1999’da yaşadığımız korkunç Marmara depreminden sonra, birkaç yıl neredeyse gece gündüz depremi konuştuk.
Deprem bilimciler, profesörler, inşaat mühendisleri, bize tüm ayrıntılarıyla olan biteni ve olması gerekenleri anlattılar.
Ancak ne yazık ki birkaç yıl sonra bu iş de unutuldu ve bugüne kadar 24 yıl boyunca depremle ilgili, İstanbul‘la ilgili ne yazık ki ciddi hiçbir şey yapmadık.
Şimdi de tabii ondan daha büyük bir felaket yaşadık. Yine her akşam deprem bilimciler, inşaat mühendisleri, belediye başkanları, arzı endam ediyorlar. Neler yapılması gerektiğini söylüyorlar.
Tabii ki söylesinler; hükümetin de bunları ciddiye alması lazım.
Bu öneriler, tavsiyeler, tespitler doğrultusunda bir yeniden yapılanmaya girmesi lazım.
Ama önümüzdeki en büyük sorun, en büyük tehlike yine İslanbul.
Peki, bunla ilgili ne yapılıyor?
İşte İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu çıkıyor bir şey söylüyor; Çevre Bakanı Murat Kurum bir şey söylüyor.
Ve hükümetin bula bula önümüze getirdiği çözüm Asya ve Avrupa yakasında bir buçuk milyon yeni şehirler kurmak ve çürük yapılarda yaşayanları buraya taşımak.
Ya ne yapıyorsunuz siz?
Yıllardır anlatıyorum. Bari bir dakika da beni dinleyin.
İstanbul’un önündeki en büyük sorun, önce İstanbul’un seyreltilmesi. Yani İstanbul’un Anadolu’da kurulacak cazibe merkezlerine taşınması.
Rastgele bir taşınmadan bahsetmiyoruz yani. Her türlü altyapının hazırlandığı limanlardan, demiryollarından, bankacılık sisteminden, gümrüklere kadar cazibe merkezlerinin oluşturulması ve peyderpey önce İstanbul’un boşaltılması.
Boşaltılması derken İstanbul bomboş olsun demiyoruz; seyreltilmesi, rahatlatılması, en azından bugünkü nüfusun yarısına indirilmesi.
Onun için işte “Ben yeni bir yer yapayım. İstanbul’u da oraya taşıyayım. Öbür yerlere bir daha bina yapayım. İstanbul 20 milyon 30 milyona çıksın.” Bu akıl, akıl değil. Asla değil.
İkinci önümüzdeki en büyük skandal, bu hafta Kızılay’ın çadır satma olayı.
Ya arkadaş insanda biraz utanma olur.
Yok efendim Kızılay işte bir anonim şirketmiş de yok 11 tane şirketi varmış da yok devlete bağlı değilmiş de dolayısıyla alırmış da satarmış da…
Ya arkadaş Kızılay eğer böyleyse niye millete bunu anlatmıyorsunuz?
Yani Kızılay’ın rastgele bir şirketten bir holdingden farklı olmadığını, özünde bir yardım kuruluşu olmadığını, eğer öyleyse tabii, niye milleti anlatmıyorsunuz?
O zaman millet niye kanını, canını, işte malını Kızılay’a versin?
Ezcümle, Arapların çok meşhur bir atasözü var. Diyor ki,
Utanmazsan dilediğini yap.
Utanan yok ortada. Ya hiçbir şey yapmıyorsanız susun.
Bir de istifa diye bir mevzu yok.
Yunanistan‘da bir tren kazası oldu, 43 kişi hayatını kaybetti. Ulaştırma Bakanı istifa etti.
Yahu arkadaş bir tek kişi istifa etmez mi?
Tutuklanan belediye başkanı bile istifa etmiyor. Tutuklanıyor ama istifa etmiyor.
Onun için bu kafa ve bu yaklaşım olduğu müddetçe, bu utanmazlık devam ettiği müddetçe, sorunlara doğru düzgün bir çözüm bulmak da mümkün değil.
Yine bu haftanın en ilginç gelişmelerinden birisi Irak merkezi hükümeti, Kerkük’te yapılacak yazışmalarda Irak’ta kullanılan iki resmi dil olan Arapça ve Kürtçenin kullanılabileceğini bir kez daha tekrarladı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı kıyameti kopardı.
İşte “Kerkük bir Türkmen şehri. Türkmencenin de kullanılması lazım. Türkmence de resmi yazımların, müracaatların olması lazım.”
Doğru, olması lazım. Yani biz eskiden beri savunuyoruz.
Bir yerde farklı diller varsa bu dillerin yoğun olarak bulunduğu kullanıldığı yerlerde o dilin kamusal alanda da kullanılması lazım.
E peki ey Türkiye Dışişleri Bakanlığı, ey Mevlüt Çavuşoğlu ben de onların tabiriyle ey ey diyeyim, eyleyeyim biraz:
Türkiye’de niye kullanmıyoruz?
Türkçe kamusal alanda kullanılsın. İşte bazılarımız ben de dahil, ikinci resmi dil olsun derken niye kıyametleri koparıyorsunuz?
Evet Irak’ta Türkmence kullanılsın, Kürtçe kullanılsın, Arapça kullanılsın.
Ama dönün biraz kendi ülkenize de bakın.
Millete akıl verirken biraz kendi aklınızı da başınıza alın. Bu yanlışlıklardan dönün.
Doğru olan Türkiye’de, Kürtçenin de Arapların yoğun olarak yaşadıkları Antakya, Mardin, Siirt gibi şeylerde
Arapçanın da kamusal alanda kullanılabilmesinin hiç kimseye bir zararı yok.
Aksine faydası var. Birliğe, beraberliğe, barışa faydası var.
Kaynak: Farklı Bakış