Bir belgeselde izlemiştim. Bir boğa yılanı, kendisinden daha iri bir timsahı olduğu gibi yutmuştu. Ancak elbette yılanın açgözlülüğü ona ağır bir bedel ödemesine mal oldu. Kocaman timsahı yutmuştu yutmasına ama, ardından da çat diye çatlamıştı. Bu olsa olsa açgözlülüğün ölçümleyemediği hesapsızlığının sonucu olabilirdi.
Oburluk ihtiyacı aşan ve doyumsuzlukla alakalı negatif bir husustur. İnsanda böylesi negatif bir özelliğin yer etmesi ise şartların etkileyiciliği ile alakalıdır. İnsan fıtraten paylaşımcı ve hemcinsini gözeticidir. Giderek etkin olmaya başlayan materyalizm insana tüketimi dayatmakta ve işte insanın oburluğu bu etkin etkene dayalı olarak oluşmaktadır. (1)
İnsan kendi başına karar verebilmekle birlikte, toplumsal etki ve baskı karşısında genelde boyun eğmekte ve uyum göstermektedir. İşte buradaki gücün tanımlanması gerekir. Sosyal bir varlık olan insanın elbette çevresinden etkilenmesi olağandır. Bu etkilenme insanların ekseriyeti için geçerlidir. İçinde hakkaniyeti aşan tutumları engelleyen bir örneklik olmayan topluluklar dış etkilere ve yönlendirmelere çok müsaittirler, demektir.
İnsana boyun eğdiren ne?
Doğru bulmadığı, hatta inanç ve düşüncesiyle aykırılık gösterdiği halde topluma uyma zorunluluğu nasıl bir durum?
Belki de bütün sorun burada… İnsan çevresel etkenlere bağlı olarak hareket edebilmektedir. Bunun için gerekli olan, toplumun itibar ettiklerinin bu etkilere müsait hale getirilmesidir. Bu sağlandığında toplumun gerisi doğru bir örneklik olmadığından, daha kolay bir şekilde olumsuz etkilerin altında kalmaktadır. Böylece kişilik bozukluğu ve inanç ikilemi oluşmaktadır. Aldatıcı statüko da habire bu durumun normalliğini (!) empoze eder durur. Ta ki zihinler ve toplumun yapısı bu duruma uygun hale gelinceye kadar.
Kitlelerin, insanın normal değerleri olan insaniyetiyle/insani değerlerle arası açılınca, artık istenilen istikamette yönlendirilmeleri ve gerçekte hiç de normal olmayan değerlerin, iletişim araçlarının sürekli telkiniyle onların dünyasında normalleştirilmesi sağlanır. Artık tüketen ve giderek bunun için yaşayan tipler vardır. Yaşama egemen olmaya başlayan bu dünya görüşü ‘yemek için yaşamak’ felsefesini pratize eder. İnsanın artık gerçekçi bir hayat amacından bahsedilemez. Yemek için yaşayan ve bunun için oluşturulan standartları bitesiye elde etme mücadelesi veren bir yaratık vardır. Evet, bu yaratık hala şeklen insan, ancak bu olsa olsa ancak biyolojik olarak bir beşer/insandır ve onun gerçek insaniliğinden bahsetmek mümkün değildir. Kendisi için yaşayan, gemisini yürüten kaptandır ve altta kalanın canı çıksın kör anlayışına saplanan bir yaratık var ortalıkta.
Allah ‘Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.’ (2) demektedir.
Ziynetler kullanmak ve kuşanmak içindir. Hayvanlar bile açlıklarını giderme sınırıyla hareket ederlerken, insan denen varlığın sınırsız davranışı normal olabilir mi?
Yaratıcı Allah, nimetlerin kullarının kullanımı için yaratıldığını ancak bu kullanımın hayat gerçeğindeki gereksinimi temelinde sınırlandırılması gerektiğini göstermektedir. İnsanın ziynetleri kuşanırken bunlara kul olacak bir duruma düşmesi onun yaratılış amacı ve özüne aykırıdır. Sınırsızlık hayatın gerçeğine ve insanın yaratılış amacına da aykırıdır. Madem insan yeryüzünün halifesi (ıslahından sorumlu) olarak yaratıldı, bunu yerine getirebilmesi öncelikle Allah’a kul olduğunun idrak ve ifadesi, yanısıra doğru sınırlara bağlı olarak hareket etmesiyle mümkündür.
Bu yüzden insan Kuran'ca ‘azar’ (لَيَطْغٰى)(3) olarak nitelendirilmiştir. Yani; temelde ve gerçekte uyması gerekli doğal sınırlara bağlı kalmama, kendisine verilenle yetinmeme özelliği (potansiyeli) vardır. Bu özelliğine eğilim gösteren insan haddini aşmakla zalim olmaktadır. Ve ne yazık ki bir yerde de durmuyor. Haddi aşmak adeta sınırların tamamıyla yok edilmesi, bir yerde durmamak olarak bir karakter gösteriyor. İşte yeryüzü müstekbirlerinin içinde bulunduğu durum budur. Sadece kendi elindekiyle yetinmek bir tarafa, yeryüzünü talan etmekle meşguller; salt tüketim saplantısı…
Kendisini insanlığa model olarak sunan ve dayatan Batı bu haddi aşmada (tarihsel örnekler bir tarafa) verilecek yegâne örnektir. Dışarıdan bakanlar için refah seviyesi olarak adlandırılsa da, gerçekte sömürünün ve insana dayatılmış bir yaşam modelinin gerçek örneğidir. Batı insanının dünyanın nereye gittiğiyle ilgisi yoktur; onun ilgisi yaşam düzeyiyle bağlantılıdır. Şayet bu yaşam standardı yeryüzünde birilerinin mal ve canını gerektiriyorsa, bu Batılı için kaçınılmaz olarak kabul edilir ve işin insaniyeti ve hakkaniyeti gözetilmez. Önemli olan Batılının tüketiminin aksamamasıdır. Her ne kadar Batılı kitleler gerçekte bir tezgahın işletilmesinde köle de olsalar bu böyledir.
Materyalizm doyumsuz karakteriyle canavarlaşmıştır ve müstekbir karakteriyle saldırgan, yayılmacı bir tarzda hareket etmektedir. İstikbarizmin bu tutumu (en azından lokal anlamda(4) engellenememesi halinde, bu insanlık için bir felaket ve sonun başlangıcı olacaktır. Tarih azmış kavimlerin sonlarının nasıllığını aktarmaktadır. Bugünün tağutlarının sonu da timsah yutan yılan gibi olacağa benzemektedir.
Yeryüzünün halifesi olan Müslüman insanın insanlığa alternatif olabilmesi, öncelikle bu tüketim tezgahının bir parçası olmaktan çıkması ve İslami Sosyal Topluluk modelini ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde Müslümanlar da teoride Müslüman ama yaşam tarzlarında kapitalist olmaktan kurtulamayacaklardır.
1- Kuran; 96/6-7 Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.
2- Kuran; 7/31-32
3- Kur'an; 96/6 ‘…gerçekten insan, azar.’
4- Kuran; 8/73. İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (aranızda olması gereken velayeti gerçekleştirmezseniz) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.