“Aslında hiçbir şey iyi veya kötü değildir. Her şey bizim, onlar hakkında düşündüğümüze bağlıdır.” der William Shakespeare. İyi veya kötü kriterlerimiz, bizim düşüncelerimizin tezahüründen ibarettir. Bu düşünceler, bizim hayata bakış açımızla doğru orantılı bir şekilde değişir. Bu kriterler bize iyi ile kötü arasında bir tercih yapmanın zorunlu olduğunu sürekli olarak hatırlatır. Cemil Meriç “zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur” derken, bize taraf olmanın zorunluluğunu açık bir şekilde hatırlatmıştır.
Bu tarafların doğrusunu seçmek, hayata dair uğraşlarımız arasında önemli bir yer tutar. Kimi zaman doğrusunu seçmek için çaba gösterirken kimi zaman da yanlış olduğunu bile bile tercih ettiğimiz seçenekler, bizi hayata bağlayan bir urgan görevi görmektedir.
Siyasi parti tercihlerimizde ise genellikle dünya görüşlerimizle paralel olan hiziplere yakın durmamız bu konudaki tercihlerimizin ana sebebi olmaktadır. Siyasi parti taraftarlıklarımız, diğer taraf olduğumuz konulara göre sosyal ilişkilerimizde belirleyici bir unsur olmaktadır.
“Toplum işlerini üzerine alma, yürütme, yönetme işi, insan topluluklarını yönetme sanatı” şeklinde tanımlanan siyaset, tanımından da anlaşılacağı üzere hayatımızın önemli kavramları arasında yer almaktadır. Nitekim günümüzde demokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Bu açıdan toplumun büyük kısmının tercihleri ile oluşan iktidarlar, doğal olarak gerek ekonomik gerekse de düşünce dünyamızda önemli kararlara imza atmaktadırlar. Toplumsal tercihlerin etkileri, direk olarak bireysel hayatımızın merkezinde yer alabilmektedir.
Siyaset bir yandan farklı fikirlerle mücadeleyi gerektirirken, diğer yandan da toplum içinde yaşamı kolaylaştıran ve bunun devamlılığını sağlamak için iş birliği gerektirmektedir. Bu iş birliği ise genelde aynı düzlemde yer alan oluşumlar ile olmaktadır.
Toplumumuzda bazı bireyler kendini apolitik olarak nitelendirse de ister istemez siyasi düşünce ya da tartışmaların içinde yer almaktan kaçamamaktadır. Nitekim Atina demokrasisinin en etkili devlet adamlarından Pericles “siyasetten kaçmak, erdemli bir yurttaş olmaktan kaçmak demektir” sözü ile sorumluluk sahibi her vatandaşın siyasetle, ama az ama çok, bir şekilde ilgilenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Aydınlanma dönemi Avrupa’sının en önemli düşünürlerinden olan John Lucke “Devletin siyaseti, insanları korumak için değil insanların haklarını korumak için vardır” demiştir. Bu hakların korunmasını sağlayacak olan siyasi parti tercihlerimizde belirleyici unsur, geçmişin tecrübeleri, dünya görüşleri ve temsilcilerin ahlaki yapıları oluşturmaktadır.
Bu kadar önemli bir konuda tercihlerimizin belirleyici unsurları aslında bizim nereye ait olduğumuz, önceliklerimiz ve hayata dair beklentilerimiz ön sırada yer almaktadır. Seküler dünya görüşü, dogmalar ve dini inancımız bu konudaki belirleyici unsur olabilmektedir. Bunun yanı sıra ekonomik faaliyetlerimizden kaynaklı hassasiyetlerimiz, siyasi tercihlerimizin belirleyiciliği konusunda önemli yer tutmaktadır.
Gerek Siyasi konularda gerekse de hayatın olağan akışı içerisindeki diğer konularda tarafsızlık mümkün müdür? Bizi ilgilendirmeyen bir konuda taraf olmak zorunda değiliz elbette. Ancak burada önemli kriter; asrı saadet döneminde yapılan, Hristiyan Bizans ile putperest Sasani devleti arasındaki savaşta, Hz. Peygamberin sadece ilahi bir dine inandıkları için Bizans’ı tercih etmesidir. İnancımız gereği biz Müslümanlar, daima Hakkın yanında ve zalimin karşısında yer almamız gerekmektedir. Bizim için en önemli kriter budur...
İyi ve kötü kavramlarının hangisi olacağı hususunda, tercihlerimizin dayanak noktası Hakka yakınlık olması gerekmektedir.
Günümüz siyasi arenasında tercihlerimizi belirlerken, hangi siyasi hizibin bizim inançlarımızla kavgalı olmadığını hangisinin inandığımız değerlere karşı bir savaşım verdiğini bilmemiz, tercihlerimizin ana sebebi olmak zorundadır.
İnançlarımızla birebir örtüşen, hayata dair önceliklerimizi ve bizi biz yapan bu değerleri koruyan bir siyasi doktrin yoksa, tercihlerimizin ne yönde olacağını nasıl belirleyeceğiz? Bu konuda, İmam-ı Şafi'ye sormuşlar; Fitne zamanı hakkı tutanları nasıl anlarız? İmam: "Düşman okunu takip ediniz, o sizi hak ehline götürür." demiştir. Bazı durumlarda, siyasi olarak belirsizlik ya da tercihler arasında seçim yapamama durumunda İmam-ı Şafi’nin ortaya koyduğu bu kriter, bize bir deniz feneri görevi görmektedir.
Günümüz siyasi atmosferinde, kimi Müslüman birey veya topluluklar, sadece muhalefet etme adına bilinçsizce, kimileri ise bilerek, siyasi ihtiras uğruna düşman oklarının hedefine koyduğu, bizi biz yapan değerlere savaş açan odakların yanında yer almayı erdem olarak görmektedirler. İktidar hırsı, menfaat çatışması gibi nedenler, azgın topluluğun yanında yer almanın başlıca nedeni olarak gösterilebilir.
Tercihlerimizin sonucunda, düşünce yapımıza uygun olsa bile yapılan yanlışları eleştirmek tabi ki siyasi tercihlerde bulunanların en tabi hakkı olduğunu unutmamak gerekir. Eleştirinin amacı, yapılan hizmetlerin kalitesini ve bireysel haklarımızın güvencesini garanti altına almaktır. Bu güvenceyi sağlayamadığını düşündüğümüz noktada, zaten tercihlerimizin sebebi olmaktan çıkmaktadır. Ancak bu tercihten vaz geçmek asla inançlarımızla kavga eden odaklarla bir arada olmayı meşru kılmaz.
Bu sevda kimi durumlarda inandığımız tüm değerlerle çakışabilir, siyasi zeminde tarafsız olabilir hatta zalimin yanında bile yer almayı zorunlu kılabilir.
Son söz olarak Cemil Meriç’in “taraf tutmayan insan, şahsiyeti felce uğramış insandır. Ben tarafım, hakikatin tarafıyım.” Sözü bizim hayata dair herhangi bir konuda, hangi tarafta yer alacağımıza dair net bir çizgi oluşturmaktadır.