İnsanın Allah’ın kelamı olan Kuran-ı Kerim ile gerçek manada tanışması ve Onunla sürekli olarak muhatap olması, Onunla olan iletişimini Muhammedî kurması yeni, özgür ve yaşama anlam veren bir hayatın başlangıç noktasıdır. Dünyanın kavurucu sıcağından Kur’an’ın gölgesinde hayat yaşayanların yapamayacakları bir iş, çözemeyecekleri hiçbir problem yoktur. İman varsa imkân vardır. İmkânsızlıklar imansızlığın bir sonucudur.
Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim-i bu perspektiften yeniden okumak, anlamak ve yaşamak elzem ve gereklidir. Lafzen okunan ancak anlaşılmayan, kanun ve hükümlerine uyulmayan kitabın okunması, reçetede yazılan ilaçları kullanma yerine, reçeteyi okuyarak yüzüne, gözüne süren kişi, ya da bal dolu bir kavanozu yalayan kişinin misalidir. Ondan bir fayda göremez. Kuran-ı Kerim, on binlerce kez hatim yapılmasına, defalarca okunmasına rağmen, maalesef Müslümanlar anlam arayışını bulamamış, Kur’an’ın gölgesinden çıkmış ve Kur’an’ın manevi ikliminden, diriltici, hayat veren, hayatı düzenleyen, huzur ve mutluluğun kaynağı olma özelliğinden gerektiği gibi istifade edememişlerdir. Kitaba uyma yerine kitabına uydurmuş, batıl hayatlarına bile Kur’an’dan delil getirir olmuşlardır.
Kur’an’dan ve İslam’ın Medeniyet kodlarından uzaklaşan Müslümanlar, batıl güçler, şeytan ve şeytanın orduları tarafından çepeçevre kuşatılmışlardır. ‘Kuşatılmışlar kuşatıcıyı kuşatamazlar.’’ Kuşatılma halinden kurtulmak için bütün plan, program ve hesapları alt üst edecek yegâne güç, Kâinatın sahibi, yaratıcı, rızık verici, kanun koyucu, kendisinin izni olmadan bir yaprağın dahi kımıldamadığı, mutlak galip Allah’ı tanıma, Ona gereği gibi kul olma ve ibadet etmekle olur. Onun Kitabının gölgesine girmenin kurtuluş muştusu olduğu gerçeğini artık görmeliyiz.
Bugün Kudüs’te 2 milyar Müslümana rağmen bir avuç Siyonist’in Müslümanların gözünün içine baka baka Filistinli kardeşlerimizi öldürmeleri, onları Şehit etmeleri bundandır. Eğer Kur’an’ı hakkıyla kıraat etseydik ve Onun hükümlerine göre bir hayat yaşasaydık, okunan her hatim, okunan her ayet, İsrail’e korku salardı. Tarihe kara sayfa olarak geçecek bu katliam, çağın Müslümanlarına bir utanç vesikası olarak yazılmazdı.
Bundan dolayı yeniden Kur’an’a dönüş gerçekleştirmeli, hayat felsefemiz, hayat programımız dinimiz(Din en geniş anlamıyla hayat şeklidir.) ve sosyolojik yapımız Kur’an referanslı olmalıdır.
Kur’an-ı okumak onu anlamaya yöneltmek için İslam’ı tanımalı, sahih din anlayışını benimsemeliyiz. Yoksa herkes körlerin fil tarifi gibi kendi din anlayışını, dinin bütünü ve kendisi olarak kabul eder ki, bu da tevhidin birleştirici etkisini kanun ve kurallar bütünü olması hakikatinden uzaklaştırır.
21.y.y’ da bütün olumsuzluklara, kötülüklere, savaşlara, Müslümanların, İslam’ı sadece lafta yaşadığı, sadece konuştuğu, İslam hükümlerine uymadığı ve örnek oluşturamadığı gerçeğine rağmen müspet gelişmelerde olmaktadır. Kur’an’ın, özellikle hayata dair önemli soru ve sorunlara bilimsel, akli, kalbi ve ikna edici cevap verdiği, insanların soru ve sorunlarına başka yerde bulamadığı cevapları İslam’da bulunmasından etkilenip İslam’a giren gayri Müslimler her geçen gün çoğalmakta, Filistin’de yapılan katliam ve soykırımla birlikte batıdan İslam’a bir yöneliş başlamaktadır.
İslâm hakkında ilk elden daha ayrıntılı bilgi edinebilmek için Müslüman kardeşlik hukuku ve Müslüman kişilerle iletişim de önemlidir.
Tam bu noktada ümmet coğrafyasını Kur’an’ın gölgesinde toplama, İslam sosyolojisi oluşturma ve yenidünya düzeninde Kur’an’ın hükümleriyle bir meydan okuma gerçekleştirmeliyiz. Bu meydan okuma Filistin’deki katliamı durduracak ve etkisizleştirilen İslami çalışmaların yeniden dirilişine sebep olacaktır.
Nasıl ki ümmet coğrafyasında geçmişte etki bırakan çalışmalardan, ülke sınırına bakmadan ilham alınıyor idiyse, bugünde yeniden bir vahdet ve Müslüman kardeşlik hukuku oluşturulmalıdır. Vatan sevgisi Müslüman kişilerin gönül coğrafyasıyla olan irtibatını kesmemelidir. Sınırlar bizi sınırlamamalı… Dünyaya dinin özgürce yaşandığı yer olması perspektifinden bakılmalıdır.
Bu hakikat Abdürrahim Karakoç’un dizlerinde çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir.
‘’Ellerin yurdunda çiçek açarken,
Bizim İl'e kar yağıyor gardaşım.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.’’
Gönül coğrafyamıza çizilen sınırlar kaldırılmalı ve bütün kuşatılmış coğrafyalarda Kur’an referanslı meydan okumalar gerçekleştirilmelidir. Tarih bu meydan okumayı gerçekleştirecek kişileri beklemektedir.
Geçmişe baktığımızda Cezayir’de Cem‘iyyetü’l-ulemâi’l-müslimîn’den Muhammed Beşîr el-İbrâhimî, İhvanın kurucusu Hasan el-Benna, Muhammed Hamîdullah, Muhammet İkbal, Seyyid Kutub ve Mevdûdî gibi daha isimlerini bu makaleye sığdıramayacağımız önemli isimler Müslümanlarla farklı coğrafyada olsalar da Muhammedî ve Tevhidi bir düşünce birliği oluşturmuşlardır. Fikirleri emperyalistlerce çizilen sınırları aşmış, farklı coğrafyadaki Müslümanları Kur’an’ın gölgesinde birleşmeye davet etmişlerdir. Birbirleriyle devamlı birlik beraberlik ve iletişim halini sağlamaya çalışmışlardır. Bu mirasa ve bütün bu çalışmalara rağmen oluşturulamayan İslam birliği yeni bir meydan okumayla sağlanabilir. Ümmet yeniden düştüğü yerden kalkıp, doğrularak, haçlı ordularına, küresel çetelere, Siyonistlere ve emperyalist batılı güçlere karşı galip gelebilir.
Yeniden Kur’an’a dönüş harekâtını gerçekleştirmez, bunda geç kalınırsa; Filistin, Doğu Türkistan ve daha nice yerlerde küresel çeteler, kan emici vampir batı ve emperyalist sömürgeci güçler savaşlarına devam edeceklerdir. Kur’an’a dönüş gerçekleştirilmez, bütün bu olanlara sesiz kalınırsa, bu savaş İslam coğrafyasının her tarafına yayılır. Bu hamasi bir tahlil değildir. Yüce Allah’ın yanında olduğu, ordularıyla desteklediği her topluluk mutlak galip gelecektir. Tarih bunun şahididir.
Bizler yeter ki ‘’Bizi öldürmeye gelenlerin bizde dirileceği’’ örnek bir duruş sergileyelim, İslam’ı sadece konuşulan, Kuran’ı sadece okunan bir kitap olmaktan çıkaralım. Ona inanalım ve hükümlerinin gereğini yapalım.
Şeytan ve şeytani güçler, emperyalist sömürgeciler, Batı ve batıl devletler, haçlı orduları her taraftan topyekûn bir savaşa soyunmuşlardır. Bu savaş sadece maddi değil kültürel, ekonomik, teknolojik ve zihinsel yapılmaktadır. Müslümanlar olarak dört taraftan kuşatılmışlık halini yaşıyoruz. Düşman çok sistemli ve büyük bir gayretle çalışmaktadır. Batı ve batıl güçlü olduğundan dolayı değil, Müslümanlar zayıf olduğundan, yapmamız gerekenleri yapmadıklarımızdan dolayı, hükümlerini yürütmektedirler.
Küresel ölçekte İslam’a ve Müslüman hayat yaşamak isteyenlere bir saldırı ve savaş var. Bu durum tarih boyunca olmakla birlikte bugün zulmün zirvesine çıkmıştır. İslam mirası Batı ve batılı devlet örgütleri tarafından toptan reddedilmektedir.
Çağdaş materyalist felsefe sadece İslâm mirasını değil bütün insanlığı tehdit ediyor. Müslüman şahsiyetler ve STK’lar bu akımlarla sistemli bir mücadele zemini oluşturmalıdır. Materyalist Batı medeniyetinin bütün anlamı kiliseyle ve nihaî olarak da bütün dinî ve ruhanî değerlerle hesaplaşmaktır. Sekülerizm, materyalizm, oryantalizm, modernizm ve Siyonizm’e yönelik yeniden eleştiriler bir okuma yapılmalıdır. İslâm dünyasında gelişen seküler düşüncelere şiddetle karşı olmalıyız. Halifeliğin kaldırılması, şeriatın yerine modern laik ve Batılı hukuk sistemlerinin getirilmesi, evrensel İslâm kardeşliği ve ümmet kavramlarının yerini bölge veya ırk milliyetçiliğinin alması İslâm ülkelerinde yapılan büyük yanlışların başında gelmektedir. Endüstriyel gelişme ve hayat standartlarının yükselmesi insanlığın başlıca hedefi haline getirilerek bu hedefler uğruna İslâmî değerler feda edilmemelidir. Müslüman milletler modern hayatla telif için İslâm’da reform yapmaya çalıştıkça zayıflayacaklardır. Ayrıca modern dönemde, bütün Ortaçağ boyunca İslâm’ın Batı’ya karşı üstünlüğü ve Batı’nın düşünce kaynaklarını İslâm’dan aldığı gerçeğini çarpıtmak üzere İslâm’ın VII. XIII. asırdan itibaren gerilediği şeklinde bir söylem ortaya atılmış ve Müslüman toplumların kurtuluşunun modern Batı düşüncesini ve hayat tarzını benimsemekten geçtiği ileri sürülmüştür. Bu düşünceler Müslüman toplumlara kölelik ruhunu aşılamaktadır.
Geçmişte modernizm yanlısı olarak Ziya Gökalp, Halide Edip Adıvar, Tâhâ Hüseyin, Âsaf Ali A. Feyzi gibi isimlerin fikirsel olumsuz etkileri eğitim sitemi içerisinde devam etmektedir. Batı dünyasında İslâm’a karşı yürütülen kültürel savaş Avrupa ve Amerika’da devlet desteğiyle kurulan şarkiyatçılık, Ortadoğu ve İslâm araştırmaları merkezleri ve bu merkezlerde yapılan akademik yayınlar vasıtasıyla sürdürülmektedir. Batılılar tarafından programlanan İslâm ülkelerindeki eğitim sistemleri Batı’nın üstünlüğünü ve yenilmezliğini telkin etmektedir. Benzer şekilde Müslüman kadınlara hürriyet verilmesi adı altında geliştirilen söylemler, aslında Batı’nın hayat tarzının ve âdetlerinin benimsenmesi anlamını içeren aldatmacadan başka bir şey değildir.
Görüldüğü gibi batı bütün alanlarda geçmişte olduğu gibi bugünde batıl düzenini egemen kılma için çalışıyor. Geçmişte savaşlar silahlarla, kılıçlarla yapılırken, bugün savaşlar zihinlerde yapılıyor. Sömürü batının medeniyet ve çağdaşlık maskesi altında Müslüman halkın yaşadığı coğrafyalarda devam ediyor. Kapitalizm, liberalizm, sekülerizm, feminizm v.b ideolojilerle ahtapot misali toplumlar kuşatılmıştık hali yaşıyor. Toplumlar sayılamayacak kadar çok problemlerle her geçen gün kuşatılıyor.
Asrımızı yaşanmaz hale getiren sistemlere, bize empoze edilen hayatlara, kuşatılmışlık halinden kurtularak, Kur’an referanslı bir meydan okumanın zamanı geldi de geçiyor bile… Eğer bunu yapamaz ve ihmal edersek, karanlık bir gelecek bizleri beklemektedir.
Filistin, Doğu Türkistan ve diğer yerlerde yaşanılanların, Müslümanların yaşadığı her yerde yaşanmaması, her yerin Kerbela, her ayın muharrem olmaması Kur’an’a dönüş ve Kur’an’ın gölgesinde toplanmaya bağlıdır.
Bu da Müslümanların Kur’an’ın gölgesinde, Kur’an referanslı yeni bir meydan okumalarıyla sağlanır.
Selam ve dua ile…