Türkiye Afrin harekâtını neden yapıyor?.. Bu çok geç sorulmuş bir soru olarak görülebilir. Bugün itibarıyla harekâtın bir buçuk ayını (45 gün) geride bırakmış bulunuyoruz. Bir konuyla ilgili yazı kaleme alınacaksa öncelikle o konunun iyi anlaşılması lazım gelir, bu bağlamdan hareketle Afrin´le ilgili düşüncelerimi yazdığım için soru sormayı doğru buldum.
Türkiye´nin Afrin´e niye girdiğinin onlarca gerekçesi olabilir, biz bu gerekçeleri en aza indirgeyerek konuyu anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. En özet halinde yetkililerin açıklamalarından da hareketle şu iki gerekçe gösterilebilir:
Bölgeyi terörden temizlemek,
Suriye topraklarını asıl sahibine iade etmek, amaçlanmaktadır.
İlk gerekçe doğrultusunda konuyu açacak olursak; ?Bölgeyi terörden temizlemek? ne demek? Böyle bir soru önümüze çıkıyor. Bölge dediğimizde öyle sorunlu bir yer ki, sadece Suriye´yi coğrafya olarak ele aldığımızda 2011´den bugüne onlarca silahlı örgütler sahnede yer aldı ve onlarcası da arazide fiili olarak sözde kendi adlarına savaşıyor görülse de vekâlet savaşını sürdürmekteler, dersek haksızlık etmiş olmayız.
Bölge dediğimizde CHP´nin diline pelesenk ettiği ?Ortadoğu Bataklığı? demeyeceğiz ama ne diyeceğiz. ?Sorunlar yumağı veya sorunlar düğümü? dersek daha doğru bir ifade kullanmış oluruz bizce? Daha birçok adlandırmalar da olabilir, adlandırmadan ziyade olgunun kendine yoğunlaşırsak daha sahici bir adım atmış oluruz. Bu yumağı veya düğümü çözecek bir aklı selim var mı? Onu arayacağız veya onu görmeye çalışacağız.
Bu operasyon ?sorunlar yumağını veya düğümünü´ İskender´in kılıcı gibi sorunu kökünden mi çözecek onu hep birlikte göreceğiz?
Somut ?terör örgütü? bağlamından olayı somutlaştırmadan önce ?bölge? nin neyi bünyesinde taşıdığının veya barındırdığının kısa bir analizini yapmakta fayda mülahaza ediyoruz.
Kısa bir analiz yaparsak; 1. Paylaşım savaşının mimarları tarafından coğrafyamıza biçilen gömlek ?böl- yönet? taktiğinin hayata geçirilmesidir. Rusya´nın onayıyla Mayıs 1916 tarihinde Fransa ve İngiltere´nin uzlaşısıyla tarihe Sykes-Picot Anlaşması olarak geçen, Osmanlı İmparatorluğu´nun, Anadolu ve Ortadoğu topraklarının paylaşımını içeren bu hain plan bugünde kendini güncelleyerek ve yeni müttefiklerle ömrünü uzatmak istiyor.
Bu sömürgeci güçler, dün kendi habis emellerine, birtakım çıkarlarının mahkûmu olan Şerif Hüseyinleri bulduysalar, bugünde bu gibi şahsiyetleri bulmakta zorlanmayacaklardır?
Dün Şerif Hüseyinleri, sömürgeci güçlerin çıkarlarını ve planlarını uygulamak için savaşçılar bulmakta zorlanmadıysalar, bugünün derebeyleri de yaşananlara baktığımızda savaşçı bulmakta zorlanmamışlardır.
Önemli tarihi bir şahsiyet olan; ?Medine Müdafaası Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler? adlı eserin yazarı, başından beri Hicaz Cephesi´nde ve Medine´de bulunan, Feridun Kandemir; Şerif Hüseyin ve onun mahiyetinde savaşan askerlerle ilgili şu bilgileri veriyor. Özet olarak:
?Araplar İstiklal mi istiyorlardı? ?diye soruyor ve cevap veriyor?; hayır, Araplar diğer kardeşleriyle bu harp boyunca Çanakkale´de, İstiklal Savaşımızda ve Aydın Cephesinde yan yana savaşmıştır.
Birinci Cihan Harbi´nde, Araplarla meskûn hiçbir yerde ne Irak ne Suriye ne Lübnan ne Yemen ve ne Filistin´de Türklere isyan eden tek bir Arap görülmedi. İsyan eden, sadece Mekke Emiri Şerif Hüseyin´di?
Şerif Hüseyin´in bu isyanda, savaşçı olarak kullandığı Araplar da Hicaz çöllerinde öteden beri göçebe hayatı yaşayan ve talan ile geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz fakir fukara bedeviler, yani Urbanlardı. Mekke, Taif, Cidde gibi şehir ve kasabalardaki Araplar isyana katılmadıkları gibi Şerif Hüseyin de zaten bunlardan asker almak teşebbüsünde bulunmamıştı.
Urban ve Şeyhleri fakirlikleri dolayısıyla paradan başka bir şey bilmezlerdi. Şerif Hüseyin gibi İngilizler de bunu bildikleri için, para gücüyle ancak bunlardan faydalanmışlardı. Ve isyanı sonuna kadar bunlarla yürütmüşlerdi.? şeklinde ifade etmişti, Feridun Kandemir.
Batılı güçler tarafından yürürlüğe konan anlaşma ?böl ve yönet? taktiğiyle hayata geçirilmiştir. Dünyanın en önemli ve stratejik noktalarında bulunan, İstanbul-Çanakkale Boğazları, Süveyş Kanalı, Babü´l-Mendeb Boğazı, Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi gibi geçiş yollarıyla birlikte 20.yüzyıl başlarından itibaren önemli bir enerji kaynağı haline gelen petrolün çıktığı Orta Doğu, başta İngiltere olmak üzere sömürgeci güçlerin hedefi haline geldi. Bu güçler, hep bölgenin kontrolünü ele geçirme planları yapıyordu.
Osmanlı´nın müttefikleri I. Dünya Savaşında yenik çıkmasıyla, İmparatorluk toprakları üzerinde; Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Arap Yarımadası, Suriye ve Irak´ı da içine alan bir devlet kurmasının hayaliyle İngilizler tarafından kandırılan Şerif´i ikinci bir sürpriz bekliyordu:
İngiltere, 1915 yılının Aralık ayında Necid Emiriİbn Suud ile de Kuveyt hariç Basra Körfezi´nin güney kıyılarını kapsayan bir bağımsızlık antlaşması yaptı. Yani Şerifi Hüseyin´e vaat ettiği topraklarda Necid Emirinin hâkimiyetini tanıdı. Bu ikiyüzlü politika ile İngiltere, bölgedeki halkları birbirlerine düşman edecek fitne tohumları ekiyordu.
İngiltere´nin Şerif Hüseyin´e bir sürprizi daha vardı, Sykes-Picot Anlaşmasına göre; ?Suriye´nin kıyı bölgesiyle Adana ve Mersin Fransa´ya veriliyordu. Basra ve Bağdat vilâyetleriyle Hayfa ve Akkâ limanları İngiltere´ye bırakılıyor, Dicle ve Fırat sularının etki bölgelerinde ortak kullanımı garanti ediliyordu.
İskenderun serbest liman ve Filistin uluslararası bölge oluyordu. Arabistan toprakları, Akkâ-Kerkük çizgisiyle ikiye bölünerek kuzey kısmı Fransız, güney kısmı İngiliz nüfuzuna bırakılıyordu.
Musul vilâyetini içine alan Fransız nüfuz alanı İran sınırına kadar uzanıyordu. İngiltere´nin etki alanı ise Filistin´den Mezopotamya´ya kadar geniş bir bölgeyi kapsıyordu. İngiltere ve Fransa kendi nüfuz bölgelerinde Arap devletleri kurmayı ve bunları korumayı taahhüt ediyordu.
Bitlis, Erzurum, Trabzon ve Van´ı kapsayan bölgeler ise Rusya´ya bırakılıyordu.? Böylece, İngiltere, Şerif Hüseyin´e vaat ettiği toprakları bu defa da Fransa ile paylaşıyordu.
Şerif Hüseyin ise bu anlaşmadan habersiz ?Büyük Arabistan Krallığı? hülyasıyla Osmanlıya karşı 1916 Haziran´ında çapulcularıyla başlattığı savaş daha sonra Müslümanlar arasına fitne sokacak ve Batılı güçlerin de kulaklara fısıldadığı ?Büyük Arap İhaneti? yalanı günümüze kadar etkisini gösterecektir. Fakat gerçek çok farklıydı?
Yukarıda anlattığımız ifadelerle kısa tarihi bir gezinti yaptık?100 yıl önce yaşananlarla bugünü mukayese ettiğimizde, merhum Akif´in dizelerde terennüm ettiği;
?Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Büyük haritanın nasıl bir sorunla yüklü olduğunu kısa tarih gezintimizde gördük, haritayı küçültüp Türkiye ölçeğinde önümüze koyduğumuzda; Türkiye Devletinin takriben yüz yıllık bir ?Kürt Sorunu?, kırk yıllık da bir ?PKK Sorunu? var ve bu sorunla yüzleşiyoruz?
Rol değişikliği yapan büyük güçler; yaşlanmış Batı Avrupa´nın iki emperyalist ülkesinin yükünü hafifleten ve onların rolünü üstlenen ABD, birinci Körfez Savaşı´ndan beri ilmik ilmik ördüğü ?Kürt Kartını?, bugün bölgenin iki kadim ülkesine karşı kullanıyor.
Coğrafyamızın bu iki kadim ülkesi de tarihin, sosyolojin ve coğrafyanın yüklediği ağır yükün altında kalarak adeta debeleniyorlar. Uzun zamandır bir çıkış yolu arayan bu iki ülke kendi içlerinde kadim değerlerine yaslanarak köklü bir inkılabı gerçekleştiremedikleri gün gibi ortadadır.
Allah, Peygamber (as) aracılığıyla biz kullarına gönderdiği halis tevhid inancı, müntesiplerinin zamanla Allah´la, Peygamber (as)´la rabıtalarını doğru sürdüremediklerinden dolayı, halis tevhid inancına sahip Müslümanlar kendilerini koruyamadılar.
Allah tarafından korunan aziz İslam, izzetin kaynağını apaçık bildirirken, büyük imtihanlarla yüzleşen biz Müslümanlar, basiretsizliğimizden dolayı izzeti başka yerlerde aradık.
Coğrafyamızın iki kadim ülkesi; değerlerimizden neşet eden ve kök değerlerine bağlı inkılapları gerçekleştiremedikleri için ?mış? gibi yapılan ve ülke insanlarına büyük bedeller de ödeten birtakım görece kalkışmalar sadra şifa inkılablara dönüşmemiştir.
Görünürde bu kalkışmalar; toplumda bir canlılığa ve hareketliliğe sebebiyet vermiş olsa da bir çıkış gibi görünse de asıl sorunlarla yüzleşemediği için patinaj yaparak zamanla statükoya teslim olmuştur.
Statüko bu iki kadim ülkeyi(İran ve Türkiye) teslim almıştır: İran ve Türkiye sorunlarıyla köklü yüzleşmedikleri müddetçe her türlü kalkışmalar ve operasyonlar statükoyu korumaktan öte adımlar olmayacaktır.
Bugün Suriye coğrafyasında yaşananlar üzerinde odaklandığımızda; iki ülkenin de cephe kazandıkları görünür gibi olsa da futbol diliyle konuşacak olursak, kendi kalelerine gol atmanın ötesinde bir çaba değildir?
Bu gibi değerlendirmeler çok hoş görülmeyebilir ama gerçeklerde bu şekilde; kısa zaman önce bir Rus uçağı düştü veya düşürüldü ve 5-6 gün Türkiye PYD mevzilerine hava operasyonu yapamadı?
Türkiye Afrin´i kuşattı, ABD yetkilileri geldi ve operasyonun sınırlarıyla ilgili bir çerçeve çizdi ve bir hedef gösterdi, DEAŞ´a yoğunlaşmak gerektiğinin üzerinde durdu.
Türkiye Afrin kuşatmasını daralttıkça daha önümüze neler çıkacak, bunu kestirmek için büyük strateji uzmanı olmayı gerektirmiyor. Rusya, Türkiye´nin alanda çok belirleyici bir güç olmasını istemiyor bu apaçık görülüyor, Afrin´ in sözde patronu olan PYD, Türkiye´nin kuşatmasını akim kılmak için rejim güçlerini davet edince, Rusya Türkiye´ye Beşar´ı adres gösterdi.
Türkiye Zeytin Dalı Harekâtında başarılı olmayı beka sorunu olarak görüyor. Nedir bizim için beka sorunu olan ve varlığımıza kasteden düşman güç dediğimizde; karşımıza PKK çıkıyor ve bu PKK hemen yanı başımızda başka bir renge bürünerek PYD olarak karşımıza çıkıyor.
PYD´yi bir obje olarak alırsak, bu obje tüm muhatapları tarafından nasıl görülüyor. Bir ara MHP yetkililerine soruluyor, HDP sıralarını göstererek bu HDP´lileri nasıl görüyorsunuz? El- Cevap; flu bir ortam, birtakım karartılar görüyoruz, diyorlar.
Biz bu PYD objesini müttefiklerimize anlatamıyoruz; bizim varlığımıza kast eden, bütün hayati organlarımızı bir kanser tümörü gibi, bir ayrık otu gibi bizi çepeçevre kuşatan ve bize nefes alma imkânı vermeyen bir parazittir diyoruz ve öyle görüyoruz.
Müttefiklerimiz ise diyorlar ki o iyi bir partner ve ortak düşmanımız DEAŞ´a karşı savaşta cephe bileşenimizdir, bizim kara gücümüzdür. Öyle olmasaydı muhatap alınmazdı ve binlerce TIR yüklü en modern silahlar gönderilmezdi ve eğitimleri içinde yarım milyar dolar bütçe tahsis edilmezdi.
Yüz yıl sonra aynı oyun sahneye konuyor, coğrafyamız bölünüyor, yeni Şerif Hüseyinlere, İbn Suudlara roller veriliyor. Şerif Hüseyinler ve İbn Suudlar savaşacak sözde asker veya sözde militan bulmakta zorlanmıyorlar. PYD´ye, DEAŞ´a yüzlerce milyon bütçeler ayrıldıkça bu kirli oyun devam edecektir.
Türkiye´nin Afrin´e yönelik başlattığı Zeytin Dalı Harekâtının ikinci gerekçesi, ?Suriye topraklarını asıl sahibine iade etmek?; Rabbimiz savaşın meşruiyetini yani İslami manada bir savaşın meşru olmasının gerekçelerinden bir kaçı şu ayette mülhem; ?Rabbimiz Allah demelerinden dolayı; Kendilerine zulmedilmesi ve yurtlarından haksız yere çıkarılmaları dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (müminlere, savaşma) izni verilmiştir?? (Hac, 22/39-40)
Türkiye´nin gerekçesi görünürde meşru bir istek, Suriye bağlamından hem insanlar kendi iradelerinin dışında zoraki olarak vatanlarından çıkarılmışlar, muhacir ve mustazaf durumuna düşmüşler, Türkiye bağlamında ise ülke sınırları içinde vatandaşlarının can güvenliğini tehdit eden, silahlı bir güce karşı savunma hakkını kullanmasıdır.
Savaş ortamlarından dini görünürlük daha bir önem kazanır. Şartlar gereğince Allah´ın razı olduğu bir samimiyetle hareket edilirse; takdire şayan bir amel olduğu bilinmelidir. Rabbimiz; ?Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz??ilahi emir, savaşanlarda motivasyonu yükseltecektir.
Bizim bir olayı görmek istememizle olayın kendisi farklı olabilir. Türkiye kendince savaşı meşru görebilir bu kendisine maddi ve manevi güç verebilir. Zor günlerde M. Akif´in feryadıyla dizelerde vurguladığı gibi;
?Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.?
Ülke genelinde bu atmosferi oluşturmak, yöneticilere daha temkinle hareket etme imkânı verecektir. Türkiye girdiği bu çetin savaşta umulur ki daha büyük badirelerle karşılaşmaz. Genel gidişat coğrafyayı kendi mülkleri gibi görmek isteyenler açısından çokta kendi halimize bırakılmayacağımızı da göstermektedir.
Haber Türk´te Serdar Turgut´un değerlendirmesine göre, Rusya´nın tüm Ortadoğu stratejisini ve Suriye bağlamındaki Kürt politikasının belirleyici aktörlerinden Vitaly Naumkin; ?Suriye´de barış için imkânlar; Rusya´nın çıkarları ve rolü? teziyle geçtiğimiz 27 Şubat´ta Washington´da Suriye planı ABD´nin yetkilileriyle müzakere edildi, planın ana hatları; Afrin, Fırat´ın doğusu ve Deyrizor´ un konumunun konuşulması?
Rusya ?Kürt Kartını? hiçbir zaman bırakmadı, Rusya´nın Suriye bağlamında önceliği; Esat Rejimiyle Kürtlerin anlaşmasını sağlamaktır. Eğer Kürtlerle Suriye (Suriye´den maksat Esat rejiminin hâkimiyet alanı) ortak bir yönetim ortaya çıkarabilirlerse bu model kültürel ve idari özerkliğe kadar gidebilir hatta Kürt silahlı milisler Suriye ordusuyla birlikte çalışması düşünülebilir. Suriye´nin doğusunda sınır güvenliğini Suriye birlikleri sağlaya bilir.
Sonuç olarak Suriye üzerinde uzun bir zamandır küresel ve bölgesel güçler açısından bir satranç tahtası gibi oyunlar sergileniyor. Masum halkın üzerinden denenen bu oyun çok vahşi ve çok acımasız, başta Doğu Guta olmak üzere Suriye´nin birçok beldesinden yükselen feryatlar vicdanımızı derinden yaralıyor ve canımızı çok acıtıyor.
Sorunun çözümü küresel güçlerin insafına bırakılmamalıdır, savaş adil bir barışa hizmet ediyorsa anlamlıdır. Hükümet etmekte olanlar, ön alıcı hamleler ve çıkış yapmazlarsa mazlumların feryadı ve ahı ateş gibi bünyelerine yapışır ve bu ateş herkesi yakar.
Biz Türkiye ve İran´ın bu sorunların çözümü noktasında daha çok gayret göstermelerini beklemekteyiz, her iki ülke için de önerimiz; ülke içinde sorunlara çözüm üretemeyenler, sahada da başarılı olamazlar. Ve ülke içine daha da yoğunlaşmalarını beklemekteyiz. Savaş bir sonuçtur ve arızidir, aslolan barıştır, küçük derelerde kulaç atamayanlar büyük nehirlerde yüzemezler.