Dün gece yarısı(19.3.2021) kararnamesiyle Türkiye, ucube bir sözleşme olan ve sürekli tartışılan İstanbul Sözleşmesinden ayrıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan Karar'a göre, Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedildi. Karar, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesi gereğince alındı.
Hatırlatmış olalım; Türkiye, Sözleşme’yi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalamış, 14 Mart 2012 tarihinde ise onaylamıştı. Vekiller, sözleşmede ne yazdığını, nelere sebep olacağını düşünmeden, anlamadan el kaldırıp indirerek anlaşmaya onay vermişlerdi. Daha sonra bazı AK Partili vekiller, sözleşmenin ağır sonuçlarının anlatıldığı panellere iştirak etmiş ve şu acı itirafı yapmışlardı: “biz bu sözleşmenin içeriğinin bu kadar tehlikeli olabileceğini bilmiyorduk”
Evet, gece yarısı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi ucubeliğinden çıkıldı hamdolsun. Öncelikle, herkesin sessizliğe büründüğü günlerde açıkça konuşan, özellikle ilk günden beri bu konuyu gündeme getiren Av. Muharrem Balcı’ya, Burhanettin Can’a, Ahmet Hakan Çakıcı’ya, Mücahit Gültekin’e ve Sema Maraşlı’ya teşekkür ediyorum.Sözleşmeye ağır eleştiriler yaptığı için AK Partili kadınların 81 ilde dava açtığı Abdurrahman Dilipak’ı da sabrından ötürü tebrik ediyorum.
Onlar, STK’ların hükümetle ters düşeriz korkusuyla sustukları, sessizliğe büründükleri günlerde cesurca konuştular, makaleler yazıp kitaplar hazırladılar. Sosyal medya araçlarını, sözleşmenin aileyi, toplumu tahrip eden yönlerini deşifre edecek paylaşımlar yaparak kullandılar. Hamdolsun, biz de “Sordum Söylediler” kitabımızda konuya bir bölüm ayırmış ve Av. Muharrem Balcı ağabeyimizle konuyu gündemleştirmeye çalışmıştık.
Ben şimdi, sözleşmeden ayrılma kararıyla ilgili bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. Zafer kutlamaları yaparak, sözleşmenin feshiyle tüm sorunlarımızın ortadan kalkacağını zanneden kesimlere de bazı uyarılarda bulunmak gerekiyor.
Öncelikle, İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi mutlak bir zafer değildir. Sözleşmenin güvenceye aldığı ve tüm devlet kurumlarının ona göre dizayn edildiği, tüm devlet planlarına girmiş olan toplumsal cinsiyet eşitliği düzenlemeleri iptal edilmeli ve uygulamadan kaldırılmalıdır. Yani konunun gayri insani, gayri ahlaki uygulamalarının devam edip etmeyeceği gözlenmelidir. Yazılı metinler gelir ve gider; ama zihniyetler yerlerinde işlerine devam ettiği müddetçe risk de var demektir.
İkinci olarak, dün sözleşmeye itiraz eden ve bugün de sevinç gösterileri yapanların, İstanbul Sözleşmesi’nden önce aile mükemmelmiş ve değerler yozlaşmamış veya kendi ailelerinde hiçbir sorunları yokmuş gibi davranmalarının büyük bir yanılsama olduğu bilinmelidir.“Aile elden gidiyor”, diyerek ortalık ayağa kaldırıldı evet ama sormak lazım değil mi, şimdi bir sözleşmenin kalkmasıyla aile geri mi gelecek? Yitirilenlerin sadece yasalarla yitirilmediği gibi, kazanımların da sadece yasalarla kazanılamayacağını bilmeli değil miyiz? Bir toplum kendi özündeki değiştirmezse, taleplerini, isteklerini, eylemlerini düzenleyip biçimlendirmezse, başıboş ve hazcı eğilimlerini törpülemezse, sadece yasa ve sözleşmelerin kabul ve reddiyle sorunlar çözülebilir mi? Bugün, hocaların, ilim adamlarının ve İslami dava adamlarının en büyük imtihanlarını evlerinde eş ve evlatlarıyla verdikleri sık görülen bir durum değil midir?
Üçüncü olarak, kadını insan yerine koymayan mevzu rivayetleri din olarak kabul eden, yabani, zorba ve duygusuz alışkanlıklarını asıl olarak göstermeye çalışanların, bu sözleşmenin feshiyle kendi kişisel konforlarını garanti altına almış olmalarından kaynaklanan sevinç alanlarına da iştirak etmemeliyiz. Tarihi, kültürel, örfi konuları evrensel dini kurallarmış gibi tanımlayan, kadını ikincil ve eksik bir varlık olarak gösteren şabloncu, ezberci kafaların oluşturacağı bir toplumsal yapıda kadın olarak yaşamanın ne kadar zor olacağının da görülmesi gerekmektedir. Vahyin, adalet, şeref ve izzet katan değerleriyle buluşmamış, Resulün ve seçkin dostlarının örnekliğini anlayamamış kesimlerin bugünkü sevinç naraları, kurmuş oldukları karanlık ve kasvetli işleyişin devamından ötürü olduğunu görüp dikkatli olmalıyız.
Son olarak, sözleşmeden ayrılma kararının alınış şekliyle ilgili de bir şeyler söylemek gerekmektedir. Türkiye’nin kendisinin öncülük ettiği İstanbul Sözleşmesi’ne katılımı da, ayrılma tarzı da doğru olmamıştır. Nasıl ki okunmadan, anlaşılmadan, sonuçları düşünülmeden el kaldırılıp indirilerek sözleşmenin onaylanması yanlış olmuşsa, bugün bir gece yarısı kararnamesiyle sonlandırılması da o kadar riskli olmuştur.
Evet, İstanbul Sözleşmesi kararından çıkılması memnunluk oluşturuyor doğru, ama keşke el kaldırıp yasayı anlamadan onaylayan vekillerin kendilerinin yeniden gündeme almasıyla mecliste bu lekenin temizlenmesi sağlansaydı. Gece yarısı kararnameleri toplumsal bir tatmin sağlamayıp, gerginlik arttırabilmektedir. Yönetim makamı, temsil ettiği kesimlerle çatışma, dikleşme yolunu seçmemeli, “ben yaptım oldu” olarak gözüken adımlar atmaktan sakınmalıdır. Doğru olduğuna inandığımız bir girişimde bulunurken bile yanlış ve antipati oluşturacak yöntemlere başvurulmamalıdır.