P’yi de, Erdoğan’ı da etkiledi.

AK P’nin kuruluş aşamasında oluşturulan “kadro alaşımı” itibarsız görülmeye, sistem dışına itilmeye başladı. “Kendimiz yaparız” anlayışı ana gövdeye hakim olmaya başladı.

2011 yılından itibaren bambaşka bir AK P vardı.

Mısır ve Suriye’deki halk hareketlerine “farklı bir çizgide” ve “doğrudan müdahil olma” anlayışı görüldü. Oyun kurucu bir rolün gerekliliğine ve de becerebileceklerine inanıyorlardı. 

AK P kadrolarında ve devlet bürokrasisinde, “öz evlatlar ve dışardan gelenler” çekişmesi gözle görülüyordu.

AK P; “demokrat çizgisini terk ediyor sinyalleri” vermeye başlamıştı. “Fetihçi bir anlayış” ve fetihçi anlayışın “fetihçi enstrümanları”; Balkanlardan- Ortadoğuya, geniş bir coğrafyaya yayıldığı bir zamana girildi.

Parti kadroları ve bürokrasi de bu yeni düşünceye göre dönüşüyordu elbette.

İstanbul İl başkanı Aziz Babuşçu, aşağıdaki sözleri ile aslında olan biteni en veciz açıklıyordu.

“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir tanımlama özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.”

Erdoğan 2012 yılında “yeni duruşlarını” özetliyordu. “Dindar bir nesil yetiştirmek”. Artık AK P’nin hedefi “demokrasi ve çoğulculuk” değil, “tek tipçilikti”.

2015 yılına kadar olanlar, “bu duruşun” etkisinde gelişti. Hem yurt içinde hem yurt dışında.

Erdoğan; başta Suriye ve Mısır olmak üzere, Libya ve Tunus’ta, Afrika’da, yönetimlerin şekillendirilmesini, stratejik bir “araç-amaç” olarak görüyordu bu süreçte.

 Bu dönemde Erdoğan; “İslamcı-Fetihçi mahalledeydi”.

2015 yılından sonra, Erdoğan yeni partnerler ile siyasi hayatını sürdürmeye başladı. Bahçeli, bu dönemi simgeleyen en önemli siyasi figür oldu. Erdoğan giderek “milliyetçileşen” bir siyasi çizgiye evrildi. “Ülkenin bekası” siyasi söylemlerinin en başında yer almaya başladı. Siyasi rakipleri ise “terörist-hain” damgaları yemeye başladı. Erdoğan-Bahçeli ikilisinin yanına Perinçek de dahil oldu. Dış güçler, anti Amerikancılık, AB karşıtlığı dış politikanın temel karakteristiği haline geldi. Putin en yakın “dost idi”. 

Türk siyasetinin en ılımlı kişiliği Temel Karamollaoğlu bile “teröristlikle” suçlandı bu dönemde. Kürt meselesinin çözümü ise tamamıyla rafa kalkmıştı.

Devlet ve parti için yeni bir yönetim biçimi kuruldu, karar sürecinde Erdoğan tek başına belirleyici ve yönetici haline dönüştü.

Erdoğan’ın eski çevresi tamamıyla değişmişti. Abdullah Gül gibi, AK P’nin kuruluşundaki en güçlü ikinci isim bile Erdoğan’ın yanından uzaklaştırılmış-uzaklaşmıştı.

Bu dönemde Erdoğan; “milliyetçi- devletçi ve hatta Atatürkçü mahalledeydi”.

On sekiz yıla yaklaşan Erdoğan iktidarı için bütün bu değişim, şaşırtıcı mı yoksa normal mi? Gerçekten karar verilmesi çok zor.

 Kesin olan bir şey var. Erdoğan “çıkış çizgisindeki” Erdoğan değil. Eski dostları yok.

Siyasi çizgisi, siyasi hedefleri, yol arkadaşları, hayat tarzı, kişisel özellikleri tamamen değişmiş bir Erdoğan var karşımızda.

Benim; Bosna’da Izzetbegoviç çizgisinde, Balkan Müslümanları için ağlarken gördüğüm Erdoğan, yok. Şimdi yanında Boşnak katili, Srebrenitza’da 100.000 Müslümanın katlinden sorumlu Sırp Vuçiç var.

Bana sorsanız, Erdoğan hangi mahalleden diye, cevabım yok.

Belki de Erdoğan’ın “tek bir mahallesi” yok.

Belki de Erdoğan “tamamen yalnız”.