Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Umut Hakkı ve Kayyum

Faysal Mahmutoğlu'nun yeni yazısı:


Ey yolcu, bu gidişle Kabe’ye varamayacaksın / Çünkü tuttuğun yol Türkistan yoludur.”

Sadi Şirazi

 

Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a yönelik çıkışları gündemdeki yerini kururken CHP’li Esenyurt Belediyesi ile DEM Part’inin elinde bulunan Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerine kayyum atanması hakkında farklı teoriler üretiliyor.

Ön plana çıkan teoriye göre, bunun bir devlet projesi olduğu ve Bahçeli’nin bunu yürüttüğü şeklindedir. Buna göre PKK’yı lağvetmesi karşılığında Abdullah Öcalan “umut hakkı”ndan yararlandırılıp ev hapsine alınacak veya serbest bırakılacak. Zaten Öcalan’ın avukatları on yıl önce umut hakkı için AYM’ye başvurmuş ancak bugüne kadar herhangi bir işleme tabi tutulmamış. AYM bu başvuruyu pekâlâ gündeme alıp sonuçlandırabilir.

Anlaşılan, Bahçeli güvenlik bürokrasisi tarafından ciddi bir beka sorunu olduğuna ikna edilmiş ve bu nedenle de Erdoğan’ın bilgisi dışında inisiyatif alarak bu açıklamaları üç haftadır aralıksız tekrar etmektedir. Erdoğan’ın da bu beklenmedik çıkışa kayyumla cevap verdiği görülüyor.

Bu yorum doğruysa, zorlu bir süreç olsa da başarıyla sonuçlanabilir.

Erdoğan’ın 2028’de yeniden cumhurbaşkanlığına aday olması için bir hamle olduğu şeklindeki değerlendirmeler de azımsanmayacak oranda kabul görüyor.

Ben Erdoğan’ın Bahçeli’nin duruşunu paylaşmadığını düşünüyorum. Ve Erdoğan’ın Öcalan’ı Meclis’e davet etmesine sıcak baktığı da söylenemez. Kayyum uygulamasından da Bahçeli’nin memnun olmadığı aşikâr. Özellikle yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk için ”Ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş bulunan ve köklü bir aileye mensup olduğu bilinen Kürt ağası Sayın Ahmet Türk” olarak bahsetmesi kayyum uygulamasından rahatsızlığının ifadesidir. Ahmet Türk’e yüklediği misyon “terörle irtibat ve iltisaklı” kavramlarıyla yan yana gelmez.

Bahçeli’nin çıtayı bu denli yüksekte tutacağını kimse beklemiyordu. Muhalefet hazırlıksız yakalandı. CHP şaşkınlık içinde yalpalanıyor ve kendi içinde bir söylem birliği oluşturamıyor. İktidar için Öcalan’la görüşmek meşru, fakat CHP’nin DEM’le yan yana gelmesi sakıncalı. CHP buna dahi bir itiraz geliştiremiyor.

DEM Parti başlangıçta nasıl bir tutum geliştireceğini bilemedi. Kayyumlar atandıktan sonra ise demokratik eylemler sergileyerek net tavır ortaya koydu.

Cumhur İttifakı’nda bir anlaşmazlık olsa bile süreci iyi yönetiyor. Muhalefet dışarıdan seyirci gibi.

Bahçeli’nin Salı günkü grup konuşmasında söyleminin arkasında olduğunu vurgulaması, bunun bir devlet projesi olduğunu gösteriyor. Burada temel mesele Kürt sorununun varlığını kabul etmeyen bir yaklaşım ile müzakerenin nasıl yürütüleceği ve silahlı şiddetin nasıl son bulacağıdır? Kaldı ki, Kürt sorununun oluşmasına en büyük katkıyı “Kürt sorunu yoktur” diyenler sağlamıştır.

Kürt sorununu terör sorununa indirgeyerek siyaset inşa etmek sorunu ulusal sınırların dışına taşıdı. Çözülemeyen ve inkâr edilen sorunlar büyüyerek yayılır. Nitekim Kürt sorunu da sınır ötesi bir sorun haline geldi.

Türkiye’nin mevcut yol haritasıyla Orta Doğu ve Rojava’da yol alamayacağını kestirmek zor değil. Özellikle Trump’ın seçilmiş olması farklı bir yol haritasını zorunlu kılıyor.

Trump’ın önemli mevkilere Kürt dostlarını ataması Türkiye’nin başını hayli ağrıtacağa benziyor. Türkiye Orta Doğu’daki değişen dengeleri gözeten bir strateji geliştirmek zorunda.

Öcalan’ı Meclis’e davet edip PKK’yı lağvetmesini istemekle birlikte halkın iradesiyle seçilen belediyelere kayyum atamak, söylemin inandırıcılığını ortadan kaldırıyor. Söylem ile uygulama arasındaki çelişkiyi halk haklı olarak sorguluyor.

Kaldı ki, AK Parti yetkilileri bu uygulamanın devam edeceğini belirterek çözüm bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattılar.

Kayyum atamak halka; senin kullandığın oya itibar etmiyorum, kimi seçersen seç ben kayyum atarım anlamına geliyor. Devlet toplumun hizmetkarı değil, efendisi ve sahibi olduğunu gösteriyor.

Kayyum uygulamasıyla demokrasinin, ruhu ve özü yok edilmektedir. Seçilmiş bir yöneticinin yerine bir devlet memurunun atanması, halkın iradesinin hiçe sayılmasıdır ki bu aynı zamanda bir egemenlik ihlalidir.

Kayyum politikası bir demokratikleşme sürecinin yaşanmayacağını da gösteriyor. Ve muhtemel bir süreç iklimini zehirleme potansiyeline sahip.

Kayyum atamalarının gerekçeleri halk tarafından makul görülmemektedir. On yıl önceki telefon görüşmesi gibi suçlamalar ciddiyetten yoksundur. Taziye için yapılan bir telefon görüşmesi dahi suç unsuru olarak görülmüş. Aynı şekilde, Rojda isimli bir sanatçının belediye etkinliğinde yer almasının terörle ilişkilendirmesi zorlama bir iddia.

Kaldı ki, başkanların suç işlemiş olduğuna dair güçlü deliller varsa, açığa alınırlar ve yerine belediye meclisi tarafından biri seçilir. Kayyum atanmasıyla sadece başkan değil, herhangi bir suçla itham edilmeyen belediye meclisi üyelerinin de yetkileri gasp ediliyor. Kısacası kayyum uygulamasıyla bir yere varılamaz.

Türkiye’nin “hukukun üstünlüğü” sıralamasında 142 ülke arasında 117. sırada olması yaşanan hukuksuzluğu açıkça ortaya koyuyor.

Türkiye güvenlik ve özgürlüğü karşıt iki olgu olarak konumlandırarak özgürlüğü güvenliğe feda etti. Oysa demokratik ülkelerde görüldüğü gibi güvenliğin sigortası özgürlüktür.

Kan ve gözyaşının dinmesine hizmet edecek her türlü çaba elbette değerlidir. Ancak abartılı beklentiler de yeni hayal kırıklıklarına yol açabilir. 

Silahların susması, barışın sağlanması, hukuk ve demokrasinin tesisini olumlu etkileyecektir.

Barışın yolu taşlarla döşenmiş olsa bile barış isteyen yol alabilir.

Sonuç olarak, iç barışını sağlamış, toplumsal gerginlikleri minimize etmiş, vatandaşlık ve aidiyet duygusunu pekiştirmiş bir Türkiye’nin Orta Doğu’da ve dünyada saygınlığı artacaktır.

Umarım istihbarat kurumu ile silahlı örgüt liderleri arasındaki müzakereler (varsa) bir sürece dönüşür ve kalıcı bir barışla neticelenir.

Unutmayalım ki, Türkiye gibi çetin bir çatışma süreci yaşayan Kolombiya’daki barışın mimarı, Devlet Bahçeli kadar şahin, cumhurbaşkanı seçildikten sonra FARC’ın komutanı Mono Jojoy’un öldürülmesinde imzası bulunan Juan Manuel Santos yönetimi olmuştur.

Bu bir fecirdir; umarım fecr-i kazib değil, fecr-i sadık olur.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR