Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Yeni Bir Çözüm Sürecine Adım Atılırken Bugüne Dair…

İlginçtir, bu çözüm konusuna PKK ile “Türk” ulusalcı partiler ve yapılar karşı çıkıyorlar Ki, bu ilginç durumu, var olan sorun devam ettiği sürece mercek altına almak gerekir.


Bundan önce, konumuza dair yayınlanan bir yazımızda(*) yazının sonlarında, mes’elenin anlaşılması sadedinde şu ifadelere yer vermiştik; “Niyet sorgulamadan söylersek, bizzat Erdoğan’da önceleri bu sorunun çözümünden yana idi, ama 15 Temmuz’dan sonra Yeni Kapı ruhu çerçevesinde milliyetçi bariyere dayandı ve orada kaldı. Ama şimdilerde o milliyetçi bariyerin başında bulunan Devlet Bahçeli’nin, -esas niyeti şimdiden nedir bilemeyiz, ama- DEM Partililere yönelik jestine derinlikli bir bakış açısıyla bakmak gerekir.”

Bahçeli’nin, DEM Partililere yönelik jesti, birkaç şekilde okunup değerlendirilebilir.

Bunlardan, birisi, elbette ki, iktidar ortağı olmanın getirmiş olduğu bir ağırlığa binaen, ‘milletin meclisi’nin açılış gününde, demokratik siyasetin olmaza olmazı sayılan muhalefet olgusu üzerinden, o partilere yönelik iyi niyetli yaklaşım çerçevesinde, DEM Parti’ye dostluk elimi uzatıp, oluşan soğukluğu gidermek, buzları eritmek ve küskünlük ortamını izale etmek…

Diğeri ise, her ne kadar bundan önceki süreçte, iktidar kanadınca, o da “inatla” sürdürülen beka meselesi dolayısıyla, birçok toplumsal kesim ile muhalefeti bunaltma durumu hâsıl olmuştu.

Bu durum, iktidar tarafından -aslında iddia edildiği gibi değildi- oluşturulan sancılara bakılırsa, toplumu, birleştireceği yerde, tersinden bir ayrışmaya yol açtığı görülmüş oldu. Bunun, en çok ta, Kürt sorunu bağlamında Kürt illerinde hissedildiği ortaya çıkınca, yapılan yanlışın yol açtığı sorunların ve sıkıntıların izale edilmesi, iktidar, dolayısıyla devlet tarafından gerekiyordu.

Gerçi, bunun izalesine gidilirken dahi, dönemin havsına binaen ortaya konan kayyım siyaseti de, başlı başına Kürt halkının önemli bir bölümünde tepki ile karşılanmış ve karşı çıkılmıştı. Bundan ötürü de, Bahçeli’nin DEM Partililere uzattığı el’in siyaseti bu şekilde özetlenebilirdi.

Bir de bunların da bir nevi özeti sayılabilecek olan İsrail’in Gazze saldırısı sonrasında Lübnan’dan başlatıp Suriye’yi, Irak’ı vb. içerisine alacağı düşünülen Siyonist işgal projesinin, çok iddia edildiği üzere kapımızı/sınırlarımızı zorlayacağı düşüncesine bakıldığında, olası bu projeden olumsuz bir şekilde etkileneceği düşünülen Kürt halkı üzerinden olacakları “şimdiden” hesaplayarak, birlik ve berberlik mesajını gündemde tutmak; esas me’sele olarak orta yerde duruyor.

Amiyane bir şekilde söylersek; kahvehane ağzı kabilinden muhalefet etmeyi bir türlü beceremeyen siyasi partilerin, hem her konuda olduğu üzere, bu tür konularda da işe yarayan, dişe dokunur bir sözünün, söyleminin ve eyleminin var olmadığı da bir vakıa.

Öyle bir vakıa ki, muhalefet, birçok önemli ve sorunlu alanda, iktidardan çok mu çok geride…

Diğer konuları geçtik; asırlık bir konu olan Kürt sorununun çözümüne yönelik devlet’in ve tüm bileşenleriyle iktidarın, bu konu bağlamında “içte” ve o da İsrail’in işgalciliğine yönelik olarak “dışta” bir sıkışıklığa uğramış olmasına, ya da öyle görünmesine bakıldığında, devlet aklının devreye girdiği ve bu aklın, sorunun bidayetinde “neler gerekiyorsa” ortaya konması söz konusu olmuştu diyebiliriz.

Bunlar; daha düne kadar DEM Parti’nin kapatılmasını her fırsatta dile getiren Bahçeli’nin, bu kez, sanki o “kapattırma” söylemi hiç dile gelmemişçesine, meclisin açılışında el uzatmasıyla oluşan güzel havanın; tereddütlerle karşılanacak olsa dahi, başta Kürt halkı olmak üzere, bu sorunun “ebeden” çözülmesini arzulayan toplumsal barış yanlısı insanlar; gruplar, topluluklar vb. açısından önemi büyük olsa gerek.

Kürt sorununun çözümünü isteyen ve bu konuda birçok atraksiyonda bulunan Turgut Özal’dan sonra, bu konuya Erdoğan el atmıştı.

2005 yılında, Erdoğan’ın, Diyarbakır ziyareti, dönemi açısından bir hayli ses getirmişti. O dönem Diyarbakır BB Başkanı olan Osman Baydemir’in de Erdoğan’ı ve ekibini sıcak bir şekilde karşılaması çözüm açısından ilerisi için umut olmuştu.

Ama bazı iç ve dış dengelerin estirdiği fırtınalar ve bunların, her dönem etkin ve etkili olan derin yapıların ve derinden bulunan güçlerin, o dönemde de “olumsuzluk açısından” var olan ağırlığı, Kürt sorununun çözümünün ötelenmesine ve unutulmasına sebebiyet vermişti.

Belki de, dünyanın her yerinde var olan ve toplumsallık yönü bulunan sorunlar, belli bir çözüme kavuşturulacak olsa, büyük bir ihtimalle “toplum adına” devletin istediği şekilde çözüme kavuşturulurdu. Bu durumunda, o da uygulamalar açısından ileride eğer arızaları çıkacak olsa da, buna da devlet üstlenir ve bir çözüm yolu bulurdu.

Kürt sorununun olası çözümünde de devletin, toplumsal grupları, stk’ları da vb. dikkate alarak, inisiyatifi ele alacağı ve daha sonra da, yine devletin, sorunun, eğer bazı olumsuz tarafları kalmış ise, ona göre de bir çalışma yapacağı öngörülebilir.

Bahçeli’nin, el uzatması ile başlayan süreç devam ediyor. Bu sorunun çözümüne, devlet, başta iktidar kanadı olarak el atmış ve hazırmış gibi duruyor.

Ana muhalefet partisi olan CHP’de, “olumlu bir sonuç” söz konusu olacaksa, o da çözüme katkı sunacağını belirtmiş oldu.

Bu katkı, onun sunucusunun CHP olmasından dolayı önemli idi. Zira bu sorun, bizzat CHP’nin, tek parti iktidarı döneminde, bu ülkenin Müslüman halkının varlığından hareketle Türk kimliği adı altında üniter bir yapı oluşturma durumuna binaen oluştuğundan dolay önemli idi.

Yine, Cumhur İttifakı içerisinde olup ona destek veren HÜDAPAR’ın, anayasanın ilk maddelerine yönelik eleştirilerine rağmen, bu sorunun çözümünü istediği ve ona katkı sınacağı parti kanallarınca birkaç kez belirtilmişti.

Cumhur İttifakı içerisinde bulunan AK Parti, MHP ve HÜDAPAR’ın, konuya dair yaklaşımlarının yanında, CHP ile hem muhalefeti ve hem de kendi açılarından merkez solu temsil ettiği görülen DEM Parti’nin, Bahçeli’nin jestini umursamazlık etmediği ve “dostluk adına” uzatılan eli havada bırakmadığı, çözüme katkı sunmak istediği; bunun yanında ise, bu barış havasına bakıp kendilerinin teslim alınmasına yönelik olası durumlara karşı da teyakkuzda oldukları, parti yetkililerince dile getirildi.

Çözüme katkı sunacağını belirten bu partilerin yanında, birçok partide, Kürt sorununun, değil sadece çözümüne karşı olmak/durmak, öyle bir sorunun varlığını dahi kabul etmeyip itiraz eden siyasi çevrelerde, konuya dair görüşlerini dile getirmiş oldular.

Buna ek olarak, kendilerini gerek milliyetçi ve gerekse de ulusalcı kulvarda gören bu partilerin tamamının; yeri geldiğinde Türkiye’nin –özellikle de Ortadoğu üzerinden baskılandığını dile getirdikleri hâlde- önünün tıkandığını vurgulayıp, bir açıdan, bu tıkanmaya konu olan Kürt sorununun varlığını görmezden gelmeleri izah edilecek gibi değil.

Bu siyasi partilere ek olarak, Cumhurbaşkanlığı makamına bağlı olunarak, danışmanlık görevinde bulunan bazı kurumlara riyaset eden zevatında, soruna ve bu sorunu dile getiren –ki, bunların bir kısmı da AK Partili- fertlere ve çevrelere yönelik üstenci bir dil ile onları tedip edici bakış açıları da aynı minvalde değerlendirilebilir.

Bu siyasi çevrelerin önemli bir bölümünün –çevre ve kişi bazında- bugünde olduğu üzere, 2013’teki çözüm konusunda da şiddetli karşı çıkışları söz konusu olmuştu.

En başta, bugün DEM Partlilere “dostluk eli” uzatan o dönemde de MHP Genel Başkamı olan Devlet Bahçeli’nin, o dönem çözüm çabalarına karşı çıktığı bilinmektedir. CHP’nin de, bu koroya katılıp, çözüme karşı çıktığı bilinmektedir.

Ayrıca, dönem, dönem kendine siyasi arenada; kendilerini “dinleyeceği ve koruyacağı” savlanan siyasi yapılara angaje olmaya çalışan bazı “dinî” grup ve yapılarında, milliyetçilik saikiyle oluştuğu görülen “Kürt alerjisi”ne binaen, çözüm karşı oldukları da kayda geçmeli…

Ama devran değişti; bu kez, bazı dini liderler, “milliyetçi” babalar tarafından sigaya çekilince, işim seyri değişti ve kendi aralarında yapılan görüşmelerin mahiyeti, zevat tarafından “tasavvuf ile ilgili konuların müzakeresi” şeklinde kamuoyuna lanse edilmeye çalışıldı. Ana işin aslı öyle değil…

Bunlar bir tarafa, PKK’nın Avrupa kanadı ve yasal siyasi yapının önemli bir bölümü bu işe el atmışken, yasal bir yönü bulunmayan ve zamanda yasallık ile alakası olmadığından dolayı kendisiyle oturup anlaşma zemininin oluşması doğal olarak pek mümkün görünmeyen PKK’nın, gerek PDY (FETÖ)ve gerekse de Ortadoğu’da olan bitene bakarak işten yan çizmesi sonucunda, çözüm konusu kendiliğinden berhava olmuştu.

Bu çözüm durumunun berhava olması, o dönemde, iktidarı AK Parti’nin elinden almak isteyen dönemin “devletlü”lerinin içte ve dışta bulunan güçlerin de yardımıyla inkıta’a uğratılması sonucu oluşmuştu.

İlginçtir, buna en çok PKK ile “Türk” ulusalcı partiler ve yapılar karşı çıkmıştı. Ki, bu ilginç durumu, var olan sorun devam ettiği sürece mercek altına almak gerekir.

Yukarıda da temas ettiğimiz üzere, Bahçeli’nin gündeme getirdiği, DEM Parti’yi muhatap aldığı görülen, ama PKK’yı silahlı bir örgüt olduğu için, onu, dışarıda tutmaya çalışan bu yaklaşımın; başta DEM Parti’nin yetkili ağızlarınca kabul edilebileceği, ama bununla kendilerinin teslim alınacağı düşünülüyorsa, buna karşı çıktıkları belirtilmiş oldu.

Bununla birlikte, DEM Parti’nin, bir yüzü PKK’ya dönük olsa da, bir yüzü ise, o da Türk siyaset arenasında varlığını sürdürmek istediğinden dolayı içeriye dönük olduğu halde, kendilerinin çokça iddia ettikleri halde, bir türlü Türkiye partisi olamadığı durumu; onun var olan sorunun çözümüne nasıl bir katkı sunup sunmayacağını/sunamayacağını da belirgin kılacaktır.

Bu da, onun içerisine düştüğü handikabı göstermektedir. Kısacası, o, hem siyasi arenada “bağımsız” olarak kalmak istiyor, aynı zamanda ise PKK’ya yönelik örgütsel bağlılığını da nedense bir türlü bırakamıyor.

Bu çözüm sürecinde, sahnede en çok Bahçeli bulunmuştu. Bu durumdan dolayı, çözüme taraf olanlarla, ona karşı çıkanların önemli bir bölümü, konuya “kendi açılarından” tereddüt göstermişlerdi. Bu tereddüt giderilir mi, giderilemez mi; bunu zaman gösterecek; o da devletin tüm gücüyle bu işe el atması, konuyu tüm yönleriyle ve tüm bileşenlerle birlikte çözüme doğru yol alması gerekir.

Bahçeli’nin, Öcalan’ın idamını isteme sadedinde, doksanların sonunda, miting meydanlarında, onun idamını istemeye yönelik idam ipi atma işinden, bugün, yine onun, anayasada yeri olan “umut hakkı” çerçevesinde, gelip mecliste konuşmasını belirtmesi ve onun, mecliste yapacağı düşünülen “tarihi” konuşmasında PKK’ya “ebeden” silah bıraktırmaya yönelik söylemine bakıldığında, bu işin siyasi parti ve iktidar safhasından çok önceleri, devletin, kendi içerisinde bayağı konuşulduğu ve çerçevenin, belli bir oranda oluşturulduğu söylenebilir.

Onunda, mecliste konuşma isteğinin var olduğu biliniyor, ama kendisine yönelik bir iyileştirme durumunun olmasını beklediği de söylenebilir. Bu durumları da içerisine alacağını düşündüğümüz bir vasatta, icranın başı olarak Erdoğan’ın, ilk günlerde konuya dair bir şeyler söylemediği için, çok kişi, bu konunun Bahçelinin kendisiyle alakalı olduğunu iddia etmişti.

Çok kişide, konuyu böyle algılamıştı. Ama böyle bir sorunun çözümü, “şu ya da bu şekilde” gündeme gelecek olsa, bundan, devletin en üst katında bulunan kişinin haberinin olmayacağı düşünülemezdi. Zaten, ona yönelik tahminimizi yukarıda dile getirmiştik.

En nihayetinde Erdoğan, birkaç gün önce parti toplantısında yaptığı konuşmada, hem sorunun çözümüne vurgu yapmış ve hem de konuya duyarlığından dolayı Bahçeli’yi takdir edip desteklediğini belirtmişti. Bunlarla birlikte, çözümün dile geldiği her dönemde olduğu üzere, PKK’nın, saldırı türü provokatif eylemleri de kendiliğinden devre almaktadır.

Buna binaen PKK’nın, TUSAŞ gibi ülke için önemli bir savunma kuruluşuna yönelik terör saldırısı, devlet aklının –tereddütlerle birlikte- tam olarak devreye gireceği, iktidar cenahının aynı noktayı işaret ettiği üzere düşünülebilir. Zaten, eskiden olmadığı oranda, bu saldırıya karşı. devlet’in karşı çıkması bir tarafa, ama çözüm konusunda onun kendine düşen görevi yapacağı da düşünülmelidir.

Bununla birlikte, kent uzlaşısı ile DEM Partililerin de oylarıyla CHP’den Esenyurt Belediye başkanı Ahmet Özer’in, kendisine yönelik terör soruşturması sonucu gözaltına alınası ve akabinde de tutuklanıp yerine bir vali yardımcısının kayyım olarak atanması –ileride ne olur, bu şimdilik belli değil- çözüme olumsuz bir etki eder mi, etmez mi; şimdiden bir şeyler söylemek zor.

Ahmet Özer’in, –eğer suçu sabit ise- tutuklanmasına, adli bir vaka olarak bakılabilir. Ama Kürt sorununun çözümünün bizzat devlet’i temsil konumunda bulunan zevatın, çözüme yönelik söylemlerinin, eyleme geçirileceği düşüncesiyle, bu tutuklama ile başlayan barış surecinin tıkanması arzulanmış olabilir mi?

Eğer öyle ise, bu dava – zanlının “var olduğu belirtilen” suçlu durumu kabul edilse dahi- zamanlaması açısından yanlış ise, olay adli olmaktan ziyade siyasiye evriltmiş olabilir mi? Buna da bakmak gerekir.

İnşaallah, bu durum, devlet’in başını geri attırmaz ve konu bir çözüme kavuşur diyelim…

Dipnotlar:
*) https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-yeni-bir-cozum-surecine-adim-atilirken-gecmise-yonelik-bir-degini/

 

Kaynak:: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR