Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Musab Aydın


ZAMANA VE İNSANA DAİR

Yazarımız Musab Aydın'ın "yeni" yazısı...


Sevgili dostum,
Zaman üzerine ne çok şey söylemiş insanoğlu. Vaktin geçmemesinden yakınanlar olsa da daha çok zamanın su misali akıp gitmesine hayıflanıyor insanlar. Hani “Zaman ne çabuk geçiyor, vakit hiç geçmediği halde” diyen ne kadar çok dertlenen insan var yeryüzünde. Ancak kulaklarımızda sürekli yankılanan ses, geçip gidene dair yürek yakan ağıtlar oluyor. Özlemlerimiz de pişmanlıklarımız da hep geçmiş günlere dair nedense. Mâziye dönük nedametler hiçbir zaman dillerden düşmemiş, bu gün de düşmüyor ya… Geçmişimiz, biraz da birikmiş acılarımızın bütünü gibi geliyor bana. Eskiler “Dünyanın kaderinde acı var”
demişler. Öyle ya ne çok acı varmış dünyada, hem de tarifi olmayan acılar. Bedene düşen acılar tedavi ediliyor bir şekilde. Hatta bir zaman sonra unutabiliyoruz da. Ancak mâziye ait acılar daha çok bedensiz acılardır ve sanki bunların bir tedavisi de yoktur. Belki de bu acılara devâ olabilecek tek şey geçmişimizde kalmış çocukluğumuza dair hatıralardır. Bu yüzden dönüp dönüp geçmişe bakıyoruz özlemle. Aslında hayallerden, kederlerden oluşan bir geçmişi var insanlığın, lakin hiç geçmeyen… Bu gün dönüp geriye bakınca “hayat ne çabuk akıp gidiyor, hiç dönüp ardına bakmadan” diye düşünüyorum.

Aziz dost,
Biliyorum, sen, şimdi “nereden çıktı bu geçmiş üzerine yazmak” diyorsundur. Sebebi, bugün doğduğum gün olarak resmi kayıtlara geçmiş. Nüfusa kayıt işlemlerinin her aşamasında müdahildim. Ancak doğum gününe ben karar vermedim ama yılını ben kararlaştırmış ve nüfus memurunu ikna etmiştim. İlkokulu bitirip İstanbul’da yaklaşık üç, dört yıl çalıştıktan sonra, seksen yılının baharında bağ bahçe işlerinde aileme yardım etmek için köye gelmiştim. Şehirde yaşıyordum ama kimlik kartı bir yana nüfusa kaydım bile yoktu. Kısacası vardım ama aslında “yoktum.” Bu muammayı çözmek için rahmetli babamla köyümüze yetmiş kilometre uzaktaki ilçeye yürüyerek gitmiştik. Sanırım 5 Haziran günüydü. Bu sebeple nüfus memuru da “o gün doğmuş” olabileceğimi düşünmüş olmalı ki öyle de kayıt altına almış. Özel(!) gün kutlama veya hatırlatma alışkanlıklarım yok. Ancak sosyal medya icat edilince ve bizler de bu mecraların dehlizlerinde başıboş gezinip duruyoruz zaman zaman. Buralarda arada denk gelip kutlama mesajı atanlar hatırlatıyor doğum günümü.

Kıymetli dost,
Ne zaman doğduğumu sorduğumda, rahmetli annem “Nemrut dağının zirvesine kar düşmüştü sen dünyaya geldiğinde” derdi. “Ne zaman dağın başına kar yağardı” sualime ise “kışın gelmesiyle” diye cevap verirdi. Bu konuşmalarımıza şahit olan babam, “büyük ağabeyin yatılı bölge okuluna gittikten birkaç ay sonra doğmuştun” diye düzeltmişti. Zihnimdeki sorunlar çözülememişti uzun zamanlar. Nüfusa gittiğimde bu hesapları yapacak kadar aklım eriyordu artık, yılını oradan öğrenip hesap etmiştim. Bizim oralarda ayların adı var mıydı hatırlamıyorum ama mevsimlerin birer ismi vardı. Her şey mevsimlere göre ve tabiat üzerinden tanımlanıyordu. Mesela küçüğüm olan kardeşim de yaylaya göç etme zamanı doğmuştu. Yaylaya göç vakti ise ilkbaharın son demleriydi. Annem ve o dönemin insanı için yılın ve günün bir önemi yoktu, nasılsa zamanı belliydi ya… Dağa kar düştüğünde! Yaylaya göç zamanı veya harman vakti... Aslında anneme kalsa zamanın da bir önemi yoktu, onun için kıymetli olan bunlar değildi, evlatlarıydı. Bu duyguyla o koca dağın zirvesine de yamaçlarına da ayak basmadığı yer kalmamıştı. Tek dileği hastalığından dolayı çalışamayan kocasını ve evlatlarını kimseye muhtaç etmemekti. En büyük gayesi de mücadelesi de buydu. Zor bir 
coğrafyada bu mücadeleyi verirken sevgisi ve merhametiyle anneliğin en güzel örneğiydi elbette.

Kadim dost, Doğum günü, evlilik yıldönümü ve benzeri özel gün adı altında kutlamalar yapan hatta bunun için önemli bütçeler ayıran günümüz insanının yaşam felsefesine bakınca, büyüklerimiz ne güzel insanlarmış diye düşünüyorum. Hayatın her anında insanı değerli kılan bir yaşam felsefesine sahipmiş bu insanlar. Eşlerini, çocuklarını nasıl bir sevgiyle sarmalamışlar diye hayranlık duymamak elden değil. Kıymet vermeyi, koca bir yılda birkaç özel(!) güne hasretmek nasıl bir yaklaşım anlamak kolay değil. Bu durum bana sahici gelmediği gibi samimi de gelmiyor. Toplumun bu ahvaline şahit oldukça, zaman zaman şu mısraları mırıldanıyorum.
 

sorma 
sorma öykümü
yolum uzun 
ve derdim büyük 
sorma yaralı yüreğimi
benim hikayem çok uzun
acılar vadisini geçtim adım adım
düşüme sen girdin gecenin tenhasın da 
büyük ümitler besledim sana dair
oysa çölde kum fırtınasına tutuldum
seni ararken
çöl deryasında 
kayboldum kum tanecikleri arasında  
sorma öykümü
yolum uzun 
ve derdim büyük 
sorma yaralı yüreğimi
benim hikayem çok uzun
sarp yamaçları yürüdüm adım adım 
hayalimde sen vardın zirveye çıkarkan
umutlar büyüttüm hasretine dair
oysa dağ kar boran olup yağdı üstüme
seni ararken
bir kar taneciği oldum  
kayboldum sisli dağların ardında  
sorma öykümü
yolum uzun 
ve derdim büyük 
sorma yaralı yüreğimi
benim hikayem çok uzun
uçsuz bucaksız ovaları yürüdüm adım adım 
sevda dağından düşerken

seni büyüttüm sinemde
oysa gölgenin rüzgarına kapıldım 
seni ararken
bir yaprak idim sonbahar ağacın da 
kayboldum yamaçlarda yankılanan sesinde
sorma öykümü
yolum uzun 
ve derdim büyük 
sorma yaralı yüreğimi
benim hikayem çok uzun

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR