Her devlet gibi Türkiye de derinleşen çıkmazlar ve girift problemlerle karşı karşıyadır. Bu problemleri görememek, basiretsizliğin, körlüğün yahut cehaletin bir göstergesi olur. Ancak söz konusu olan sorunlar, basit yüzeysel meseleler değil; birbiriyle bağlantılı, iç içe geçmiş ve adeta çözülmez bir düğüme dönüşmüş temel problemler yumağıdır. Yine de bu müşkillerin çözümü imkânsız değildir. Zira bu çok katmanlı sorunlar, merkezde yer alan asli bir problemin çözülmesiyle birlikte ardı ardına çözülmeye başlayabilir.
Türkiye’de cehaleti ortadan kaldıracak, toplumsal adaleti temin edecek ve kronikleşmiş tüm problemlerin çözümünü mümkün kılacak temel mesele; eğitim sistemidir. Fakat burada söz konusu olan eğitim sistemi, yalnızca teknik bilgi veren yahut sınav başarısına endeksli bir yapı değildir. Bahsedilen, hayatı anlamlandıran, insanı varoluşsal bir bütünlük içinde inşa eden, medeniyet kurucu nitelikte bir Tevhidi Eğitim Sistemidir.
Bu eğitim modeli ne salt bir imam hatip eğitimiyle sınırlıdır, ne bir kurs müfredatıyla karşılanabilir, ne de bir vakıf ya da dernek programıyla izah edilebilir. Tevhidi Eğitim; kökleri mazide, kaynağı vahiyde, ilhamı Kur’an’da olan ve İslam tarihinin en özgün örneklerinden biri olarak Daru’l-Erkam ile müşahhaslaşmış, Elçilerin bizzat tatbik ettiği Nebevî Eğitim’in modern çağdaki yeniden inşasıdır. Bu eğitim sistemi; Endülüs Medreseleri, Bağdat’taki Nizamiye Medreseleri, Semerkand ve Buhara’daki ilim merkezleri, Kahire’deki El-Ezher, İstanbul’daki Sahn-ı Seman medreseleri gibi medeniyetimizi inşa eden kurumların ruhunu taşımalıdır.
Tevhidi Eğitim, yalnızca bireyin zihnini değil, kalbini, ruhunu, ahlâkını, iradesini ve toplumsal sorumluluk bilincini inşa eder. Zira Tevhid, varoluşun temelidir. Bu temel olmadan bir eğitim sisteminin anlamı kalmaz. İlhamını Kur’an’dan ve sünnetten almayan hiçbir eğitim modeli, sahih bir insan tasavvuru ve toplumsal yapı oluşturamaz. Nitekim bugünkü eğitim sisteminin seküler, parçacı ve araçsallaşmış yapısı; gençliği köksüz, yönsüz ve amaçsız hale getirmiştir.
Bu sebeple Tevhidi Eğitim müfredatı, öncelikle siyasallaştırılmış ve seküler ideolojilerle zihinleri perdelenmiş kimi "siyasal İslamcı" yaklaşımlardan arındırılmalı; Tevhid’in bir düşünce değil, bir hayat tarzı ve ilahi bir teklif olduğu gerçeği merkeze alınmalıdır. İslamlaşma mücadelesinin önündeki en büyük engel, çoğu zaman Müslümanların kendisi olmuş; taklitçi, yüzeysel, popülist yaklaşımlar tevhidin özüne ket vurmuştur. Oysa Tevhid, Allah’ın yarattığı insan için koyduğu en sahih müfredattır. Evrensel bir ilahi öğretidir.
Artık vakit geçmeden, Tevhidi Eğitim müfredatını hayata geçirecek kadroların oluşturulması elzemdir. Nicelik değil, nitelik önemlidir. Zira tarihte toplumsal dönüşümleri başlatanlar hep inanç, bilinç ve istikamet sahibi az sayıda insan olmuştur. Birkaç samimi, ihlaslı ve tevhidi özümsemiş birey; çağların çehresini değiştirmiştir. Bugün de yeni bir medeniyet inşası, yeniden diriliş ve varoluşsal bir silkiniş, bu öncü ruhu taşıyan insanlarla mümkün olacaktır.
Tevhidi Eğitim, yalnızca bir pedagojik model değil, aynı zamanda kapsamlı bir medeniyet projesidir. Bu proje, çağın ifsadını durduracak, insanı yeniden anlamlı bir zemine oturtacak ve ümmeti hakiki bir dirilişe taşıyacak en temel adımdır.
Bu adımı atacak samimi eğitimciler ivedilikle bir araya gelmeli yok oluşa doğru giden gençliği bahsettiğim mezkûr müfredatla muhatap kılmalıdır.
Engin GÜLTEKİN
Eğitimci-Yazar-Sosyolog