Hasan POSTACI

Tarih: 26.03.2023 17:42

Vav Makamı

Facebook Twitter Linked-in

Değişimin mutlaklığı, felsefede değişmeyen tek şey değişimin kendisidir paradoksuyla ifade edilmeye çalışılır. İnsan aklının ulaştığı bilimsel gerçekliklerin de bu bağlamda konjonktürel olduğu söylenebilir. Yani bilimin doğası elde edilen bulguların mutlak doğrular olarak kabul edilmesini onaylamaz. Ulaşılan her yeni bilgi, deneysel bulgu kendi içinde yanlışlanabilirlik opsiyonunu taşır.

Bilimsel bilgi sadece deney ve gözlem kaynaklı elde edilmez. Matematiksel modellemeler ve insan aklının analitik, sistemsel çıkarımları bilimsel bilginin disipline edilmesinde kullanılan en önemli yöntemlerdir. Tümevarım, tümdengelim gibi metodik yaklaşımlar, çelişki ve totoloji gibi tutarlılık tanımlamaları, istatistiksel verilerin korelasyonları bilimsel bilginin geçerlilik düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan önemli yöntemlerdir.

İnsan dışında kalan maddi aleme dair deney, gözlem gibi niceliksel araştırma metotları ile bilimsel çalışmaları geliştirmek mümkün iken insana dair çalışmalarda bu yöntem ve yaklaşımların yeterli olmadığı görülür. İnsan söz konusu olduğunda matematiksel kesinliklere ulaşmak zorlaşır, genellemelere gidip matematiksel formüller üzerinden bilimsel geçerliliği olan yasalar tanımlamak imkânsızlaşır. İnsanın kendi aklı ile evreni tanımlamadaki başarısı, kendini tanımlamada çoğu zaman birçok konuda yetersiz kalır.

Tıbbı çalışmalarda bile bu sapmalar ve belirsizliklerin varlığından bahsedilebilir. Bir tıbbiye hocası ile sohbette bu belirsizliklerin tıp bilimi geliştikçe arttığından bahsettiğini, tıbbın geleceğinde çok daha fazla sayıda uzmanlıkların, alt disiplinlerin oluşacağından ve belki de sol göz uzman doktorluğu ile sağ göz uzman doktorluğunun bile ayrı uzmanlık alanları oluşturacağına vurgu yapması insan dair bu bilinmezliğin boyutlarını gösterir. Psikoloji, sosyoloji ve davranış bilimleri gibi alanlarda belirsizlik katsayısının daha büyük olduğu görülür.

Felsefe ve düşünce tarihi, dinler tarihi insanın yaratılış serüveni ve zaman nehrinde geride bıraktığı hikâyeyi anlatan, aktaran önemli bir müktesebat sunar. Genel olarak insanoğlunun kendi dışında kalan dış alem ile ilgili doğrusal bir ilerleme, bilimsel ve teknolojik alanda ivmeli bir değişim yaşandığı söylenebilir. Aksine insanın kendine dair ise döngüsel bir seyir izlediği, bireysel ve toplumsal ilişki kodlarında niteliksel bir farklılaşma olmadığı görülür. Bu konu birçok bilimsel uzmanlık alanı üzerinden incelenebilir.

Sonuçta insanın zaman ve coğrafya üstü muhayyilesinin peşinde koşan, mutlak adalet, özgürlük ile ancak inşaa edilebilecek bir mutmainlik ve huzur arayışının akıl, irade ve nefs korelasyonunda beden ve ruhun hiç bitmeyen mücadelesinin kamil insana ulaşma çabalarıdır ortak insan varlığının sancılarını şekillendiren.

İnsan kendi varoluşunu dünyadaki doğum ile ölüm arasına sıkıştırmayacak aşkınlıkta olduğunun farkındalığını zamanın nehrinin her bir dokunuşuna bıraktığı izlerle kanıtlamaya çalışmıştır. Varoluşun kuşkusuz en güçlü önermesi vahiy ile şekillenen yaratılış metaforlarının, seçilmiş peygamberlerin her çağ ve topluma taşıdığı tek ilah ve Rab alan Allah’ın tevhid odaklı mesajlarıdır.

Vahiy ile insana gelen çağrı, adeta onun iç çığlıklarına, fırtınalarına, arayışlarına en güçlü mutmainliği sunar. Ahsen-i takvim ile esfele safilin sarkacının yüzleşmesinde eşrefi mahlûkat olma yolculuğuna davet eder vahyin rehberliği. Ancak insanın seçimleridir yine varoluş sarkacındaki seyrini belirleyen.

Sartre varoluş özden önce gelir diyerek yaratılış fıtratının farkındalığına küçük bir dokunuş yapmasına rağmen insanın özünü inşa etmesini yine insanın tek başına başarması gereken bir şey olarak koyar önüne. Bu bağlamda İnsan özgür olmaya mahkumdur der. Sartre burada ‘Eksik İnsanı’ ıskalamıştır söylense yeridir. Akılın ve iradenin gücünü mutlaklaştırmak, insanın seçme özgürlüğünün temel şartı olarak kodlanmasının getirdiği bir ıskalamadır bu. Sartre’ye küçük bir vahiy dokunuşu gerekliydi ve yetecekti insanın fıtrat ile mayalnan özgürlük ve adalet arayışlarıyla ilgili mutmainliğine.

Camus başkaldıran insanla bu varoluş sancısını dindirmeye çalışır. Başkaldırma metaforu kendi içinde bir efendi- köle ilişkisinin eylemselliğini barındırır. Yani Camus’un farkındalığı serkeş bir iklimde olsa da Sartre’dan bir adım öndedir. Ancak başkaldıran insanın ulaşacağı mutmainlik limanını tanımlamaktan yoksundur. Camus insanı yaşamı onurlandıran en güçlü duruşu son tahlilde sanatsal ve estetiksel biricikliğin seçeneklerini kendi iç yolculuğunda şekillendiren her bir insan tekinin intiharı ile finale erdirmesinin seçeneğine mecbur bırakmıştır.

Oysa Sartre ve Camus insanın tevazuuna bir yolculuk yapabilseydi, aklın yanılsamalar girdabı karşısındaki acizyetine, iradenin ikram edilmişliğine bir şans verseydi sadece ‘İlişkilendiriyorum öyleyse varım’ odaklanmasında özün ancak vahiy rehberliğinde adalet ve özgürlük arayışlarının mutmainliğine ulaşabileceğine dair bir buluşmayı keşfedebilirlerdi. Çünkü ilişkilendirmek mesabesindedir insan aklının fonksiyonelliği. Adem’e (As) öğretilen isimler olmasaydı Adem’in aklı ve iradesi işlevsellik gösteremezdi. Şeytan bile Adem’in (As) ilişkilendirme becerisini ayartarak anlık fitnenin fitilini ateşleyebildi ancak.

Zaman ve coğrafya üstü olan, korunmuş kitap Kuran-ı Kerim, tüm insanlığı varoluş sancısına rehberlik edebilecek tek kaynak olarak insanı ve varoluş sürecini, amacını birçok boyutuyla tanımlar. Onun biyolojik yaratılışına dikkat etmesini ister, acizyetinin farkındalığına varmasını hedefler. Cenin pozisyonunu, onun varoluş ahdi misakının huzur ve dinginliğinde resmeder. Güven ve emniyetin, tevazuunun sembolüdür bu dünyaya geliş öncesi görüntü. İlk vav makamı burasıdır insan için. Adeta bunu asla unutma!  Dünya hayatında da bu halin maddi manevi taşıyıcısı ol der. Nefsine, kışkırtılan kibrine, yakıp yıkan öfkene, aceleciliğine, tembelliğine, işlevsizleştirdiğin gözüne, kulağına, körelttiğin kalbine, sınırsız, tatmin olmayan tutkularına, şehvetine, kendini temize çıkarma becerine, mazeret bulma ustalığına, her fırsatta etin ve kanın ağırlığına, bataklığına saplanan benciliğine karşı özgürlüğünün, adalet arayış ve adayışının, huzur ve mutmainliğin güvenli menziline dönüştür der. İşte bu da dünya yaşamındaki ikinci vav makamıdır beşer olmaktan kurtulup eşrefi mahlûkat olmaya başlayan insan için. Bu makamın sembol isimleri olan peygamberlerin, onların son halkası ve varoluş nurunun tamamlayıcısı olan Muhammed (sav)’in örnek rehberliğini taşır yaşamının en küçük hücrelerine.  

Eyyüp sabrı vav makamında kuşanmıştır. Süleyman izzetli tevazuu vav makamında taşır karıncanın, hüthütün, cinlerden bir cin olan ifritin zaman ve coğrafya üstü bilgeliğine. Yusuf gömleğinin şahitliğinde zindanları mektebe dönüştürür vav makamında. Musa cesaretin kelimeleri ile dikilirken firavunun karşısına, Tur-i Sina’da vav makamının bilgeliğine ulaşır. İbrahim mutmainlik yolculuğunun en zor menzillerini ancak vav makamı ile aşarak dostluğun sembolü olur. Yunus bir balığın karnında tövbenin en görkemli anlarını vav makamında yeni başlangıçlara dönüştürür. İsa merhametin en parlak sözlerini havarilerine vav makamından damıtarak aktarır. Sokrates, çağlar sonrasında Seyyit Kutup gibi hakkın şahitliğini yağlı ilmeklerin şahitliğinde vav makamını tarihe not düşer. Vav makamının en hüzünlü halkası Habibullah’ın yetimliğinde, öksüzlüğünden süzülerek Hira’ya taşınır. Habibullah, bir adalet ve özgürlük manifestosunu, cömertliğin, bağışlamanın, cesaretin, umudun, kardeşliğin, barış ve güvenin en görkemli hatıralarını vav makamının zaman ve coğrafya üstü tamamlanmış örnekliğini taşır tüm insanlığa.       

Vav, İbranicede, Arapçada, Türkçede ve daha birçok dilde bağlaçtır tek başına. İki şeyi birbiriyle ilişkilendirir. İnsan aklının en güçlü ifade ipidir. İlişkilendirdiği ölçüde vavın şekillini alır yaşamın her ağır imtihanını muttaki duruşlarla karşılamaları insanın.

Ölümü bir şeb-i aruza dönüştürmenin tatminliğini sunar insana vav makamı. Kâinatın uçsuz bucaksız varlığını anlamlandırmanın mefkûresini, enfüsi derinliklerinde kopan fırtınaların, çığlıkların, arayışların eczası olarak nazar etmesini ancak vav makamında kavrar, duyumsar, ilişkilendirir. Kadir-i Mutlak olan Allah’a ancak vav makamında teslim olabilir. Bu tevhidi teslimiyet onun adalet ve özgülük arayışlarındaki mütmainliğinin tek menzili olduğunu duyumsadığı, kavradığı oranda Eşref-i mahlûkat olma yolunda huzur bulabilir.

Vav makamında sözlere dökülen güçlü dizelerden birini de Şeyh Galip asırlar öncesinde zaman not düşmüştür. Şiirin varoluşa dokunduğu bu dizlerle ramazan ayının tüm ümmete ve insanlığa huzur, arınma getirmesi duası ile veselam:  Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen (Ey insan! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.)


Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —