Konu ile ilgili olarak, bundan önce, birbirini tamamladığını düşündüğümüz üç yazımız yayınlanmıştı.
İlkinde, geçmişe yönelik, ikinci yazımızda ise, “bugüne dair ‘tespit ve umud’a yer vermiştik.
Üçüncü yazımızda ise, konuya dair tespitler ile beslenen umudu, az da olsa inkita’a (kesintiye) uğratacak cinsten olaylara ve olgulara yer vermiştik…
İlk yazı, adına vurgu yaparsak kim, bu konuda istekli ve samimi, ya da, kim, bu işe “sebepleriyle birlikte” soğuk bakıyor üzerinden bir değerlendirmede bulunmuştuk.
İkinci yazımız yayınlandığı günlerde, beklenmedik bir şey olmuş ve “kent uzlaşısı” sonucu DEM Parti’nin de oy desteğiyle CHP’den Esenyurt Belediyesi başkanlığına seçilen Ahmet Özer “terör soruşturtması” gerekçesiyle gözaltına alınıp akabinde tutuklanmıştı.
Onun yerine, İçişleri Bakanlığınca, Beyoğlu Kaymakamlık makamından “bir gece yarısı kararnamesi ile” İstanbul vali yardımcılığına terfi ettirilen Can Aksoy, Ahmet Özer’in yerine kayyum sıfatıyla belediye başkanlığı makamına getirilmişti.
Biz de, konuya dair yayınlanan ikinci yazımızda, buraya dikkat çekip yazımızda şu ifadelere yer vermiştik; “… kent uzlaşısı ile DEM Partililerin de oylarıyla CHP’den Esenyurt Belediye başkanlığına seçilen Ahmet Özer’in, kendisine yönelik terör soruşturması sonucu gözaltına alınası ve akabinde de tutuklanıp yerine bir vali yardımcısının kayyım olarak atanması –ileride ne olur, bu şimdilik belli değil- çözüme olumsuz bir etki eder mi, etmez mi; şimdiden bir şeyler söylemek zor.
Ahmet Özer’in, –eğer suçu sabit ise- tutuklanmasına, adli bir vaka olarak bakılabilir. Ama Kürt sorununun çözümünün bizzat devlet’i temsil konumunda bulunan zevatın, çözüme yönelik söylemlerinin, eyleme geçirileceği düşüncesiyle, bu tutuklama ile başlayan barış surecinin tıkanması arzulanmış olabilir mi?
Eğer öyle ise, bu dava – zanlının “var olduğu belirtilen” suçlu durumu kabul edilse dahi- zamanlaması açısından yanlış ise, olay adli olmaktan ziyade siyasiye evriltmiş olabilir mi? Buna da bakmak gerekir.” (*) demiştik.
Daha sonra, Ahmet Özer’in tutuklanmasın akabinde, bir çözüm durumu, Bahçeli’nin, Öcalan’a yönelik çağrısı ile birden gündeme gelen çözüm durumu, birçok çevre tarafından “kuşku ve endişe ile” karşılanmış olup “aniden yok hükmüne düşürülmüş bir konuma getirilmiş” denilebilir.
Bununla birlikte, son günlerde, muhalif çevrelerde sıkça dile gelen “iktidar ortakları arasında bir uyumsuzluk var” söylemi, ister istemez iktidar cenahının yetkili ağızlarınca def’atle yalanmıştı.
Arada bir uyumsuzluk durumu var mıydı, yok muydu, o ayrı bir konu olmakla birlikte, salt kendi başına düşünüldüğünde, yargı bağımsızlığı konusu bağlamında Ahmet Özer’in gözaltına alınıp akabinde de tutuklanması hadisesi, siyasetten bağımsız ele alındığında bunun adli bir durum içerdiği söylenebilir.
Ama bugüne kadarki süreçte, seçilen ve “bir sebepten dolayı” görevden el çektirilip tutuklanan ve akabinde yerine kayyum atanan belediye başkanlarının durumu, çoğu kez, muhalefetin tavrına gerek kalmadan, “yetkili olmadıkları halde” iktidara yakın çevrelerce ısrarla siyaset içine sokulabilmektedir.
Ahmet Özer’in tutuklanması ve yerine kayyum atanması, bir kez daha gösterdi ki, İktidarın izlemekte olduğu kayyum siyasetinin en çok kendisine zarar verdiği izahtan varestedir.
Bu tür bir siyaset, o da, eğer kişinin seçildiği kurumun, siyasetin dışında kalarak, salt hakla hizmet etmek gibi anayasal bir temeli ve görevi varsa, o makamın herhangi bir sebepten dolayı boş kalmaması gerekir.
Eğer bu boş kalma durumu, seçilen kişinin görevden alınması sonucu oluşuyorsa, onun yerine belediye meclisi bünyesinde yapılacak olan bir seçim sonucunda yeni bir başkan seçme yoluna gidilir ve yönetimde olası bir boşluğa izin verilmemiş olur.
Böyle yapılacağına, halkın vermiş olduğu oyun bir değeri kalmaz ve seçilen kişiden boşalan makama bir devlet yetkilisi kayyum olarak atanacak olursa, bu durumum; en başta ilgili parti ile birlikte, var olan iktidarı denetleme durumunu siyaseten yüklenmiş bulunan muhalefeti siyaset dışına itmek olur ki, bu durumda demokratik teamülün canına okunmuş olur.
Bununla birlikte, bir tarafta, kayyum siyaseti, diğer tarafta, “devlet’i temsil sadedinde bulunan” Bahçeli’nin, Kürt sorununun çözümüne yönelik siyaseten yapmış olduğu çıkışlara ve bu çıkışlara yönelik olarak Erdoğan’ın destek açıklamasında bulunmasını kayyum siyasetinden ayrı düşünmek “ne kadar olası ve ne kadar önemli olduğu” sorusu önem kazanmaktadır.
Bir de, bu çıkışlara AK Parti saflarında bulunan ve zamanında MV’lik yapmış bulunan birkaç Kürt siyasetçinin, birçok stk’nın, konuya duyarlı halkın(Türk, Kürt vs.) çözüme yönelik isteklerine rağmen, Beştepe’de “görevli bulunan” bürokratın, çözüm karşıtı beyanatları;
Bahçeli ile Erdoğan arasında var olduğu söylenen uyumsuzluk durumu ile kıyaslandığında –aslında yok deniliyor- ne anlam ifade etmektedir?
Eğer, bu zevatın Kürt sorununun çözümüne yönelik karşı çıkışı ve işi olumsuzlaması durumu, devlet için ve onun adına söz konusu ise, o zaman Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın, onu da destekleyerek, konunun çözümüne yönelik çabaları, bu demektir ki, bir anlam ifade etmeyecektir.
Bu ikilem devam ettiği sürece ve bu arada PKK/Kandil’inde, DEM Parti ile birlikte İmralı’yı (Öcalan’ı)bypass ettiğine, edeceğine yönelik beyanları ortalıkta kendine alıcı buluyor olacaksa, iktidarın, bu alandaki şansını ortadan kaldırmış olacaktır.
Görünen o ki, birçok iktidarın gördüğü ve hakkında konuşup iş çözüm konusuna geldiğinde, yan çizilen Kürt sorunu() bu kez, iktidar cenahı tarafından, o da söylene durulan beka mes’elesi ile birlikte İsrail’in, Arz-ı Mev’ud “dinî” masalına binaen, Türkiye topraklarının bir kısmını işgale yeltenme durumunu bertaraf etme adına Kürt vatandaşlarını yanına çekme adına yetkili ağızlarca dile getirilmiş oldu.
Bu böyle ise, yani Cumhur İttifakı’nın siyaset ve iktidar kanadı, her ne sebeple olursa olsun Kürt sorununun behemahal çözümünü istiyor olduğu halde, iktidarın onayı ve tensibiyle kendisine saray’da görev tevdi edilen bürokrat tarafın katı tutumu nasıl izah edilebilir?
Bir de, bundan önceki paragrafta belirtmeye çalıştığımız “Kürt vatandaşlarını yanına çekme” konusu, gerek devlet, gerek Türkiye toplumu ve gerekse de, ancak ve ancak bu ülkeye bağlı kalınarak, birlikte yaşanacaksa ve bu Kürtler içinde önemli ise, bu yanına çekme şeklinde değil de, Kürtlerin, tüm değerleriyle bir bütünlük içerisinde anayasal vatandaşlık durumu daha önemli ve daha akıllıca olamaz mıydı?
Bu böyle olacaksa, aynı zamanda, birbirine bağlı, iç içe geçmiş bulunan birçok sorununda –ana dilde eğitim hakkı vb.- kendiliğinden kalıcı bir çözüme kavuşturulması da söz konusu olacaktır.
Bakalım, “Vakit tamamdır” diyen ve sözünün arkasında durduğunda ısrar edip tutarlı davranmaya çalışan Bahçeli ile ona destek veren ve aralarında bir uyumsuz durumu olmadığını “ısrarla” belirten Erdoğan’ın dediği mi olacak, yoksa saray bürokrasi ile pür ulusalcı kesimlerin dediği mi olacak; bakıp göreceğiz…
Bu durumlar, konunun çözümünü zora sokacak engeller sınıfı içerisinde değerlendirilmeyi hak etmektedir. Ki, bu engellere, kayyum mes’elesinden dolayı en az DEM Parti kadar CHP’nin ve özellikle de genel başkanı sıfatıyla Özgür Özel’in, kayyum politikalarına yönelik eleştirilerini de ekleyebiliriz.
*)https://www.haberdurus.com/kose-yazilari/yeni_bir_cozum_surecine_adim_atilirken_bugune_dair-4558.html
**)Terör sorunu ayrı bir başlık altında ele alınmalıdır.
Kaynak: Farklı Bakış