İş güvenliği, sorumluların liyakat ve ehliyeti, gönül ehli ve işini sevenler olması… Hepsi önemli. Lakin iş güvenliği konusunda almamız gereken mesafeleri almış mıyız, kuşkular var. İşini sevme ve gönül ehli olma meselesi zaten en çok can acıtan konular arasında.
Rahmetli babam sıvacıydı. Sadece Malatya’da değil, Adana, Zonguldak, Bodrum gibi birçok il ve ilçede iş aldıkları da olurdu ama genelde işleri Malatya’da idi. Sabah çok erkenden evden çıkar, akşam ezanıyla eve gelirdi. Eve geldiğinde elleri harç yanığı olurdu. Çoraplardan ayağına da sirayet ederdi harç. Sıcak su hazırlardı annem, sabun, leğen, ibrik… Rahmetli abimle başlardık babamın ellerini ve ayaklarını sabunla yıkamaya… Sonra abdestini alır namazını kılar, ellerini kremlerdi.
Harç yanığıydı babamın elleri, o ellerin emeğiyle okuttu bizi…
Her gün yüreğimiz ağzımızda beklerdik babamızı çünkü inşaatlarda düşmeler, sakatlanmalar, ölümler olurdu. İş güvenliği, önlem vs. çok bilinen bir şey değildi. İskeleler çok tehlikeliydi. Ben de çok çalıştım üniversiteye gidene kadar, hem duvarcıların, hem sıvacıların elinin altında…
Üniversitede öğrenciydim, sonradan hikâyesi anlatılmıştı bana; rahmetli abim inşatta iskelenin altında tuğla hazırlarken, yukarıya çıkan tuğla asansörünün teknesini, hiçbir kuralı olmayan işçinin biri ters bir hareketle boşaltınca, o tekne dolusu tuğla abimin başına düşer ve kafatasında derin çatlaklar oluşur, hasar ağır olur. Günler sonra hastaneden çıkar ama bu sefer de kazaya bağlı, hücre ölümleri, travma şizofreniye dönüşür. Yani toparlanamadı abim ve kaybettik. (İnşaat sahibi hiçbir yardımda bulunmamış, iş resmiyete de aksetmemiş, ben de üniversitede olduğum için haberim olmamış, bana da haber verilmemişti).
İş kazasını ailede sadece abimle yaşamadık, kardeşim iş elbisesini radyal matkaba kaptırmış ve kolu kopmuştu, haftalarca hastanede yattı. O zaman söz vermişlerdi, iyileşip kendine gelince tekrar işe başlasın ve işyerimiz işine devam ettiği sürece hafif işlerde çalışmaya devam etsin. Söz tutulmadı tabi, birkaç sene sonra işten çıkarıldı.
Söz uçtu sızısı kaldı.
Kömür ocağı kazası mı desek, faciası mı veya ihmal edilen kurallar zincirinin son halkası mı bilemiyorum, yüreklerimiz dağlandı. Öldük, feryatlar göğe yükseldi. Bu ilk değil; daha önce de kömür ocaklarında, inşaatlarda, tersanelerde sonu acı olan kazalar yaşadı ülkemiz…
Dileğimiz yukardaki ifadeyle özetlersek; maden ocaklarında, kömür ocaklarında, diğer iş kollarında da söz uçup sızı kalmasın. Ah almayalım, dışa vurulamayan beddualara muhatap olmayalım. Ve dilerim bu facia son facia olur!
Zaman tüneli içinde görünen; sıradanlaşıyor mu ne madencilerin ölümleri… Oysa “çalışanın teri kurumadan hakkını vermek” hassasiyeti öğretilmişti bize. Neydi çalışanın hakkı, sadece ödenecek ücret mi yoksa bütün çalışma ve iş hakları mı? Eline üç kuruş tutturunca hakkını ödediğimizi mi sanıyoruz? Galiba tafsilatlı olarak ilk çalışmamız gereken ders “Hakk nedir” olmalı!
Hassasiyet kayboldu sanırım veya aslında “çalışanın teri kurumadan hakkını verin” hadisini bütün boyutlarıyla anlamadık mı ne?
Birde suçu “kadere” atıp kenara çekilmek geleneği oluşturduk.
Gelenek diyorum çünkü inancın bize öğrettiği, Kitabın bize anlattığı kaderle ilgisi olmayan cümleler kuruyoruz. Burada “tedbir almamak” veya “alınması gereken tedbirleri denetlememek” gibi bir yönetim zafiyeti aramak yerine, işi normalmiş gibi gösterecek cümleler kurabiliyoruz. Hesabı ağırdır yöneticiliğin, bu hesabı yapmayan ve aldıkları yüksek maaşlarla “tuzu kuru oyunu oynayanların” hali Allah indinde iyi olmayacak diye düşünüyorum. Bu kişilerin kendi elleriyle kendilerini tehlikeye attıklarını anlamaları gerekiyor. Hani “ey iman edenler kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” diyor ya ayet! Galiba bu ayetin üzerinde de yeterince tefekkür edemedik, edemiyoruz…
“Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası” diyor ya şair Orhan Veli, ülkenin çoğunluğu için geçmişte de zordu aile geçindirmek, şimdi de zor.
Kömür ve diğer maden işçileri yüzlerce metre yerin altında çalışır, inşaat ve tersane işçileri onlarca metre yukarda iskelelerde ve hepsi de ölümle burun buruna… İş güvenliği açısından geçmiş daha vahimdi, günümüzde yasası var ancak liyakat ve hassasiyet sahibi, gönül ehli yöneticiler olmayınca, iş güvenliği yasasının uygulanması da “hikâye” olabiliyor. Bu hikâyenin sonunu yalnızca kaderle bağlamak bize yakışmıyor zira inancımız bunu hak etmiyor. Bizi dinleyen bir nesil anlam veremiyor konuştuklarımıza; işçilerimizi, çalışanlarımızı bedenen kaybederken, neslimizden nicesini zihnen, bütün duygularıyla kaybediyoruz.
Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini;
Bu cihan cehennemini, düzelte bir güzel söz demiş Yunus Emre…
“Müslüman, insanların elinden (yaptıklarından, icraatlarından, yönetiminden) ve dilinden (söylediklerinden) emin, kendilerini emniyette hissettikleri kimsedir” der Allah’ın Resulü… Bunu “Müslüman olmak, yaptıkları ve söyledikleriyle insanlara güven, emniyet ve huzur vermeyi gerektirir” diye de söyleyebiliriz. Peki, bu husus, hassasiyet sözden öte ne kadar icraata dönüşüyor?
Neticede öldük madenlerde, geride kalan aile fertleri ağıt yaktı; biz meselenin özüne inmek, doğru tespitler yapmak, alınmayan tedbirlerin hesabını sormak icraatını bihakkın yapabildik mi?
Şu an tartışılan bu…
Ne suç bastıralım, ne de birilerini suçlayıp kenara çekilelim. El ele verip, bilgiyle, tespitlerle birbirimizi besleyip, acılara merhem olacak çözümler geliştirelim…
Bilgi; iş güvenliği üzerine, her işin ruhuna uygun alınması gereken tedbirler biliniyor.
Tespit; bilgi sahaya doğru yansıtılmamış, yansıtılmıyor.
Netice; kaybettiğimiz canlar ve onların geride bıraktıkları acı dolu yakınları var. Ve “gereken yapılacak” sözünün uçmaması, insanımıza yine geçip gitmeyen sızının kalmaması gerekiyor.
Veya yazdığım şu dizelerle sonlanmamalı yaşananlar:
“Uçtu verilen sözler
Geriye sızısı kaldı
Yitip gitti nice canlar
Geriye acısı kaldı
Hani bahar gelecekti
Kuşlar dala konacaktı
Yitip gitti bütün sesler
Geriye feryadı kaldı”
Gündem çok hızlı değişiyor, değişmeyen acılar… Lütfen unutup veya avutup, raflarda yatıya bırakılan yeni bir dosya oluşmasın.
Evet, yürek burkar harç yanığı, kömür karası… Olmasın milletin iyileşmeyen yarası…
Kaynak: farklı bakış