Bahçeli faktörü üzerinden yürürken…
Bundan önce yapılan yerel seçimler öncesinde, kamuoyunda, özellikle de Kürt cephesinde, iktidarın başı olması sıfatıyla Erdoğan’ın, seçimler sonrasında 1 Nisan itibarıyla DEM Partililerle çözüm konusunu görüşeceği konuşuluyordu.
Aradan geçen süreç içerisinde ne Erdoğan tarafından, haliyle iktidar kanadından ve ne de DEM Parti tarafından, konuya dair ciddi bir açıklamada bulunulmamıştı.Hatta epey kişi, Kürt sorununun, bundan önceki dönemlerde çözüme kavuşturulduğu ve bundan böyle, bu konunun, özellikle de Erdoğan tarafından dile getirilmeyeceği, ele alınmayacağı da söylemdi, yazıldı, çizildi.
Onlara göre Kürt sorunu çözülmüş idi. Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı vardı, Kürtçe, okullarda seçmeli ders olarak müfredata girmişti, bundan önceki dönemlerde, önceden değiştirilen yer isimleri tekrardan eski isimlerine kavuşmuştu, vs. vs.
Hatta büyük çoğunluğu da AK Parti seçmeni olan Kürtlerin önemli bir kısmı da, bu meyanda görüşlerini belirtmeye başlamışlardı.
Ama buna rağmen, var olan bu sorun devletin üst kademelerinde nasıl ele alınıyordu; bu ayrı bir konu olmakla birlikte, AK Parti içerisinde bulunan birçok bölge milletvekilinin ve birkaç MKYK üyesinin olmak üzere, kendi çabalarını ortaya koyarak, iktidarın, çözüme yönelik çaba içerisinde olması gerektiğini dile getiren siyasetçilerde vardı.
Bunlardan birisi bir dönem AK Parti saflarında milletvekilliği yapan ve hâlen parti saflarında yer alan Orhan Miroğlu ile Galip Ensarioğlu ve Mehmet Metiner isimleri bir çırpıda zikredilebilir.
Bu kişilerin, dönem dönem ve hatta sorunla ilgili kritik dönemlerde medyaya vermiş oldukları demeçler ve kendileriyle yapılan röportajların içeriğine bakıldığında, bu kişiler, tabiri caizse, işin dışında bulunan zevata rağmen; var olan sorunun çözülmesini istedikleri, konunun halledilmesi gerektiğini ve çözüme katkı sunacaklarını dile getirmeleri dikkate alındığında; bu sorunun her katmanda “henüz” bir çözüme kavuşturulmadığı görülecektir.
Şimdi, parti içi bir kıyaslama yaptığımızda; karşımızda, sorunun “çözüldü/çözülmedi” yönüne dair partili iki taraf çıkmaktadır.
Apolitik “partidaş” seçmen; Kürt sorunu çözüldü…
Bir taraf; bazı palyatif tedbirleri sorunun çözümü için yeterli gören; tabiri caizse “apolitik partidaş Kürt seçmen” ile onun yanında, o seçmenden daha çok, partinin çeşitli kademelerinde bulunmuş, görev alıp sorumluluk yüklenmiş ve gösterilen iyi niyetlere ve verilen sözlere rağmen, var olan sorunun çözülmediğini gören ve bunun çözümü için her anı değerlendiren partili siyasetçi kimliği ile karşı karşıyayız.
Kendisine verilen ile yetinen apolitik partidaş seçmenin “sorun çoktan çözüme kavuşturuldu” yaklaşımına baktığımızda; gerek, ülkeyi zorlayan birçok dış ve iç etkenlerden kaynaklanan birçok sebebin, gelip bir noktada birleşmesine binaen, devlet katında çözüme yönelik görüşlerin –bir yerde ele alınıp tartı/şı/lması sonucunda- iktidar kanadının elemanlarınca kamuoyu ile paylaşımla neyin yanlışlandığı, neyin de doğrulandığı dile getirilmektedir?
Ki, konu açısından var olan önemini korumaktadır.
İş, iktidar cephesinde böyle iken, muhalefet cephesinde durumlar nasıldı? Esas, o cepheye, o cephede oluşan izlenime ve oluşan kanaate bakmak ve oradan da önemli sonuçlar çıkarmak gerekir.
Tamam, “eğer, bu sorun ilelebet bir çözüme kavuşturulacaksa, konuyla ilgisi bulunan tüm tarafların varlığı ile birlikte, “olası bir çözüme bizzat “devlet tarafından” nasıl bakıldığı sorusu önem kazanmaktadır.
Bir defa, devletin vereceği düşülen cevaba bakılacaksa eğer, en başta “Kürt bölgesi” adı altında, özerkliğini elde etmiş bir toprak parçasının varlığından söz edilemeyeceği kabul görür.
Keza, bir AK Partili sıfatıyla Bahçeli ile görüşen Ak Parti eski milletvekili ve gazeteci yazar Mehmet Metiner’in medyaya yansıyan şu ifadeleri, konuyu teyit eder kanısındayız: “Sayın Bahçeli, silahın, şiddetin, terörün olmadığı bir Türkiye’de her şeyin konuşulabileceğini, tartışılabileceğini düşünüyor ve sorunların demokrasi içerisinde, diyalog yoluyla çözümlenebileceğine inanıyor” dedi. “Bahçeli’nin uzattığı el tutulmadı, o el ısırıldı, silahların bırakılmayacağı söylendi” diyen Metiner, Bahçeli’nin iki kırmızıçizgisi olduğunu söyledi: Anayasanın ilk dört maddesi ve özerklik.” (*)
Bunun böyle olacağını bilmek için, bir siyasetçinin –Bu kişi AK Partili de olabilir- Bahçeli ya da bir başka yetkili şahısla görüşmesine de gerek yoktur sanırız.
Eğer mevzubahis devletin üzerine aldığı bilinen “milletin egemenliği ve toprak bütünlüğü” söz konusu ise, ‘devlet’in, bir grubun çıkarı uğruna, toplumun büyük çoğunluğunun zararına olacak şekilde bir düzenleme yapması beklenemezdi.
Bu konunun yasal yollardan elde edilmesi adına, birilerince, buna anayasal bir zemin düşüncesi dahi, dün ve bugünde olduğu gibi, “yarında” yani hiçbir zaman vaki olmayacaktır.
Sadece, anayasal vatandaşlık çerçevesine, o da, bir halkın diğerine “üstün gösterilmeden” var olan hakların ivazsız ve garezsiz bir şekilde kullanılması söz konusu olabilir.
Görünen o ki, devlet bu işi bir çözüme kavuşturmak istiyor. Öyle anlaşılıyor ki, çok kişinin şüphe ve hayretle karşıladığı Kürt sorununa yönelik çözüm konusu, mutlak, günün birince şekli nasıl olursa olsun kendine yer bulacaktır. Bu, hem halkın çeşitli açılardan dile gelen isteği ve hem de dış faktörler göz önüne alındığında, bir şekilde hale yola koyulacaktır. Ki, bundan kaçış yok.
İşte, devlet’in üst kademesinde tartışıldığı izlenimine sahip olduğumuz konunun ehemmiyeti, bizlere, devletin çözümden yana tavır koymaya çalıştığını göstermiş oluyor.
İşte “devlet nedir?” sorusuna verilecek olası cevaplar incelenecek olsa, el’an iktidarda bulunan parti ve liderlerinin, belki de herkesten ziyade bu işe el attıkları görülecektir. Belli ki, birileri bundan rahatsızlık duyacak, belli bir kesim ise, “çözüme evet, ama bizim istediğimiz şekilde olsun(ör. DEM Parti); ya da bu işin içerisinde biz yoksak bu iş olmaz(CHP)” yaklaşımı kendini gösterdi ve gösterecektir.
Ama çözümün şekli hiçbir parti, grup ve sosyal kesimin istek ve arzusundan ziyade, anayasal çerçevede vatandaşlık bağı ile bu ülkeye bağlı olan insanlarla (Kürt, Türk vb.) bizzaihi devlet arasında varılacak olan mutabakat çerçevsinde olacaktır.
Devlet, bu sorunun çözümü için taraflara çağrıda bulunuyor. Ama şimdilik önplanda Devlet Bahçeli olduğundan ve Erdoğan’ında bir müddet görüş belirtmemesine bakarak, çok kişi, bu işin bir daha dile gelmeyeceğini, getirilemeyeceği düşüncesin kapıldı.
Hatta birçok kişi ve çevrede böyle bir şey umdu. Ama “en azından şimdilik” umulan gibi olmadı.
Buna bağlı olarak; MHP lideri Devlet Bahçeli partisinin TBMM’deki grup toplantısında kürsüye çıkmış ve İmralı’da tutuklu bulunan Öcalan hakkındaki çağrısını yineleyerek ve buna bağlı olarak DEM Parti’ye çağrıda bulunmuş oldu.
Bahçeli’nin, genel başkan sıfatıyla mecliste partisinin grup toplantısında yapmış olduğu konuşmasını madde madde sıralamak mümkün. Bunlar; “Millet desteği olmadan hiçbir hedefe ulaşılamaz, İnisiyatif üstlenmekten çekinmemeliyiz, Kürtler başka, terör örgütü başkadır.” Vb.
Bahçeli, aynı zamanda, Öcalan’a da bir çağrıda bulunmuş ve “Geçen hafta açıkladım, herkes konuştu, daha konuşuyorlar. Türk ve Türkiye Yüzyılında terörün kökü kazınacaktır. Kürt kardeşlerimizle tek yüreğiz. Bölücü teröre karşı aynı cephedeyiz. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan terörist başı, terörün bittiğini, PKK’nın lağvedildiğini söyleyecekse haydi DEM grubuna gelsin, bunları teker teker söylesin, ak koyun kara koyun ortaya çıksın, umut hakkından da istifade etsin. Sözümün arkasındayım ve teklifimde ısrarlıyım.” ifadelerini kullanmıştı.
DEM Parti’ye Çağrı…
Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantında, Öcalan’a yönelik yapmış olduğu çağrı ile birlikte, Dem Parti’ye de yönelik bir çağrıda bulunmuştu; “DEM Parti kararını derhal netleştirmeli. Silahla siyaset arasında gelgitli tutumundan derhal uzaklaşmalı. Hiç kimse karnından konuşmasın. Beyler, siz giderken biz geliyorduk! Hangi ara bu kadar mankurtlaştınız? Öcalan İmralı’da yatıyor fakat DEM grubunda 57 Öcalan gölgesinin ayakta durduğunu neden görmüyorsunuz?”
Bahçeli, yapmış olduğu grup konuşmasında, DEM Parti’yi işaret ederek, onların Öcalan’ın DEM Parti grubunda “terörün bitirilmesine yönelik” konuşması gerektiği çağrısına karşı çıkışla ilgili olarak, “Terörist başının TBMM’de DEM Parti grubuna gelmesine tepki gösteriyorlar da İmralı’da kalmasına niye tepki göstermiyorlar?” deme suretiyle, DEM’in, İmralı’dan ziyade Kandil’in güdümünde hareket ettiğini bir açıdan ima etmeye çalışmıştı.
Bu tür ifadeler söz konusu iken ve eğer “ikna olmuş olsaydı” DEM Parti ve çevresi Bahçeli’nin uzattığı eli tutacaklarını belirtiyorlar. Bu elin kendi taraflarınca tutulmasını Bahçeli’nin ortağı olan Erdoğan’ın sabote ettiğini, bizzat DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan dile getirmişti. Bakırhan: “Dün elini uzatanlar bugün kayyım atayanlar değil mi? Biz bunların samimiyetine nasıl inanacağız?” … “Kayyum atadığı Kürtler Erdoğan’ın kardeşi değildir. İradesine kayyum atanan Kürt bu kardeşlik safsatasına inanmaz.” İfadelerini kullanmıştı.
Erdoğan’ın uzatılan eli sabote ettiği iddiası, reel planda görüldüğü halde, PKK’nın, çözüm sözünden ürküp silah kullanarak TUSAŞ’a yönelik yaptığı terör saldırısını neden görmezden geliyorlar; diye sormak gerekir.
Bakırhan’ın ifadelerinin aksine, bu terör saldırısına rağmen, Erdoğan’ın, Bahçeli’yi, konuya gösterdiği hassasiyetten ötürü övdüğü, desteklediği ve yanında olduğunu belirtmiş olması, uzatılan elin sabote edildiğini mi gösterir?
Bir de buna -sözde AK Parti’nin başarısızlığına binaen- CHP’nin, iktidar olma hevesi sonucu, devlet’in teröre gösterdiği sıfır toleransı görmezden gelip Kandil’den kendilerine yönelik “eleştirilere” göz yummuş olması, nasıl izah edilebilir.
Haydi diyelim, CHP’nin mecliste grubu bulunan DEM Parti’nin, kendisine yapmış olduğu eleştirileri “demokrasi gereği” kabul etmiş olduğunu varsayalım; ama ya bir terör örgütünün kendisine yönelik hatta hakarete varan eleştirisine karşılık vermemiş olması nasıl izah edilebilir?
Konumuz bu olmamakla birlikte “insan, iddiasından vurulur” fehvasınca olaya bakıldığında, sürekli olarak “cumhuriyeti kuran parti” kimliğine sahip olduğu iddiasında bulunan bir partinin, hem de ana muhalefet partisi olarak, ister DEM Parti ile ister bir başka parti ile birçok alanda olduğu gibi Kürt sorununun çözüm aşamasında da görüş alış verişinde bulunup olası bir çözüme birlikte niyetlenmesi sorgulanamazdı, ama terör örgütü karşısında –o a geleceği varsayılan oy adına- zılgıt yemek, devlet kurucu bir partiye yakışmazdı.
Bunlarla birlikte, geçmişi bir tarafa bıraktığımızda, yirmi küsur yıllık bir iktidar döneminde ne mütekâmil bir anayasanın yapılabilmesinde ve ne de Kürt sorunun çözülemeyişinde iktidarın ihmali olduğu gibi, sorunun çözümü, her dile geldiği dönemde, PKK ile iltisaklı sayılabilecek partilerin, çeşitli çevrelerin ve aynı zamanda CHP’nin de adeta su kaynatması sonucunda, sorunu –sözde- bazı sebepler öne sürerek sürüncemede bıraktığı görülmektedir.
Kaynak: Farklı Bakış