Hazin bir asrın kaybeden çocukları her geçen gün bu topraklara bahşedilen nimetleri kapitalist dünyanın altın tepside sunduğu zenginliklere değiştirir duruma geldi. Türkiye özelinde son yirmi yılda hayata geçirilen refah ortamı son yıllarda ters düz olunca insanlarımız farklı arayışlara girdi. Belirli bir hayat standardı yaşayan insanlar bu durumun hayatın sonuna kadar devam edeceği ya da en azından geriye yürümeyeceği varsayımı ile toplum içinde görevler alırdı. İşçi atölyesinde, doktor hastanesinde, öğretmen okulunda, terzi dükkanında, öğrenci okulunda… kendi sorumluluklarını yerine getirirdi. Hayat standardının ya da hayata yön veren hukuk düzenindeki dengesizliklerin varlığı insanları farklı diyarlara doğru umut arayışına sürüklemektedir.
Bugün Türkiye’de son bir kaç yıl içinde yaşanan hadiseler ve bu hadiselerin oluşturduğu toplumsal travmalar gençleri farklı arayışlara sürüklemektedir. Ülkemizdeki bu durum bazı çevreler tarafından görmezden gelinse de ilerleyen yıllarda yüzümüze tokat gibi çarpacaktır. Türkiye’de bin bir emek ile yetiştirdiğimiz iyi okullarda iyi dereceler ile mezun ettiğimiz insan kaynağı ne yazık ki yurt dışında kendilerine sunulan cazip teklifler karşısında boyun eğmektedir. Örneğin üniversite sınavında ilk 400 de kendine yer bulan insanlarımız okul bittiğinde soluğu batı ülkelerinde almaktadır. Bir toplumu ayakta tutacak beyinleri batının fırsatlar dünyasına hibe ediyoruz. Bunun yanı sıra alanında yetkin kıldığımız insanları farklı alanlarda gayri insani şartlarda çalıştırarak milli serveti heba ediyoruz. Peki biz bunları hak ediyor muyuz? diye kendimize sorduğumuzda cevabı birçok neden ile açıklama imkanı bulabiliriz. Toplumda geleceğe dair ışık parıltısının ortadan kaybolması, İnsan kaynağının adil bir usul ile yönetim de ya da bürokraside yer alma imkanının kaybolması, ehliyet ve liyakatin toplumda merkez bir kriterolmaktan çıkması ve son olarak hakkaniyetli bir ekonomik gelirin insanlara sunulamaması temel nedenler arasındadır.
Toplumları ayakta tutan üç mekanizmanın (adalet, iktisat ve güvenlik) zamanla törpülenerek aşınmasıda insanların çaresizliğini bir kat daha arttırmaktadır. Zamanın da gelmeyen adaletin insanları kalben mutmain etmediği gibi yolda yürürken bir magandanın ya da bir caninin samuray kılıcı ile hayatını kaybedebileceği korkusu insanları tükenmişliğe sevk etmektedir. Yegane otorite olan devletin bir şekilde insanların hayat standartlarını arttırma, hukuki zeminde caydırıcı yaptırımlar uygulama ve insanların güven duygusu ile sokaklarda gezme hürriyetlerini sağlama çabası toplumdaki kara bulutları dağıtabilir. İç siyasi çekişmeler ve siyasilerin kısır tartışmaları ne yazık ki ülkedeki ana gündemin es geçilmesine sebep olmaktadır.Tüm tükenmişliklerin sebepleri ne olursa olsun eğer insan kaynağınızı yavaş yavaş kaybediyorsanız ileride çok ah vah demeye başlarsınız. Nobel kimya ödülünü bu topraklardan çıkan Aziz Sancar yurtdışında yaptığı çalışmalar ile alıyorsa, ya da Covid-19 aşısını bulan Uğur Şahin’in çalışmalarını Almanya’da sürdürerek keşfetmesi bize ayıp olarak yeter. Bu ayıbın milletlerin en büyük serveti olan “İnsan” unsuru olduğunu bize göstermiştir. Eğer insanımızı kaybetmeye başladı isek zamanla yaşadığımız yerleri de kaybetmeye başlarız…