ZEMBİLFİROŞ
Ölüm ve özgürlük
Avcı hep pusuda bekler, av ise özgürce uçar, dolaşır yeryüzünde. Av ve avcı iki ezeli düşman, belki de firak ile vuslat arasında nefes nefese iki sevgili… Lakin kim av, kim avcı nasıl bilinir ki, ölen mi avcı öldüren mi? Öncelikle av mı olmalı insanoğlu, yoksa avcı mı, buna karar verebilmeli, ölümün avcılık yaptığı şu garip dünyada. İnsanoğlu, çoğunlukla avcı olmayı seçmiştir av olduğu zamanlarda bile. “Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı. Avlasam çöllerde saz ile seni. Vursam yaralasam söz ile seni” demiş aşk ehli. Lakin saz ve söz ile vurmak naif âşıkların işi, hırs ve şehvet ile avlanmayı tercih edenlerise tuzak ile vuruyor avını. Kötü avcı pusuda yatar, oysa “Av, iyi avcının ayağına gelir” demiş avcıların piri. İyi avcı edep, erkân bilir, bir ahlak üzere avlanırmış. “Av olacaksa insan aslanın pençesine düşsün, yeter ki kurda kuşa yem olmasın.” demiş eskiler. Kurdun, kuşun eline düşen heder olmuştur.
Tuzak üstüne tuzak kuran Hâtun, nasıl bir avcıydı?Avını yakalamak için sahibi olduğu şehirdeyeni bir pusu kuruyordu. Zembilfiroş ise Hâtun’a inat, onun topraklarında, devletinin başkenti olan Fargin sokaklarında dolaşıp sepet satıyordu. Zembilfiroş ne zaman Fargin’in sokaklarında dolaşmaya çıksa Bedirhan da peşine takılıyor ve onunla dolaşıyordu. “güzel sepetlerim var, ucuz sepetler” diye bağırdığında ondanda yüksek sesle söylediklerini tekrar ediyordu. Bedirhan o gün hiç söylemediği sözler haykırıyordu. “Kim özgür, kim tutsak bu şehirde?” diye bağırıyordu. Kimisine göre Fargin’in “delisiydi veya bir meczuptu” Bedirhan. Lakin ona “veli” diyenler de az değildi.
Gün bitmiş, güneş yavaş yavaş kaybolmuştu. Karanlık şehri esir alamaya başlamıştı, Hâtun’un Zembilfiroş’u sarayda esir aldığı gibi. Sepetlerini bitiren genç adam çadırına gitmek için havanın iyicene kararmasını, hatta gecenin biraz ilerlemesini beklemişti. Akşam namazı için girdiği camiden kalmış, yatsıyı da kıldıktan sonra yola çıkmıştı. Çadırı şehrin epey dışındaydı, bir süretenha yolda yürümesi gerekiyordu. Yine ıssız birköşede, belki bir ağacın veya bir kayanın ardında kendisini pusuda bekleyen birilerinin olmasından endişe ediyordu. Gecenin ilerleyen vaktinde bir sorun yaşamadan çadırına gelebilmişti. Garip bir sessizlik vardı Fargin üzerinde, bu durumtedirgin olmasına sebep olmuştu.
Çadıra girdiğinde eşi ve çocukları uyuyorlardı. Oysa ne kadar gecikmiş olsa da hanımı mutlaka kendisini beklemişti. Çözemediği bir gizem vardı çadırda. Gürültü yapmadan elbiselerini değiştirmiş, yorganın ucunu kaldırıp yavaşça altına girmişti. Kısa bir zaman geçmişti ki kadın Zembilfiroş’a sarılmıştı, fakat ayağındaki halhal gen adamın tenine değince irkilmişti. Bütün takılarını ve mücevherlerini Zembilfiroş’un karısına veren Hâtun ayağındaki halhalı çıkarmayı unutmuştu. Saraylı hanımlar dışında, kadınlar halhal takmıyorlardı, yatak da ki kadının Hâtun olduğunu anlamış ve hemen yataktan çıkmıştı. Artık Hâtun da kendisini gizlememiş, maksadına ulaşmak için yalvarıp yakarmaya başlamıştı tıpkı Züleyha gibi. Yusuf peygamberi andı Zembilfiroş. “Derken, evinde bulunduğu hanım, onun nefsinden murad alıp yararlanmak istedi, Haydi beri gel” (dedi) Yusuf “Allah’a sığınırım!” (dedi) (Yusuf; 12/23) ayetini okudu ve “Allah’ım sana sığınırım” dedi Zembilfiroş.
Hâtun, kâh genç adama olan sevdasını anlatıyor kâh bedeni üzerinden kendisini, güzelliğini övüyordu. Bu şekilde genç adamı ikna etmenin bir yolunu bulacağını düşünüyordu. Delikanlının zaman zaman aklı karışmıyor değildi. Genç ve güzel hanımdı Hâtun ve peşini bırakmıyordu. Oysa kendisi ona karşı bir zorbalık da yapmıyordu. Lakin ne zaman kalbi bulanırsa ölümü, tövbesini hatırlıyor ve “Allah’a verilen sözden nasıl dönülür ki?” diyerek yeniden Yusuf kıssasından âyetler mırıldanıyordu. “O hanım, ona gerçekten niyeti bozmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi, Yusuf da ona özenip gitmişti.” (Yusuf; 12/24) “Nasıl ki Yusuf peygamberi yalnız bırakmadıysan, onun izinde yürüyen bu garip kulunu da sahipsiz bırakma Allah’ım” diye yakarıyordu.
“Beni nefsime bırakma Allah’ım” diye mırıldanarak çadırdan çıkmıştı ancak Hâtun da arkasında gelmişti. Durduğu yer de aynıydı konuştuğu sözlerde. Aynı sözleri tekrar edip duruyor ve etkilemeye çalışıyordu. Ancak Zembilfiroş hiçbir şey söylemeden dışarı çıkmıştı. Zira Allah’a verdiği sözden dönmeyeceğini defalarca söylemiş ancak bir faydası olmamıştı. “Söz, anlatan kadar, dinleyen ile de kıymetlenir evlat” demişti derviş. Lakin Hâtun’un laftan anlayacağı da yoktu, söz dinleyeceği de…
Çadırın önünde durup Fargin’i izledi uzun bir süre, nice umutlarla gelmişti bu şehre. Lakinnice zorluklar yaşamış ve başına gelmeyen kalmamıştı bu şehirde. Yaşadıkları, hayal kırıklıkları peş peşe geçip gitti gözünün önünde. Sonundakarısı da çocuklarını alıp kendisini terk etmişti. Artık kendisini Fargin’e bağlayan bir şey kalmamıştı. Nihayet ayrılık vaktinin geldiğine karar vermişti. Gökyüzünü süsleyen dolunay yeryüzünü de büyülüyordu. Dağlar, ağaçlar hatta insanlar her şey iki üç kat büyüyordu dolunayla. Yamacın dibinden akan nehrin sesi Albat dağlarına çarpıp yankılanıyordu. Bir veda merasimiydi, Fargin’le, ihtişamlı Albat dağlarıyla, akan nehrlerin sesiyle vedalaşıyordu, her birinin lisanıyla…
Büyü bozulmuş Hâtun vedalaşmanın da arasına girmiş, yanına gelmişti. Hayatına da izinsiz, destursuz girdiği gibi. Zembilfiroş yürümeye başlamış, Fargin’i terk ettiğini söylemişti. Lakin Hâtun da peşini bırakmamış arkasından yürümüştü. Genç adam kurtulmak için koşmaya başlamıştı Hâtun da arkasından… Koşarken ayağı taşa takılan Zembilfiroş, dengesini kaybedip nehrin kıyısına düşmüştü. Yara bere içinde kalmış, zorlukla da olsa yürümeye başlamıştı. Fakat Hâtun yolunu kesmiş kendisini bekliyordu. Nehrin kıyısında uzun bir zaman kovalama sürmüş ancak yaralı Zembilfiroş tükenmişti. Dermansız kalınca diz çöküp Allah’a yalvarmaya başlamıştı. “Allah’ım davet edildiğim şey ölümden daha sevimli değil, sözünde durmuş bir kul olarak huzuruna gelmeyi nasip et. Sonu ölüm de olsa ahdine sadık bir kul olarak dünya hayatımı nihayete erdir” diye yakarmıştı. “Dua ve yakarış samimi bir kalp ile dökülürse dilden, kabul makamına ulaşır” demiş hal ehli. Yakarışı kabul makamına mazhar olmuş ve Zembilfiroş durduğu yere düşmüştü.
Hâtun yetişmişti arkasındanancak genç adam emanetini teslim etmişti. Yüreği yanmıştı Hâtun’un, yere yığılmış ve ağıt yakmaya başlamıştı. Bu acıya dayanamayacağını biliyordu, çaresizlik içindeydi. Bir kurtuluş yolu bulmak istiyordu düştüğü bu durumdan. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, kendisi de… Zembilfiroş’un teslimiyeti, imanı her zaman etkilemişti Hâtun’u. Belki de böyle bir teslimiyet kendisi için de kurtuluş olacaktı. Nihayet Allah’a yönelmeye ve teslim olmaya karar vermişti. Ellerini açmış, tövbe için Allah’a yakarmaya başlamıştı. O güne kadar zevk ü sefa içinde geçen yaşamını, fütursuz arzularını ve haddi aşan isyanlarını düşündü. Zembilfiroş’un da bir sarayda yaşadığını hanımından öğrenmişti. Ancak her şeyi bırakmış, kendi arzusuyla tövbekâr olup yollara düşmüştü. Ölüm ve sonrasındaki hesap için bir yaşam kurmaya çalışmıştı. “Onu da ben engelledim” diye mırıldanmıştı. Ancak büyük bir pişmanlık yaşıyordu. Pişmanlığın yaktığı yüreğiyle tekrar elleri açılmıştı Allah’a. Zembilfiroş’a yaptıklarından ve kirlenmişliğinden hayâ etmişti. Emanetini alması için Allah’a yakarmıştı. Her samimi yakarış gibi Hâtun’un da duası kabul makamına ulaşmıştı. Tövbesinin kabul gördüğü duygusu içine bir serinlik vermiş ve sessizce genç adamın yanı başında yıkılmıştı.
Hâtun’u adım adım izleyen hizmetçi kadın Zembilfîroş’tan sonra Hâtun’un da öldüğünü görmüş, yanıbaşında oturmuş ve ağlamaya başlamıştı. Hâtun’un hırsına, aşkına Zembilfîroş’un imanına, Allah’a olan teslimiyetine şahit olmuştu. Her ikisinin de nasıl bir mücadele verdiğine şahitlik eden tek kişiydi belki de. Karşılıklı atışmalarını, şiirsel konuşmalarını hatırlamıştı. O sözlerle ağıt yakmaya başlamıştı yanık sesiyle. O günden beri dengbejlerin dilindeki busıtran, (şarkı) dedelerin torunlarına anlattığıbir hikâye olmuştur. Mezopotamya’da, bizim topraklarda bir Yusuf hikâyesidir Zembilfiroş. Bin yıl öncesinden gelen o ağıtın sesi hala Albat Dağlarında yankılanıyor, oradan da kulaklarımıza ulaşıyor genç kadının dilinden…
Zembilfıroşzembila tine
Sepet satıcısı sepetleri getiriyor
Delalozembila tine
Güzel adam sepetleri getiriyor
Kolan bı kolan digerine
Sokak sokak gezdiriyor
Nan û dahnêpêdistîne
Ekmek ve yiyecek ile değiştiriyor
Zarokanpêditevrinê
Çocuklarını doyurup yetiştiriyor
Gavaew zembile tîne
O sepetleri getirirken
Xatûnlibircêdibîne
Hâtun onu burçtan görüyor
Bieşqa dil dihebîne
Gönlü aşka tutuluyor, gönlü kaynıyor
Aqildiçesewdanamîne
Aklı başından gidiyor
Ha dil were, ha dil were
Ey gönül gel, ey gönül gel
Kesêji dil nekîbawere
Hiç kimse gönlünün ona bunu yapacağını inanmıyordu
(İnsanlık darağacına çekilmiş)
Xatûn:
Kurosêlkavir de bîne
Delikanlı sepetlerini buraya getir
Mîrdixwaze te bibine
Mir seni görmek istiyor
Buhabuhaji te bistîne
(Sepetlerini) Pahalı fiyata almak istiyor
Lawiko ez brîndarım
Delikanlı ben yaralıyım
Zembîlfıroş:
Xatûnamin a delal e
Benim güzel (saygı değer) Hanımım
MinbîhîstîMîr ne li mal e
Duydum ki Mir evde değildir
Bazara’mbimalê helal e
Pazarlığım helal mal iledir
Xatûnê ez tobedar im
Hâtun (Hanımefendim) ben tövbeliyim
Delalê ez tobedar im
(Saygı değer hanım) Güzel ben tövbeliyim
Xatûn:
Zembîlfiroşlawikê beyan î
Sepet satıcısı, delikanlı sen yabancısın
Ez dibêjim tu pêdizanî
Ben söylüyorum, sen de biliyorsun (beni anlıyorsun)
Minboeşqa dil te anî
Seni gönlümün aşkı için çağırdım
Lawiko ez evîndar im
Delikanlı ben sevdalıyım
Zembîlfiroş:
Xatûnamin a zerîn e
Sarışın güzel Hâtun (Hanımım) sen altın gibisin
Qusurli ser te qetnîne
Sende hiçbir Kusur yoktur
Lê dilem kesînahebîne
Fakat gönlüm kimseyi barındırmaz
Xatûnê ez tobedar im
Hâtun ben tövbeliyim
Delalê ez tobedar im
Güzel ben tövbeliyim
Xatûnlijor kar dike
Hâtun yukarıda çalışıyor
Zêrlieniyê par dike
Alnında altınlar parlıyor
Kalênsedsalan har dike
Yüz yılın ateşini (yakıyor) harlıyor
Xatûn:
Çavênminmînaeynan e
Gözlerim ayna gibidir
Biskêminmînaqeytan e
Kâkulüm (zülüflerim kaytan) ipek gibidir
Diranêminmînamircan e
Dişlerim mercan gibidir
Eniyaminmînaferşan e
Alnım ovaldır (oyulmuş tablo) gibidir
Berêminmînafîncan e
Simam (yüzüm) fincan gibidir
Fîncanênmîr û paşan e
Paşa ve beylerin fincanı
Sîngêminmînazozan e
Sinem yayla gibidir
Zozanênhafteşîran e
Yedi aşiret yaylası
Zembîlfıroş, lawikêderwêş
Sepet satıcısı derviş adam
Lêbikekêf û seyran e
Gel eyle, keyif -u seyran
Zembîlfıroşlawikêderwêş e
Sepetsatıcı, derviş adam
Keremke tu werepêşe
Buyur sen gel (şöyle) yanıma
Heqêzembîlênxwebibêje
Sepetlerinin fiyatını söyle
Lawiko ez evîndar im
Delikanlı ben sevdalıyım
Zembîlfiroş:
Lêlêlê, lêlêXatûnê
Ey Hâtun (Hanım)
Çavên te mînazeytûnê
Gözlerin zeytin gibidir
Ditirsimjiagirêêtûnê
Korkuyorum ateşe girmekten
Ya Xatûn ez tobedar im
Hâtun ben tövbeliyim (tövbedarım) tövbemi beklerim
TobedarêXaliqêCebar im
Cebbar olan (Yaradana tövbe ettim) ona sözüm var
J’sertobaxwe ez nayêmxwarê
Ben tövbemden vazgeçemem (geri dönmem)
Xatûn
Zembîlfiroşlawikefeqîr e
Sepet satıcısı, fakir adam
Were ser doşekaMîr e
Buyur gel Mir’in yatağına
Bidim te guliyênherîr e
Sana vereyim ipekten örgülerimi (saçlarımı)
Lawiko ez evîndar im
Delikanlı ben sevdalıyım
Zembilfiroş
Tu Xatûnalibirc û van î
Sen genç bir Hâtunsun (hanımsın)
Li ser text û li ser seran î
Saraylar içerisinde, tahtlar üzerindesin
Tu jimin re nabîkevanî
Senden bana hanım olmaz
Xwedîzarok û eyal im
Benim eşim ve çocuklarım var
Zarok tazı û birçîli mal in
Çocuklar evde çıplak ve açtır
Xatûne ez tobedar im
Hâtun ben tövbeliyim
Xatûn
Zembîlfiroşlawikênenas î
Sepet satıcısı, yabancı adam
Tenaderpî û kiras î
Üstünde yok başında yok (fakirsin)
Tu jidestêmnabîxelas î
Elimden kurtulamazsın
Lawiko ez evîndar im
Delikanlı ben sevdalıyım
Zembilfıroş
Xatûnagerdenbimorî
Gerdanı incili-boncuklu hâtun
Qetnabebi kötek û zorî
Zorla dayakla (güzellik) olmaz
TirsaminjiwîReb ê jorê
Korkum yüce Allah’adır
Xatûne ez tobedar im
Hâtun ben tövbeliyim
Ji ser tobaxweqetnayemxware
Ben tövbemden vazgeçecek değilim (geri dönmem)
Not; Zembilfiroş’un öyküsünü kitap olarak hazırlıyoruz. İnşallah kısa bir zaman diliminde yayınlanacaktır. Selam ve dua ile.