Mükerrem Mekke’de, muazzam Kâbe’nin tam karşısındayız…Karalar bürünmüş Kâbe’nin karşısında yüzüm kara, yüreğim buruk… Kalbim iki parça…
Bir yarısı tekrardan Kâbe’ye kavuşmanın huzur ve heyecanı ile dolu… Diğer parçası ateşe verilen Kur’an’ın hüzün ve hicranı ile yanıyor…
Kâbe’nin sahibinden özür diliyorum… Af talep ediyorum… Acziyetimi arz ediyorum… Belki de Stockholm’e yürümem gerekirken ben kolay olanı tercih etmiştim, Mekke’ye gelmiştim…
Kâbe’ye gelmekle teselli bulmaya çalışırken Kur’an’a yapılanlar karşısında üstüme sinen utançtan nasıl kurtulacaktım?
Yüz binlerle birlikte Allah’ın beytini tavaf ederken Allah’ın kitabına yönelik bunca alçaklığa karşı tepkisizliğimi nasıl tevil edecektim?
Acı bir tefekkür ruhumu kavuruyor… Bir araya geldiklerinde sadece aynı anda ayaklarını yere vursalar dünyayı titretecek bir milyar sekiz yüz milyon Müslüman gözlerimin önünde canlanıyor…
Gözlerimizin içine baka baka Allah’ın yüce kitabı Kur’an’ı yakıyorlar… Yüreğimiz gerçekten yanıyor mu?
Bırakın dünyayı titretmeyi, kılımız kıpırdıyor mu, kalbimiz titriyor mu? Bu utançtan nasıl kurtulabiliriz diye bir arayış içinde miyiz?
İçinde tüm şerefimiz olan Kur’an’dan bahsediyorum…
“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya,10)
Evet, Allah soruyor; “Akıllanmayacak mısınız?” Aslında sanki biz olması gerekenden daha fazla akıllandık… Öylesine akıllandık ki, provokasyona gelmiyoruz… Kimse bizi ajite edemiyor… Manipüle olmuyoruz… Oldukça akıllı ve tedbirliyiz(!) Onun için olsa gerek tepkisiz, eylemsiz, duyarsız hallere düştük… Eylemsizliğin erdemsizlik olduğunu unuttuk… Acziyet ve zillete düçar olduk…
Birkaç basın açıklaması, kınama mesajı, telkin ve cılız tepki ile teselli bulduk…
Yıllar yılıdır yıkılan yurtlarımız, yakılan kardeşlerimiz vardı… Şimdi de Kur’an’ımızı yaktılar…
Kutsal öfkemize ne oldu?
Kur’an’a sadakatimiz bu kadar mı?
“Kur'an ziyafeti programlarında alanları dolduran bizler, Kur'an dersleri, tefsir sohbetleri, Kur'an halkaları müdavimlerimiz Kur'an'a yönelik bu rezalet karşısında sorumluluk sorgulamasında bulunduk mu?
Öfkemizi, hıncımızı hep içimize gömmemiz mi gerekiyor?
Bu bir sonuçtur… Neyin sonucu… Kur'an'ı mehcur bırakmanın sonucudur…
Evet, kitaba karşı suçluyuz. Kitaba göre suçluyuz…
Bari bu saatten sonra içe yönelik bir sorgulama ile tevbe ve istiğfar yolunu seçebiliriz…
Kur'an merkezli bir eylem planı düşünebiliriz…
Bu bağlamda bazı önerilerim olacak, takdir Müslümanlarındır.
2023 yılını Kur’an yılı ilan edebiliriz… Mütevazı bazı hedefler önümüze koyabiliriz…
1- Her gün bir sayfa Kur’an’ı meali ile birlikte okumak, sadece günde 5 dakikanızı alacaktır… Allah ile iletişimimizi güçlendirecek, yaşam kalitemizi güzelleştirecektir…
2- Hâlâ Kur'an okumasını bilmeyen Müslüman kardeşlerimiz bu yaşananlardan sonra mutlaka Kur'an okumasını öğrenmem lazım diyerek yeni bir seferberliğe öncülük edebilirler…
3- Halka açık toplu alanlarda, park ve meydanlarda kısa süreli birlikte Kur'an okuma programları düzenlenebilir.
4- 15 Temmuz darbe gecesinde olduğu gibi tüm camilerde ezandan sonra Nasr Suresi’nin minareden okunması talep edilebilir.
5- İnsani yardım kuruluşlarının yurt içi ve yurt dışı yardım paketleri ile birlikte mealli Kur'an hediyesi yapılabilir…
6- Türkiye'ye gelen turistlere kendi dilinden mealli Kur’an ve gül hediyesi başlatılabilir…
7- Evlerde tefsir sohbetlerine yeniden bir yaygınlık ve yoğunluk kazandırılabilir…
Üstad Sezai Karakoç'un dediği gibi,
“Kur’an’dan yüz çevirdiğimiz günden beri yüzümüz gülmedi.”
Şimdi yeniden Kur’an'la yüzleşme ve Kur’an'la yürüme vakti…
Bu kitabın yüreklerden yürürlüğe girmesi lazım…
Ne mutlu yürüyen Kur’an olanlara…
Kaynak: mlatgaztesi.com